İKİ AJANDA İKİ ÜLKE

...

KIRLANGIÇ YUVASI / 111

İKİ AJANDA İKİ ÜLKE

İki ajandayı yan yana görmeseydim garipliği fark edemeyecektim. Masamın üzerinde tesadüfen bir araya gelen iki ajandadan biri Almanya’yı tanıtmak üzere hazırlanmıştı, ikincisi de Türkiye’yi.

"2003 Avrupa’da Almanya" başlıklı ajandanın kapağında Almanya Federal Cumhuriyeti ile Avrupa Birliği bayrakları ve günümüz Almanya’sından fotoğraflar yer alıyordu.

"Turkey 2003" başlığını taşıyan ve Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlanan ikinci ajanda ise "Osmanlı Sarayında Yaşam" konusuna ayrılmıştı. Bu ajandanın kapağında "Huzura kabulden sonra elçinin, Ordunun saraydan çıkışını izlemesi" konulu eski bir yağlıboya tablo vardı.

Almanya’yı tanıtan ajandanın hemen her sayfası güncel fotoğraf ve grafik çizimlere ayrılmıştı ve ülkenin kültür, sanat, teknoloji, bilim, insan hakları, eğitim, futbol, yaşam kalitesi gibi alanlarda geldiği düzey anlatılıyordu. Gothe, Habermas ve Humboldt’a atıfta bulunularak Almanya’nın kültürel kökenlerine inilirken Prusya İmparatorlu’na tek bir sayfada değiniliyordu, o da "Avrupa’nın keşfi" başlığı altında.

"Doğu ülkelerinin Avrupa’yı keşfi, 1873 yılında, İran Şahı Nasırettin’in maiyetiyle birlikte Avrupa’yı dolaşıp izlenimlerini güncesine yazmasıyla gerçekleşti" deniliyor, günceden kısa bir alıntı yapılıyordu:

"İmparator’un (Wilhelm I’in) bile her gün belli bir programı var. Çalışmaya sabahleyin başlıyor ve gecenin geç saatlerine kadar devam ediyor. Gününün her anı değişmez bir göreve ayrılmış; genelkurmayla görüşme, bakanlarının açıklamaları ve ailesiyle geçirdiği saatler. Bu kadar güçlü bir imparatorun, böyle geceyi gündüze katarak çalışmasını aklım almıyor; üstelik etrafında günlük işlerin büyük kısmını üzerine alabilecek pek çok yetenekli kimse varken!"

Almanya Federal Cumhuriyeti’nin, mirasını devraldığı Prusya İmparatorluğu ile ilgili övgüsü bu kadarla sınırlı kalıyordu. Ajandanın kalan sayfalarında Prusya ile ilgili başkaca tek bir satır bile yoktu.

Türkiye’yi tanıtma amacıyla hazırlanan ajanda ise günümüze gelememiş, Osmanlı’da kalmıştı. Ajandanın sunuşu, bu paradoksun itirafı niteliğindeydi:

"Batılı sanatçıların Osmanlı görkemli saray yaşamına duyduğu merakları eserlerine de yansımıştı. Büyük bir çoğunluğu 19.yüzyıla ait yapılar Avrupa’nın Osmanlı’yı tanımasında etkili olmuştu. Osmanlı döneminde saray yaşamını konu alan ve TC Dışişleri Bakanlığı için özel olarak hazırlanan bu ajandada yerli ve yabancı sanatçıların minyatür, gravür ve tablolarına yer verilmiştir."

İki ajanda arasındaki fark, geçmiş ile gelecek kadar büyük işte. Almanya ajandasında, Prusya İmparatorluğu’na methiyeler dizilmediği gibi, geçmiş yerine bugün anlatılıyor, günümüzdeki Almanya tanıtılıyor.

Türkiye ajandasında ise Osmanlı İmparatorluğu hemen her sayfada göklere çıkarılmakla kalınmıyor, Türkiye Cumhuriyeti’nden tek fotoğrafla, hatta tek satırla bile söz edilmiyor.

Sanırsınız Anadolu’da Türkiye Cumhuriyeti değil de Osmanlı İmparatorluğu hüküm sürüyor; bu ülkenin Dışişleri Bakanlığı da ne yapsın, Osmanlı’yı tanıtarak prim toplamaya çalışıyor!

Üstelik Dışişleri, Osmanlı’yı ilk kez vitrine koymuyor. Bakanlığın geçen yıl hazırladığı ajandalarda da Osmanlı revaçtaydı. Bu yıldan tek farkı, geçen yılki takvim ve ajandaların Osmanlı çinilerine ayrılmış olmasıydı.

Oysa ülkemizi uluslararası platformda tanıtmak için Osmanlı’ya yaslanmak çok yanlış bir seçim. Türkiye’nin Osmanlı ile özdeşleşmesi, kendi kimliğinin gölgede kalması sonucunu doğuruyor.

Dünyanın, Türkiye’de hâlâ fes kullanıldığını sanması gibi bir garabet bir yana, Osmanlı’ya yönelik Avrupa’da öteden beri var olan olumsuz düşüncelerin Türkiye Cumhuriyeti’nin de üzerine yapışıp kalmasına neden oluyor.

İmparatorluk yıkılırken 20’ye yakın devlet doğdu ama günümüzde Osmanlı’yı benimseyen ve öven tek devlet Türkiye Cumhuriyeti. Bu "siyasi" mirastan kurtulmanın zamanı geldi de geçiyor bile.

Bırakalım geçmişte kalanlar Osmanlı’yı savunadursun, biz Cumhuriyetle geleceğe yelken açalım...

Faruk Bildirici / Tempo / 16-22 Ocak 2003