ÖZELEŞTİRİ ZAMANI

...

Medyada yıllarca "Hizmet hareketi" diye yazılan örgütlenme nasıl oldu da şimdi "Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ)" olarak anılır oldu? "Fethullah Gülen Hoca Efendi" diye anılan Fetullah Gülen, niçin "teröristbaşı"na dönüştü?

Türkiye’nin bugüne değin gördüğü darbe girişimlerinin en kanlısı olan 15 Temmuz’daki saldırının ardından bu soruları sormak zorundayız. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, "..bu hain örgütün gerçek yüzünü çok daha önceden ortaya dökmemiş olmanın üzüntüsü içindeyim. Rabbim de milletim de bizi affetsin" diyerek siyaset ve devlet kurumlarının bugünlere gelinmesindeki sorumluluğunu kabul etmesi medyaya da örnek olmalı.

Öyle ya, siyasetçinin, bürokratın, askerin, polisin ve başkalarının sorumluluğu var da bu örgütlenmenin vahşi bir darbe girişimine kalkışabilecek kadar güçlenmesinde medyanın hiç rolü yok mu? Sanırım hiçbir medya profesyoneli gönül rahatlığıyla "Hayır" yanıtı veremez bu soruya.

"Cemaat medyası"ndan başlayalım. Bu örgütlenmenin tanıtılmasında, görüşlerinin topluma aktarılmasında "cemaat medyası" önemli bir işlev görüyordu. Bununla da kalmadı, son yıllarda bu gazete ve televizyonlar, Ergenekon, Balyoz, Askeri casusluk, Oda Tv gibi operasyonlarda özel misyon üstlendiler. Davaların açılmasında ve yürütülmesinde propaganda aygıtı olarak çalışmakla kalmayıp, gözaltına alınan ve tutuklanan gazeteciler hakkında bile yargısız infaz niteliğinde haberler, yazılar yayınladılar. Yarbay Ali Tatar’ın intiharının "şaibeli" olduğunu, Prof. Dr. Türkan Saylan’ın burs verilen kızlara fahişelik yaptırdığını öne sürebilecek kadar uzaktılar gazetecilikten.

İktidara yakın medya da "Cemaat medyası"ndan geri kalmıyor; yargı içeren, savcı ve polislerin diliyle yazılmış haberler yayınlıyordu. Köşe yazılarında da birbiriyle ilintisiz insanların aynı torbaya doldurulduğu bu davaların "savcılığı" üstlenilmişti. Alabildiğine haysiyet cellâtlığı yapılıyordu.

Bağımsız gazeteler ise baskı altındaydı. 17-25 Aralık operasyonlarına kadar el ele vermiş olan cemaat ve iktidar yanlısı medya, bağımsız gazeteleri de kendileri gibi yayın yapmaya zorluyordu. Yine de Hürriyet’in de aralarında bulunduğu bazı gazeteler bu davalara ilişkin mesafeli ve eleştirel tavrını korudu. Hürriyet, "Dalgalar" halinde gelen gözaltıları aktarırken, örneğin gazeteci Ahmet Şık’ın cemaat ile ilgili olarak "Dokunan yanar" dediğini de haber yaptı. Davalara savcı ve yargıç gibi yaklaşmadı; suçlamaları "iddia" olarak duyurdu. Sanıkların savunmalarına yer verdi; Ergenekon, Oda Tv ve Balyoz davalarındaki çelişkileri de sorguladı.

Fakat "Gülen cemaati" hakkında yıllar içinde yeterince sorgulayıcı davranıldı mı? Onların faaliyetleri ve örgütlenmeleri araştırılıp okura ayrıntılı bilgi verildi mi? Yayınlanan kitaplara, mağdur olanların açıklamalarına gerektiği gibi yer verildi mi? Bundan çok emin değilim. Aksine cemaat kendisini nasıl sunmak istiyorsa o kabullenildi; öyle aktarıldı okura.

Cemaatin medyadaki adlandırılması bile nasıl göz yumulduğunun göstergesi. Önce "Gülen Cemaati" olarak yazılıyordu; sonra "Hizmet hareketi" olarak adlandırmasını istediler, öyle kullanıldı. Çoğu zaman haberlerde sıfat eklenmeden "Fethullah Gülen" diye yazılıyordu, "Fethullah Gülen Hoca Efendi" olarak yazılması telkin edildi; ona da uyuldu. Halbuki Gülen’in adı nüfusta "h"siz olarak, yani "Fetullah" diye kayıtlıydı; bütün resmi belgelerde ve davalarda öyle geçiyordu.

Şimdi hava döndü, medyada Gülen’in resmi kayıtlardaki ismi kullanılıyor ve iddianamelerdeki gibi "FETÖ" diye anılıyor bu örgütlenme. Olabilir ama madem yeni bir aşamadayız, geçmişin muhasebesini yapmamız şart. Özeleştiri yaparak geçmişten dersler çıkarmak gazeteciliğimizin kalitesini yükseltecektir.