İNSANA YATIRIM YAPMANIN ALBENİSİ

...

KIRLANGIÇ YUVASI / 83

İNSANA YATIRIM YAPMANIN ALBENİSİ

Dünya futbol şampiyonasındaki başarı, temel bir sorunu önümüze getirip koydu. "Biz ne olmak istiyoruz? Ülke olarak başarıyı hangi alanda yakalamayı hedefliyoruz?"

Elbette yeni bir sorun değil bu. "Muasır medeniyetler seviyesine yükselmek" amacıyla yola çıkan Cumhuriyet’in, pusulasını kaybetmesinden itibaren sık sık gündeme geliyor.

Bu sorun, en veciz ifadesini de Kemal Derviş’in, 1978 yılında Dünya Bankası’nda uzman iken hazırladığı bir raporda bulmuştu:

- "Türkiye bölgesinin manavı, kasabı, sütçüsü olursa çok daha iyi olacaktır."

The Economist dergisinde bu cümleyle özetlenen yaklaşım, ağır gelmişti insanlara. Sanayileşmiş bir ülke rüyası gören Türkiye’ye, "bölgenin kasabı, manavı, sütçüsü" rolü biçilmesini dönemin aydınları, politikacıları hazmedememişti.

Ne yazık ki, tartışmanın tarafları seçim yapamadılar. Ne tarım ve hayvancılıktan vazgeçebildiler, ne de sanayileşmeyi hedefleyebildiler. İyi ya da kötü bir seçim yapmak yerine günü kurtarma politikalarıyla zaman öldürdüler.

Çok değil, 15-20 yıl geçti bu tartışmanın üzerinden. Türkiye, bırakın sanayileşmeyi, tarım ve hayvancılıkta dahi kendine yetemeyen bir ülke haline geldi.

Basiretli yöneticiler eliyle yönetilip hedef belirleyemeyen Türkiye, her iki alanda da başarıyı yakalayamadı. Gelişmek bir yana, ekonomik krizlerden başını kaldıramayan bir ülke olup çıktı.

Tam da böyle bir ortamda olduğumuz içindir ki, Dünya Kupası’nda yakalanan yarı final başarısını doğru değerlendirmek zorundayız. Brezilya gibi, geleceğimizi, kaynaklarımızı futbol endüstrisine yatırıp, "dünya futbol devi" olmayı mı hedefleyeceğiz?

Soru bu. Biliyorum, Brezilya’ya kafa tutmuş olmanın heyecanıyla böyle bir iştah iyice kabardı Türkiye’de. Ama böyle bir "ulusal hedef" belirlemeden önce olaya daha serinkanlı bakmalıyız.

Öncelikle hatırlayalım, futbol dünyada gelişmişlik göstergesi değil. Futbolda başarılı olmak, ulusal başarı açlığını gidermenin ötesinde başka bir anlama gelmiyor. Başka bir deyişle, insanları refaha götürecek türden bir başarı getirmiyor futbol.

Futbolda ilerlemenin ekonomide, teknolojide, bilimde, sanatta gelişmek anlamına gelmediğinin en somut örneği Brezilya’nın kendisi. Brezilya da Türkiye gibi ekonomik krizlerle baş etmeye çalışan, İMF ile başı belada olan, Dünya Bankası’ndan borç üstüne borç alan bir ülke.

Çarpıcı olması bakımından bilimsel alandan rakam verelim, 1 milyon nüfusa düşen araştırıcı sayısı Brezilya’da 168. Aynı rakam Türkiye’de 291. Yani araştırmada geldiğimiz nokta açısından Türkiye, Brezilya’dan hayli ilerde. Ama bu rakamın Japonya’da 4.909 olduğunu söylemek sanırım durumu izah etmek için yeterli olur.

Brezilya’nın futbolda başarısının temel nedeni, elbette fiziksel elverişliliğin yanı sıra, enerjilerini ve kaynaklarını bu alana seferber etmeleri. Brezilya kadar olmasa da, 1980’den bu yana Özal öncülüğünde futbola başka alanlarda olmadığı kadar büyük mali kaynaklar ayrıldı. Eğitimden, sağlıktan, sanattan, bilimden, araştırmadan esirgenen kaynaklar, futbolcuların önüne serildi.

Şimdi bir yol ayrımına geldik. Bu yoldan ilerlersek belki ilerde bir Brezilya olabiliriz. Ama insanı hedef alıp, kaynaklarımızı doğru kullanmayı öğrenebilirsek kalıcı başarıları yakalayabiliriz.

Boş hayallere değil, insana, doğrudan insana yatırım yapmazsak sonumuzun hep hüsran olması kaçınılmaz...

Faruk Bildirici / Tempo / 4-10 Temmuz 2002