İBRAHİM ÇEÇEN

...

İbrahim Çeçen, İzzet Baysal’dan sonra adına üniversite kurulan ikinci işadamı. Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi’nin açılışını Başbakan Tayyip Erdoğan yaptı. İnşaattan turizm ve havalimanı işletmeciliğine kadar 19 sektörde faaliyet gösteren, yıllık cirosu 500 milyon dolara yaklaşan IC Holding‘in sahibi Çeçen, adı son yıllarda çok duyulan işadamlarından...

HAYATIMIN YOL AYRIMI: VALİ İSPİYONCULUK YAPMAMI İSTEDİ

1964 yılında Bitlis’te Bayındırlık Müdürlüğü’ne yapım şefi olarak tayin oldum. Bir buçuk yıl sonra vekâleten müdürlüğe atandım. Daha 26 yaşındayım. Günde 18 saat çalışıyorum, kendimi işe adamışım. Tekirdağ’dan yeni gelen valinin sinir seviyesi yüksekti, emekliliği yaklaşmıştı. Milli Eğitim Müdürü’ne taktı. Her toplantıda müdür hakkında bizden bir şey söylememizi, ispiyonculuk yapmamızı bekliyordu. Ama adamcağızın bundan çaldı diyebileceğim bir şeyi yoktu. Okul inşaatlarında yatıp kalkan bir adamdı. En son bir toplantıda yine konuyu açtı. Bende kalabalık mı, işgüzarlık mı diyeyim. "Hep soruyorsunuz ama siz çok ilgileniyorsanız, müfettişleri çağırın gelsin" dedim. "Peki İbrahim beyciğim tamam" dedi beni yolcu etti. Gittim oturdum masamın başına. Sonra valilik özel kalemden bir arkadaşım aradı. "Vali beyle kavga mı ettiniz? Atılma yazını yazdırıyor" dedi. Bölge müdürlüğüne açtım telefonu, "Uzatmayın işlemleri hemen bitirin. Bundan sonra devlete çalışamam" dedim. Üç yıllık devlet memurluğum böyle bitti. Bu yol ayırımı benim kararımla olmadı.

MEMURLUĞUM BİTTİ: BİTLİS’TE OFİS AÇTIM

Memurluk hayatımın bitmesi bir hayra vesile oldu. Kardeş gibi olduğum arkadaşım Yasin Barut ile Bitlis’te mühendislik bürosu açtık. Memurlukta biriktirdiğim 12 bin lirayı koydum, o da bir miktar sermaye koydu. Bitlis’te adımın yazıldığı tabelayı astık işe başladık. Önce ufak tefek işler yaptık. Devletle ilk işimiz Adilcevaz Hükümet Konağı inşaatıydı. İhaleler birbirini takip etti. Gece gündüz çalıştık, iyi işler yaptık. 2-3 yıl oralarda iş yaptıktan sonra Ankara’da ofis açtım. Zaten evimi daha önce Ankara’ya getirmiştim. Annem babam burada oturuyordu. 1972’de Ankara’da Maliye Bakanlığı binası ihalesini kazanmamız önümüzü açtı. Ondan sonra da Allah yardım etti, işlerimiz büyüdü. Sonra sanayiye, turizme girdik. 1978’de Yasin Barut’la ortaklığımız sona erdi. İçtaş’ı kurarak yoluma devam ettim. Aşağı yukarı 40 yıldır da çalışıyoruz. Benim zaten parayla pulla zenginlikle hiç alakam olmadı.

555 K MİTİNGİNE KATILDIM: ÖĞRENCİYKEN SOL GÖRÜŞLÜYDÜM

Öğrenciyken sol görüşlüydüm. Demokrat Parti’ye karşı düzenlenen o ünlü 555 K mitinglerinde Kızılay’daki Ulus sinemasından Sıhhiye’ye kadar yürüdük. Biz o zaman olayları çok net göremiyorduk. Babası Demokrat Parti’de milletvekili olan bir arkadaşım vardı. O çocuğu sürdüler başka bir yere.

27 MAYIS DEĞİŞTİRDİ: DEMOKRASİYE AÇIK HALE GELDİK

27 Mayıs’tan sonra Anayasa değişti. Türkiye’de demokrasiye daha açık bir toplum haline gelmeye başladı. Basında bir hayli gelişme oldu. Dergiler çıktı. Biz o dönemde o sol kitapları, o sol dergileri okumaya başladık. İşçi Partisi ve o tarz bir kurum ile hiç alakam olmadı. Hatta İP’den bir arkadaşım bana "15 sene sonra biz Türkiye’de iktidar olacağız" derdi. Ben hiç inanmazdım, "Bu şekilde nasıl iktidar olunur?" diye. Sol düşünceye, devletin güçlü olmasına, devletin sosyal adaleti daha iyi sağlayacağına inancımdan dolayı sempati duydum. Hâlâ içimde sosyal adaleti benimseyen ve o yönde kendimi de terbiye etmeye çalışan bir insanım. Liberal yapıda özel sektörün hâkim olduğu düzenin Türkiye’yi iyi yerlere taşıyacağını düşünüyorum.

ÜNİVERSİTEM HAYALİMDİ: TEZİÇ ÜÇ YIL OYALADI BENİ

Türkiye’de her sene 1 milyon 100 bin öğrencinin açıkta kaldığını görmek her idealist insanı ilgilendirmesi gereken bir konu. 120 üniversite daha açılması gerekli. Bunları eğer devlet bütçesine bırakırsak 20 senede bitmez. Geçmişte Kenan Paşa’nın "Kendi okulunu kendin yap" projesi tuttu. Üniversiteler için de benzer bir kampanya yapılsa iyi olur. Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi için 60 milyon dolar harcanacak ama para lafını bırakalım. Neye mal olacağına bakmadan yaptık. Benim üniversite hevesim yıllardır vardı. İlkokul yaptırmıştım. Ağrı’da sadece eğitim fakültesi vardı. Oradaki dekan bana "Bir de fen-edebiyat fakültesi yaparsanız, üniversite daha çabuk gelir" dedi. Erdoğan Teziç beye YÖK Başkanlığı sırasında iki defa yazarak müracaatta bulundum. İki defa konuşmaya gittim. Bana söz verdi, "Tamam yolunu açacağım" dedi. Allah selamet versin üç yıl oyaladı beni. Hatta isim konu oldu, "YÖK’ün kararı var, ancak Fen-Edebiyat Fakültesi İbrahim Çeçen yerleşkesi ismi verebiliriz" dedi . Sonra dönemin Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, "Kampüs yap isme de sen karar ver" dedi. Teklif onlardan geldi. Amaç çevreye örnek olmaktı. Bir de bu üniversite benim payımı göstermek. Çünkü ben kendimin ve çocuklarımın payından vermiş oluyorum. Önemli olan isim değil yapılan işlerdir. Üniversiteyi sekiz yılda bitirip devlete bırakacağız. Ural Akbulut hocanın dediği gibi burada Rusça, Çince eğitim verilmesini istiyorum. Batıda olmayan bir bölüm olmalı ki gençler buraya gelsin. Yoksa kimse Ağrı’ya gitmek istemez.

YAZMAYI SEVİYORUM: YAZAR OLMAK İSTİYORDUM

Resim kabiliyetim yok ama kara kelemle güzel resimler yapıyordum. Kızılay’da bir gökdelen bitmişti. Karakalemle yaptım duvara astım. Yazma merakım çok vardır. Kendimi iyi bir yazar olarak görmek istiyordum. Böyle bir hayalim, bir arzum vardı. Ama kısmet olmadı. Benim hayalimde olmayan tek şey işadamı, tüccar olmaktı ama oldum. Hukuk okumak istiyordum olmadı, kader bizi iş hayatının içine soktu. İş hayatı stresli olduğu için bu tür kabiliyetlerimi geliştirmeye fırsat bulamadım. Yazar olamadığıma ve hukuk okumadığıma pişmanım

AĞRI’DAN HİÇ KOPMADIM: BABAM MANİFATURACI

1941 yılında Ağrı merkezde doğdum. Ailemin kökeni Doğubayazıt’taki Celali Aşiretinden. Babam manifaturacılık yapıyordu. Ailenin, altı kızdan sonra dünyaya gelen tek oğluydum. Liseyi Ağrı’da bitirdim. Ankara Üniversitesi’nde ilk etapta teknikerlik okudum. Sonra bölüm açılınca inşaat mühendisi olarak mezun oldum. Ben memleketimden hiç kopmadım. Orada akrabalarımız çoktur. Senede bir kere mutlaka giderim.

İBRAHİM ÇEÇEN VAKFI: BEŞİNCİ OĞLUM

1985’ten itibaren gücüm nispetinde öğrencilere burs verdim. Çünkü ben zor şartlarda okudum. Üniversitedeyken bir dairede 40 kişi yatardık. Her odada 8-10 kişi kalırdık. Babam da burada sefil olduğumu görünce annemi, kardeşlerimi alıp Ankara’ya taşındı. O zaman biraz rahatladım. Sonra varlık sahibi olmaya başladıkça buraya yüksek öğrenime gelen öğrencilere bursla yardımcı olmak istedim. Öyle bir an geldi ki, bursların sayısını bilemez oldum. Bursları kurumsal çatı altında yapmak için 2004 yılında IC İbrahim Çeçen Vakfı’nı kurduk. 650 öğrenciye burs veriyorum. Şimdiye kadar 2500 öğrencinin mezun olmasına yardımcı olmuşum. Onlarla hâlâ görüşürüz. Gelip elimi öpüp gidiyorlar. Vakıf benim beşinci oğlum. Eşim (Nezahat) ile 1967’de evlendik. Ahlat’ta biçki dikiş öğretmenliği yapıyordu. Evlendikten sonra mesleğini bıraktı. Dört oğlum var; Murat, Fırat, Serhat ve Mehmet Salih. Dördü de benimle birlikte çalışıyor. İyi eğitim gördüler. Gelinlerim de vakıfta çalışıyor. Eşim de resim yaparak vakfın sanat galerisinde satarak vakfa katkı sağladı.

YANLIŞ ANLAŞILMAYA ÜZÜLÜRÜM: DİL BİLMEMEK EKSİKLİĞİM

Beni en çok mutlu eden olay çocuklarımın oluşu. En çok üzen olay ise yanlış anlaşıldığım ve kendimi ifade edemediğim zamanlar. Beni en çok dostlarım ve arkadaşlarım güldürür. En büyük pişmanlığım dil konusunda kendimi geliştirememek. Burada eksik hissederim kendimi.

GALATAPORT’TAN PİŞMANIM: OFER İLE GİRMEMİZ YANLIŞTI

Sami Ofer, büyük bir iş adamı, Yahudi. Ben bunları hep koç sürüsüne benzetirim. Dünyada 20-25 kişidir bu büyük işadamları. Bir yere girdiklerinde birbirlerini de sürüklerler. Ofer ile Mehmet Akman bey tanıştırdı bizi. Özel bir ilişkimiz yoktu. İstanbul Hilton Oteli ihalesine de beraber girdik. O zaman Ofer’in adı bu kadar duyulmamıştı. O işte olmayınca Galataport işine birlikte girdik. Galataport kamuoyuna yanlış anlatıldı. Bu işe girdiğim için çok pişmanım. Çekilemedim çünkü hükümetin projesiydi. İhale gibi algılandı ama kira sözleşmesiydi. Yanıltıcı bilgiler olunca kamuoyu tepkisini sert gösterdi. Rahmi Koç haberim olsa girerdim dedi. Halbuki şirketinin haberi vardı. Ofer’in bulunması insanları biraz kuşkulandırdı. Onun yerine biz lokal firmalar olsaydık kimse hiç bir şey demezdi. Yanlış zamanda yanlış kişilerle işe girdik. Ülkede yanlış bir imaja sahip olduk.

VİETNAM TECRÜBESİNİ KULLANDIK: KÖRFEZ’DE MAYIN TEMİZLEDİK

Körfez savaşı sonrasında Kuveyt hükümetinin bir bölgenin mayın temizleme işini Türklere vereceğini duydum. Önce Türk ordusuyla yapmayı düşündüm ama gördüm ki Türk askerinin bu konuda pratiği yoktu. Sonra Vietnam’da mayın toplama işini yapmış, bu işte tecrübeli bir Amerikalı grupla temasa geçtim. Onları taşeron olarak tuttum. Buradan Türk subay ve mühendisler götürdüm. Güzel bir proje yönetimi oluştu. Tek bir kişinin bile parmağı kanamadan bitirdik. 50 milyon dolarlık işi 14 ayda tamamladık. Suriye sınırındaki mayın temizleme işinde de Milli Savunma Bakanlığı bizden bilgi aldı ama sonra bir gelişme olmadı.

İHALE YAYINI DEĞİŞTİRDİ: GİZLİ ZENGİN DEĞİLDİM

Biliyorsunuz ihale işleri kapalı zarfla olurdu. Siz gitmezsiniz bile. Bir elemanınız zarfı götürüp getirirdi. Bunu kamuoyu duymazdı. Bu milyar dolarlık ihalelerde de böyledir. Türkiye’nin imarını, inşaatını 80 yıldır yapan firmaların hiç biri çok fazla kamuoyunun önünde değildi. Ama ne zamanki bu özelleştirme ihaleleri maç gibi televizyonlardan kamuoyuna anlatılmaya başlandı; o zaman iş değişti. Biz başından beri otellerde, araç istasyonlarında, havaalanı ihalelerinde vardık. Birkaçı üst üste gelince dikkat çektik, kamuoyunun önüne çıktık. Benim en yakın arkadaşlarım bile "Bu adamda ne para varmış" demeye başladı. O zaman da yeni zengin olarak tanıdılar. Ben yeni zengin değilim. 1996 yılında Nokta dergisinin, Ekonomist Dergisi’nin ilk 120-130’u içindeydim.

KRİZDE YÜKSELDİM: HER DÖNEMİN KATKISI OLDU

Kim başbakan olduysa hepsiyle çalıştım. Her dönemin bana katkısı oldu. Mesela 2001 yılında çok büyük yatırımlar yaptım. Hiç kimse bunu görmedi. Türkiye krizdeyken iki tane otel yatırımına başladım, 2002 yılında bitirdim. Çünkü biz hep özsermaye ile çalışan varlıklı firmalardık. Bizim o gün 50 milyon dolara yaptığımız oteli bugün belki 150 milyon dolara yapamazsınız. Dolayısıyla bu dönemin de bize katkıları olmuştur. Turizmde çok büyük gelişme göstermedik o dönemde, bundan sonra göstereceğiz inşallah. Bu dönemde bütün işleri, yarışmayla minimum fiyatta aldık.

ÖZEL DOSTLUĞUM YOK: BAŞBAKAN ERDOĞAN BİZE GÜVENDİ

Başbakan olduktan sonra ben de diğer iş adamları gibi kendisini tebrik ettim. Kendimi, işlerimi anlattım. Benim yakınlığım sadece iş çerçevesi içerisinde, iş ilişkileri içerisindedir. Özellikle bu üniversite yatırımından sonra kendisinin biraz ilgisini çektim. Bu konuda kendisi takdir ettiğim, desteklediğim bir kişi. Her gördüğü yerde bir sıkıntı var mı, projeler hazır mı ne zaman tamamlanacak diye sordu. Başbakan ile yakın ilişkimiz Antalya Havalimanı ikinci terminalini 13 ayda bitirmemiz sırasında oldu. Başbakan o terminali çok takdir etti. Onun dışında sadece özel mekânlarda, toplantılarda karşılaştığımızda sohbet ediyoruz. Başbakan otelimizde de kaldı. Benim otelimde kalmayacak, ötekininkinde kalmayacak çadırda mı kalacak? Bütün oteller sonuçta şahısların.

ŞİRKET MERKEZİ ANKARA’DA: İSTANBUL’A TAŞINACAĞIZ

İstanbul’da ofislerimiz var, gidilip geliniyor. Ama merkez olarak şirketimizi İstanbul’a taşımayı da düşünüyoruz. Böyle bir programımız var ve inşallah bunu gerçekleştireceğiz. Etik ilkeleri olan bir şirketiz. İlkelerimizden biri, "Tedarikçi seçiminde ırk, din veya dil ayrımı yapmayız" biçimindedir.

ZENGİNLİK DEĞİŞTİRMEDİ: UÇAĞIMIZ YATIMIZ YOK

Zenginlik bizi değiştirmedi. Özel hayatım çok mütevazıdır. İş yaşamımızdaki rakamlar öyle olmasa da biz mütevazıyiz. Çocuklarımızı magazin basınında göremezsiniz. Bütün lüksümüz oturduğumuz evler. Yatlarımız, özel uçağımız yok. Tatillerimizi mütevazı yerlerde geçiririz.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 1 KASIM 2009