ÇINARLAR AYAKTA ÖLÜR GAZETELER DE

...

KIRLANGIÇ YUVASI / 84

ÇINARLAR AYAKTA ÖLÜR GAZETELER DE

Üç yaşlı adam beni bekliyordu. Üçü de sıkıntılıydı. Birisi, kapının kenarına dikilmiş, ellerini göğsüne kavuşturmuş, ikincisi oturmuş bıyıklarıyla oynuyor, üçüncüsü ise uzun masanın başına kurulmuş elindeki gazeteyi evirip çeviriyordu.

Beni görür görmez, masanın başında oturan hemen söze girdi. "Mardin’den geliyoruz." Kendini tanıtacak kadar bile sabrı yoktu. Hemen Cumhuriyet gazetesi bürosunu ziyaret nedenini anlatmaya başladı:

- Arkadaşlar, aralarında para toplayıp gazeteyle konuşmak için Ankara’ya gönderdiler. Biz Mardin’de aynı kahveye giden 50’den fazla emekliyiz. Gazeteden bir şikâyetimiz var.

Elinde tuttuğu gazeteyi gösterdi. Bulmaca sayfası üste gelecek biçimde katlanmıştı. Yarısı karalanmış bulmacayı gösterdi. "Bulmacalar çok zorlaştı. Çözemiyoruz."

Gazetenin bulmacaları bir süre önce el değiştirmiş, Şiar Yalçın bulmaca hazırlamaya başlamıştı. Tamamen farklı bir mantık hâkim olmuştu bulmacalara. Eskiden kolayca çözülen, bütün kareleri doldurunca da insanı rahatlatan bulmacaların yerini, kitaplardan yardım almayı zorunlu kılan, yine de tamamen çözmek için hayli enerji gerektiren bulmacalar almıştı.

- Herkes evdeki ansiklopedileri, kitapları kahveye getirdi. Yine çözemedik. Sonunda herkes ayrı ayrı çözmeyi bıraktı, hepimiz bir gazetenin başına topladık hep birlikte çözmeye çalışıyoruz. Yine yapamıyoruz. Çıldıracağız, böyle giderse biz bu gazeteyi almaktan vazgeçeceğiz.

Elini gazeteye vurdu. "Beyefendi" dedi. "Biz okumuş yazmış insanlarız. Ben emekli öğretmenim, arkadaşlarım da memurluktan emekli. Biz çözemezsek bu bulmacaları kim çözecek?"

İlk kez ara verdi. O derin bir soluk alırken ben de fırsat bulup, yatıştırıcı bir konuşma yaptım. Başka okurlardan da yakınmalar geldiğini, bu görüşlerin bulmacaları hazırlayan Şiar Yalçın’a iletildiğini, bulmacaları biraz daha kolaylaştıracağını anlattım.

Benim sözlerimin ağırlığından değil, kendi içinde kopan fırtınaların yoğunluğundan olsa gerek heyecanlandı, ayağa kalktı. İster istemez ben de kalktım. Gözlerini, gözlerimin içine dikerek sordu. "Peki, arkadaşlara müjde verebilir miyim? Tamam mı?"

Üç bulmaca meraklısı okur çıkıp gitti. Ben ise okurun gazetesiyle bağı konusunda aldığım bu unutulmaz dersi, gazeteye gelen her okur telefonunda canla başla uyguladım. "Ben 20 yıldır gazetenizin okuruyum" diye söze başlayan insanları can kulağıyla dinledim. Kırmamaya, üzmemeye özen gösterdim. Onlara, gerçek bir "velinimet" olarak davrandım...

İki hafta kadar önce bir gazetedeki ani çizgi değişimini görünce de ilk olarak yine okurlarını anımsadım. Kim bilir, bugün gazetelerini ellerine alınca neler düşünmüşlerdir, demekten kendimi alamadım.

O güne kadar Ecevit hükümetine destek veren gazete, o gün aniden muhalefete geçmişti. Kaleci Rüştü’nün "Bir gecede kahraman ya da hain ilan edilebilmeniz mümkün" sözünü anımsatırcasına, gazete de bir gecede "muhalif" oluvermişti.

Bir gün öncesine kadar, hastalığına rağmen Başbakan’a toz kondurmayan gazete, o gün aniden "Yatağından karıştırdı" başlığı atmıştı. İzleyen günlerde benzer haberler devam etti, gazete, üslubunu giderek tırmandırdı.

Acı olan şu ki, gazetenin aniden muhalefete geçmesinin nedeni, siyasi ya da toplumsal bir gelişme değildi. Tek neden, gazete sahiplerinin bankasına el konmuş olmasıydı. Sahibinin aynı zamanda bankasının olması, gazeteye güç vermediği gibi dezavantaj haline gelmişti.

Bir gecede muhalif olmasını, o gazetenin okurlarının fark etmediğini, güven duygusunu yitirmediklerini düşünmek, kesinlikle yanlış olur. Okuru ile güven ilişkisini yok etmenin verdiği zararın henüz banka kaybetmek kadar bariz biçimde görünmemesi doğal.

Çünkü gazeteler de çınarlar gibi ulu yapılardır, ayakta ölürler. Uzaktan bakınca anlaşılmaz ölüme ne denli yaklaştıkları. Bir gün bakarsınız devrilmiş, o zaman görürsünüz içinin boşaldığını...

Faruk Bildirici / Tempo / 11-17 Temmuz 2002