ÇOK ŞÜKÜR BENİM OĞLUM KATİL DEĞİL

...

KIRLANGIÇ YUVASI / 18

ÇOK ŞÜKÜR BENİM OĞLUM KATİL DEĞİL

Güle oynaya girdiler kebapçıya. Bordo önlüklü garson masaya oturur oturmaz dikildi tepelerine. Bıkkın bir sesle dudaklarını oynatmadan saydı kebapları, pideleri. Ne dediğini anlamayan gençler, onu bekletmeden verdiler siparişlerini.

Garson, yarısına kadar dişlenmiş kurşun kalemiyle avucuna sıkıştırdığı kâğıt parçasına yazmadı, bir şeyler çiziktirdi. Yine kâğıt kalem tutan ellerini havada ve bedeninden biraz ileri uzatarak, hızla uzaklaştı.

Masadaki dört genç, orta yaşlı garsonun komik yürüyüşünü fark etmediler. Yiyeceklerini söyledikleri anda garsondan kopmuş, eğlenceli sohbetlerine dönmüşlerdi bile. Mahmut, Gökhan, Hikmet ve Kenan, üniversiteyi birlikte okumuş, birkaç ay önce farklı kentlere dağılmışlardı. Dördü de meslek yaşamına başlamadan önce son kez buluşmuşlardı. Belki yıllarca birbirlerini görmeyeceklerdi.

Lokantaya girip karşı masaya oturan dört genci de fark etmediler. Sohbeti sürdürdüler. Epey bir zaman sonra garson siparişlerini getirdi. Pide ve kebapları yemeye başladıkları sırada karşı masadan gelen seslerle irkildiler.

Oradaki gençlerden iri yarı olanı acayip sesler çıkarıyordu. Görmeseler, boğazlanan bir hayvandan geldiğini sanabilirlerdi o seslerin...

Oysa karşılarında kusar gibi yapan, öğüren bir insan vardı. O öğürdükçe, arkadaşları da omuzuna vurup, kahkahalar atarak destekliyorlardı. Çok eğlendikleri belliydi. Çevredekileri hiç umursamıyorlardı...

Hikmet, yanında oturan Mahmut’a döndü. "Şunları bir uyarsak, yoksa susacağa benzemiyorlar." Mahmut, uzun siyah saçlarını ensesinde toplamış, uzun boylu esmer bir gençti. İçlerinde en heybetli görünen oydu.

Mahmut, ayağa kalktı. Sakin adımlarla karşı masaya yaklaştı. "Bu seslere bir son verir misiniz? Yemek yiyemiyoruz orada." Öğüren genç, ayağa kalkacak oldu. Arkadaşı, "Sen dur Şahin" diyerek onu engelledi. Sonra Mahmut’a döndü. "Özür dileriz. Rahatsız etmek istemedik."

Fakat Mahmut yerine döndükten hemen sonra karşı masadan yeniden gürültüler yükseldi. Bu kez yüksek sesle konuşuyorlardı. Birisi, "Buraya döner değil, yılan getirtmek gerek" diye bağırdı. Öbürleri kahkahayı patlattı. Onu bir tehdit izledi. "Burada bazı kişilerin boğazı kesilecek!" Yine kahkahalar... Sonra yine o dayanılmaz kusma hareketleri...

Hikmet, bordo önlüklü garsonu çağırdı. "Bizi rahatsız ediyorlar. Yemek yiyemiyoruz. Uyarın da sussunlar." Garson zaten farkındaydı olanların. Masaya bir kez daha göz attı. "En iyisi patrona söylemek" diye düşündü. Kasaya gidip, patronun kulağına fısıldadı.

Şişman patron, güçlükle kalktı koltuğundan. Göbeği önde ağır adımlarla yaklaştı. Alçak sesle uyardı gençleri. Az önce arkadaşının engellediği Şahin, ayağa fırladı. Öbür masaya doğru bağırdı:

- Arkadaşlar bizden rahatsız olan var mı?

Dört bir ağızdan yanıt geldi. "Evet biz rahatsız oluyoruz." .

Şahin, alaycı bir şekilde özür diledi: "Aman efendiiiim hiç bu güzel akşamınızda sizi rahatsız eder miyiiiz? Özüüür dileriiizzz..."

Yerine oturduğunda kahkahalar atıyordu. Arkadaşları tüm çabalarına rağmen onu susturamıyorlardı. Lokantaya gelmeden önce bir barda içmişlerdi...

Ortamın giderek gerildiğini gören dört genç, yemeği noktalamaya karar verdiler. Kenan, biraz ileriye park ettiği aracını getirmek üzere önden çıktı. Öbür üçü de alelacele toparlanıp masadan kalktılar.

Mahmut, kalkarken masadaki su şişesini de aldı, hışımla karşı masaya gitti. Şişeyi masanın ortasına bir yumruk gibi indirirken bağırdı. "Alın bu şişeyi ... sokun."

Masadakilerden karşılık gelmediğini görünce arkadaşlarının peşinden yetişti. Şişman patrona hesabı ödeyip kapıya yöneldiler. Mahmut, o sırada kasaya doğru ilerleyen Şahin’i gördü. Onlar da hesabı ödeyip kalkmaya karar vermişlerdi.

Mahmut, Şahin’e döndü; "Ayıp ettiniz." Şahin, yıldırım hızıyla bir hesap yaptı kafasından. "Nasıl olsa kavga çıkacak artık. Kavgada ilk vuran kazanır." Zaten yaklaşmıştı, koşmasıyla Mahmut’un boynuna sarılıp, çelmeleyip yere devirmesi bir oldu. Botuyla karnına bir tekme sallarken, yumruklarını kaldıran Gökhan’ı gördü. Onun üzerine atlayıp yere devirdi, altına alıp vurmaya başladı.

Gökhan’ın yardımına koşmak isteyen Hikmet, bir su şişesini aldı. Tam Şahin’in kafasına vuracaktı ki, onun arkadaşı Bünyamin imdadına yetişti. O da bir masadan kaptığı su şişesini Hikmet’in başına indirdi. Başından kanlar akan Hikmet, sendeleyip yere düştü.

Bu arada hızını alamayan Bünyamin, kırılan şişeyi atıp bir yenisini aldı eline. O sırada arkadaşı Şahin’in yumruklarından kurtulup ayağa kalkmaya çalışan Gökhan’ı gördü. Yakaladığı gibi başını sol koltuğunun altına sıkıştırıp şişeyi indirmeye başladı. Üç dört kez vurdu. Burnundan kan gelen Gökhan yere yığıldı...

Erkan, olanları anlamak için lokantanın önüne getirdiği arabasından indiği sırada Bünyamin ve arkadaşları kaçıyordu. İlk gördüğü, başından kanlar akan Hikmet oldu. Onu görünce, yardım istedi. "Ağabey, beni hastaneye yetiştir." Erkan’ın gözü öbür arkadaşlarını görmedi. Hikmet’i arabasına bindirmesiyle gaza basması bir oldu.

Ancak kendini toplayıp ayağa kalkan Mahmut da etrafına bakındı. Gökhan kanlar içinde yerde yatıyordu. Yanına gitti, nabzını kontrol etti. Yaşıyordu ama kendinde değildi. O sırada gelen polis ekibinin de yardımıyla bir taksiye taşıyıp hastaneye götürdü onu. Doktorların müdahalesi de kurtarmaya yetmedi, yaşamını yitirdi Gökhan...

Ölüm haberini olay yerinden kaçanlar, sabaha karşı duydu. Kimin vurduğu ölmüştü? Bünyamin’in mi, Şahin’in mi? Şahin, "Ben uzun saçlı esmer birine vurdum" dedi. Bünyamin da sarışın birine vurduğunu söyledi.

Bünyamin’in kız kardeşi atıldı; "En iyisi seni yurt dışına kaçıralım." Bünyamin zaten Amerika’da okuyordu, tatil için gelmişti Türkiye’ye. Pasaportu hazırdı. Babası itiraz etti:

- Olmaz, oğlum suçluysa cezasını çekmeli.

"Durun" diye söze girdi Şahin’in babası, "Ben hastaneye gidip bir bakayım. Ölen kimmiş?" Dediği gibi de yaptı yaşlı adam. Bir tanıdık profesörü buldu, onun yardımıyla morga girip cesede baktı. 20 yaşında, sarışın, kısa saçlı, Amerikan tıraşlı bir genç olduğunu görünce rahatladı:

- Allaha şükür ölen şahıs benim oğlumla kavga eden şahıs değilmiş...

Faruk Bildirici / Tempo / 5-11 Nisan 2001