İSTANBUL KALTAĞINI BENİM İÇİN ÖP

...

KIRLANGIÇ YUVASI / 104

İSTANBUL KALTAĞINI BENİM İÇİN ÖP

Bugünden geriye bakınca inanılmaz gibi görünüyor. Çok değil, sadece ve sadece iki yıl önceydi.

Muhalif bir sanatçıydı Ahmet Kaya. Özgün ve delişmen bir kişilikti. Bütün suçu, "Kürtçe şarkı yapıyorum ve Kürtçe klip çekiyorum" demesiydi. Bu niyetini dile getirdiği gece yaşamının dönülmez akşamı oldu.

Vatan haini sayıldı Kürtçe şarkı söylemek istedi diye. Memleketini terk edip yaban ellere kaçıp gitti. Rahat edemedi, ne Almanya’ya yerleşebildi ne Fransa’ya. Bir gün döneceği umuduyla taşınıp durdu oradan oraya.

Sürgün yaşamı zordu. Geceler boyu yalnızlıklar çekti. İstanbul’a telefon edip uyuyan kızının nefesini dinlemekle teselli buldu. İstanbul özlemi derindi. "O İstanbul kaltağını benim için öp" diyordu her telefonu kapatışında.

Dönmek istese de memlekete, kavuşma öyle uzak görünüyordu ki ona, yüreğine vuran acıyı şarkılarında hüzne dönüştürüyordu:

Ben yandım sen yanma Allah aşkına / İki damla gözyaşımla / Satıldım pazarlarda / Kırdılar yüreğimi / Kırdılar azarlarla / Sürgüne yolladılar/ Sabah dörtte yağmurlarla / Ben yandım siz yanmayın Allah aşkına.

Şarkılarla da avunamadı. "Yorgun Demokrat"ın yüreği gerçekten yorulmuştu bunca yükü taşımaktan. 16 Kasım 2000 sabahı kriz acısı çöktü göğsüne.

Yaşamı paylaştığı Gülten Kaya, ölüm anını da paylaştı. Birlikte oldukları 21 yıldan daha uzun gelen 20 dakika boyunca masaj yapsa da kalbini yeniden çalıştırmayı başaramadı.

"Türkiye’ye götürelim, Zincirlikuyu’da toprağa verelim" diyenlere karşı çıktı Gülten Kaya. "Türkiye’nin radyo ve televizyonlarında Kürtçe şarkılar söylenene kadar mezarı Türkiye’de kalmalı. Sokaklarında dolaşamadığı ülkesine onu omuzlar üzerinde getirmek çok saçma."

Madem sürgünde ölmüştü sanatçı. Sürgünde gömülmeli, yaban toprakların koynuna salınmalıydı. Özlemleri gerçeğe dönüşmeyecekse cansız bedenini getirmenin ne âlemi vardı memleketine? Böyle düşünüyordu eşi.

Ferzende Kaya’nın kaleme aldığı "Başım belada" adlı kitaptan öğrendim eşinin bu gerekçesini. Ne ilginçtir ki, sanatçının Paris’te Pere-Lachaise mezarlığında noktalanan yaşamöyküsünün anlatıldığı bu kitabın yayımlanış tarihi, Kürtçe radyo ve televizyon yayınlarının serbest bırakılmasının gündemde olduğu bir tarihe rastladı.

Dahası Sezen Aksu’nun Diyarbakır Çocuk Korusuyla birlikte Kürtçe şarkılar da söylediği "Türkiye şarkıları" konserlerine denk geldi bu kitap. Henüz Türkiye’nin radyo ve televizyonlarında özgürce Kürtçe şarkı türkü çalınamıyorsa da Ahmet Kaya’nın yapamadığını yapma fırsatını Sezen Aksu buldu.

İki yıl içinde Türkiye değişmişti. Sezen Aksu, alkışlara boğulmakla kalmadı; Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girmesiyle ilgili misyon yüklenip aynı konseri Brüksel’de de yineledi. Televizyonlar ve de gazeteler de övgüler yağdırdı Aksu’ya.

Yine de Türkiye medyasının Sezen Aksu’yu ayakta alkışlamasına aldanmamak gerek. Çok değil, iki yıl önce sırf Kürtçe şarkı söylemek istedi diye yuhalayıp, çatal bıçaklar fırlatanlar da Magazin Gazetecileri Derneği üyesi habercilerdi. Onların çığlıklarını karanlık merkezlerde üretilen yalan haberler izledi; bu spekülatif haberler medyada kendine yer buldu ve Ahmet Kaya sürgüne gönderildi. Kaya’nın krizle sonlanan sürgününün baş sorumlularından biri de medyaydı.

Kim bilir, belki şimdi Sezen Aksu’yu alkışlayanlar arasında o gece Ahmet Kaya’yı yuhalayanlar da vardır.

Bu manzarayı gördükçe insan isyan ediyor. Ne vardı be öldün Ahmet Kaya? İki yıl daha dayansaydın da görseydin bu değişimi...

Faruk Bildirici / Tempo / 28 Kasım-4 Aralık 2002