ZİYA HALİS

...

TÜRKİYE’NİN KARANLIK DÖNEMİNİN PARÇASI OLDUĞUM İÇİN HİCAP DUYUYORUM

Ziya Halis, DYP-SHP koalisyonunda bakanlık yapmış sosyal demokrat bir siyasetçi. CHP’den ayrıldıktan sonra “özgürlükçü sol” olarak tanımladığı EDP’yi kurdu ve bir süre genel başkanlığını yürüttü. Bugünlerde siyaseti saha kenarından izliyor. “Öldürülecek işadamları listesi” vesilesiyle adı gündemde.

ÖLÜM LİSTESİ: İTİRAFÇI ÖLÜM EMRİNİ ANLATTI HÂKİM DİNLEDİ

Özel Harekâtçı birisi, Cem Ersever grubunda çalışırken kaçmış Almanya’ya. Bununla orada röportaj yapmışlar. Öldürülecek işadamları arasında benim de adımı sayıyor. O röportajla ilgili faks 21 Ocak 1995’te geldi bana. 26 Eylül 1995’te de Yeni Yüzyıl gazetesi “Sakıncalı işadamları” diye bir manşet yaptı. 197 kişinin arasında benim de adım vardı. Ben o zaman Çalışma Bakanıyım. Bunu dava konusu yaptım. 6.İdare Mahkemesi, İçişleri Bakanlığı’nı suçlu buldu; tazminata mahkûm etti. İçişleri, devlet sırrı diye vermedi buna dair raporu ama “PKK’ya yardım eden işadamları” listesi olduğunu kabul etti. Listeden bazı insanlar öldürülünce böyle bir bağlantı kuruluyor. Çalışma Bakanlığı dönemimi hatırlarsınız, Tansu Çiller ile aramda ciddi sıkıntı vardı. O, sıfır zam diyor, grevlerin ertelenmesini istiyordu. Ben de zam verilmesini savunuyor, ertelemeyi kabul etmiyordum. Hatta Hürriyet, tartışmamızı manşet yaptı o zaman. Mahkeme kararından çıkardığım kadarıyla bu liste hemen her kademeye ulaştırılmış. Listede isimler gruplandırılmıştı, ben kırmızı işaretliydim. Sonra bu kırmızı işaretin ciddi bir şey olduğunu öğrendik. O da şöyle, Tekin Gencer adlı bir PKK itirafçısının İstanbul 1. Nolu DGM’de verdiği ifade var. Onun anlatımına göre, Alaattin Kanat, Yeşil gibileri ve Kırklareli Terörle Mücadele’de görevli Başkomiser Fevzi cezaevine gidiyor. O itirafçıya “Ziya Halis, Alevi bir kimlik. Git öldür gel. PKK öldürdü diye onların üzerine atarız” demişler. “Bugün bunu öldürürsem yarın başkasını öldürtürler, bunun sonu yok” diye kabul etmiyor. Hâkim, dilekçesini kaale almıyor. Milletvekilliğim bitmişti o tarihte. Sivas Milletvekili Mahmut Işık, soru önergesi verdi Adalet Bakanlığı’na. Başkomiser Fevzi’nin cezaevine gidip Tekin Gencer ile görüştüğünü kabul ettiler. Ama bugüne kadar ne itirafçı ne de o komiser ile ilgili hiçbir işlem yapılmadı. Bu listeden sonra Tansu hanımla hiç yüz yüze gelemedim. Arkasından Deniz Baykal genel başkan olmuştu, hükümeti bozdu. Seçim için geçici bir hükümet kuruldu ama Deniz Bey beni kabine dışı bıraktı.

DYP-SHP KOALİSYONU: DAVUL BİZDE TOKMAK ONLARDAYDI

SHP-DYP koalisyonunda SHP kanadı çok ciddi bir zafiyet göstermiştir. Bize verilenler turizm, devlet bakanlıkları gibi ıvır zıvır bakanlıklardı. Türkiye’de demokratikleşme olsun diye bedel ödeyerek DYP ile koalisyon yapıyorsak insan hakları ihlalini en aza indirebilmek için İçişleri Bakanlığı bizde olmalıydı. Elimize bir insan hakları bakanlığı verdiler, siz bununla oyalanın dediler ama insan haklarının en çok ihlal edildiği dönem yaşandı. Demokratikleşme bir tarafa itildi, SHP kanadı koalisyonun bir eklentisi haline geldi. İnisiyatif DYP’nin eline geçti. Davul bizim boynumuzda tokmak DYP’nin elindeydi. İnsan hakları ihlalleri, faili meçhuller, köy boşaltmalar, bir yığın yargısız infaz oldu. 1993’te TBMM’de “Kürt sorununun demokratik çözümü” girişimi başlattım. Partilerle görüştük, toplantılar düzenledik. Konuşmaları kitap yapacaktık ama nasıl olduysa taslak matbaada kayboldu. Demirel’in cumhurbaşkanlığına SHP’nin razı olmasını da siyaseten doğru bulmuyordum. DYP’lilerin Demirel’i aday göstermek üzere imza toplamaya başladığı haberi geldi. Ben de döndüm Erdal Beye, “İzin verirseniz sizin için imza toplayalım” dedim. “Olabilir” dedi önce. Sonra vazgeçti. Aslında Erdal Bey de cumhurbaşkanlığını arzu ediyordu. Yakın mesai arkadaşları, Demirel’e teslim olmayı önerdi herhalde. Bir de çok parti içi çekişme olunca sosyal demokratların toplum nezdinde güvenilirliği kalmadı. Bazılarımızın kabinede yer alması adına anti demokratik uygulamalara sessiz kaldık. Bunun bedeli de ağır oldu. 95 seçimlerinde de barajı zor geçebildik. 99’da da baraj altı kalındı.

MADIMAK: KÖKTENDİNCİLER FATURADAN KURTULMAK İSTİYOR

Ben o zaman SHP’nin genel saymanıydım. Partide toplantıdayken Sivas’taki durumu telefonla öğrendik. Aziz Nesin ve arkadaşlarının otele sıkıştırıldığından Erdal beyi haberdar eden ben oldum. Erdal Bey başbakan yardımcısı, Tansu Çiller başbakandı. Erdal Bey, gerekeni yapacak diye düşündüm. Ama Sivas’tan gelen telefonlar arttı, zor durumdaydı insanlar. İçişleri Bakanını, sonra Başbakanı aradım. Güvenlik güçlerinin zor kullanarak oradakileri dağıtmasını istedim. Başbakan dedi ki, “Birincisi yeterince güvenlik gücümüz yok. İkincisi onları dağıtırsak, Ali baba diye bir Alevi mahallesi var, oraya saldırabilirler.” Ben de “Otelin etrafında 300-400 kişi var, güvenlik güçleri rahatlıkla dağıtabilir” diye ısrar ettim. “Sen bilgilerini teyit et beni ondan sonra ara” dedi ama sonra bir daha kendisine ulaşamadım. Cumhurbaşkanı Demirel’in, “Halkla güvenlik güçlerini karşı karşıya getirmeyin, çatıştırmayın” diye bir talimatı oldu o zaman. Süleyman Beyin onları masum halk sayan bu talimatı valinin davranışını ciddi şekilde etkiledi. Bir tereddüt ve çaresizlik hali yaşandı. Tabii bu, şeriat özlemcileri, köktendinci anlayışa mensup güruhun yaptığı bir eylem olarak ortaya çıkıyor, onda hiç şüphe yok. Ama derin yapılanmaların bu işte bir parmağı var gibi geliyor bana. Yoksa göz göre göre böyle olması, devletin buna seyirci kalması, üstelik sosyal demokratların yarım yamalak iktidarına ve partinin üçüncü adamı olan benim bütün çırpınmalarıma rağmen böyle olması akla bunları getiriyor. PKK’nın bu komploda yer aldığı iddialarına kesinlikle ihtimal vermiyorum. Kendilerini köktendinci, dinci sayan çevreler bu vahşetin altında eziliyor. Bu faturayı üzerlerinden atmak istiyor bu kesimler. Böyle kafa karıştırarak, Yücel Halis, PKK hattına çekmek istiyorlar. Yücel, o sırada Sivas’ta değildi, Özgür Gündem gazetesinde işletme müdürüydü.

KOMUTLA OLMUYOR: BİR YEĞENİM PKK’LI DİĞERİ POLİSTİ

Yadigar Akanlaç akrabamız, yeğenimiz. O polisti, sol fraksiyonlar tarafından kurşunlanarak öldürüldü. Yücel Halis de yeğenim. Liseye kadar benim yanımda okudu. Eskişehir’de iktisat fakültesine okumaya gitti. PKK ile orada ilişki içine giriyor. Ama bunu bizden gizliyor. İktisat’ı bitirdiğinde Yücel’e bizim müteahhitlik işlerinde görev vermeye çalıştım. Bir hafta bana müsaade edin dedi, o günlerde de örgüte katılmak üzere Türkiye’den ayrıldığını yazan bir mektup bırakıp gitti. Yücel daha sonra geldi hapse girdi. Bu arada karşılaştık, mücadele biçiminin doğru olmadığını anlatmaya çalıştım ama o bizi suçlamaya başladı. “Sen, Koçgiri halkını TC’nin kuyruğuna takıyorsun.” Dolayısıyla Yücel ile mutabık kalamadık. O yolunu kendisi çizdi. Cezaevinden çıktıktan sonra o Özgür Gündem gazetesinde çalıştı. Arkasından tekrar dağa gitti. Bunu parti içindeki rakiplerim çok fazla kullandılar. Her şeyde “Ziya Halis’in yeğeni PKK yöneticisi Yücel Halis” diye verdiler. Gençleri, aile büyükleri olarak komutla kanalize edemiyorsunuz. Tabii gene ateş düştüğü yeri yakıyor. Maalesef 28 Eylül’de hava sortileri sonucunda Yücel öldü.

KOÇGİRİ: KUNDAKTAKİ ANNEMİ ÇALININ ALTINA SAKLAMIŞ

Zara’nın küçük, yoksul bir dağ köyü olan Emirhan’da doğdum. İlkokulu köyde okudum. Annem ve anneannem anlatırlardı, 1920’de Koçgiri’de olanları. Hadise derlerdi. Hadisede, annem üç-dört aylık bir bebekmiş. Anneannem askerlere yakalanacağından korkmuş, annemi çalının altına saklayıp devam etmiş kaçmaya. Dedem, ailemizle dost bir Türk köyünde anneannemi karşılıyor. Sonra o köyden biri gidiyor, annemi tarif ettikleri çalının altından alıp, bohçasını tüfeğinin ucuna takarak getiriyor. Annem öyle kurtuluyor. Topal Osman kırıp dökmüş; ordu komutanı Sakallı Nurettin Paşa gelmiş büyük kırım yapmış. Çok acı çekmişler, malları alınmış, canları gitmiş. Yaşananlar ailede ciddi bir travma yaratmıştı. Kimse bize Kürt olduğumuzu söyletmezdi, hatta Türkçe konuşmak gurur vesilesiydi. Şimdi Dersim konuşulurken Koçgiri’den bahsedilmemesinden şikâyetçiyiz. Neden Koçgiri konuşulmuyor? Dedeler senede birkaç kez köye geliyor, cem tutuluyordu. Jandarma gelirse haber vermesi için kapıya nöbetçi dikiliyordu. Ben tanık olmadım ama jandarma geçmişte yakaladığı dedelerin sakalını kesmiş. Çocukken aramızda “Bak jandarma geliyor” diye birbirimizi korkuturduk. Eşim Sakine ile aynı köydeniz. Ama o Türk, ben Kürdüm.

TRAVMA: ÜNİVERSİTEYE KADAR ALEVİ OLDUĞUMU GİZLEDİM

Babamı ben üç yaşındayken kaybetmişiz. En küçükleri benim. Dört çocuk. Annem, babamı kaybedince dedeme çok bel bağlamıştı. 27 Mayıs’ta dedemi alıp götürecekler, asacaklar diye korku içindeydi. Babam CHP’liymiş. Dedem de Demokrat Parti bucak başkanıydı. Dedemi şikâyet etmişler ama gözaltı olmadı. Sonra Sivas’a ortaokula geldiğimde bir travma yaşadım. Dayım Sümerbank’ta memurdu. Bir gün mahallenin çocukları top oynuyorlardı. Ben de yaklaştım ama yüz vermediler bana. Eve yöneldim, arkamdan “Sırtı sarı” diye konuştuklarını duydum. Alevi olduğumu öğrenmişlerdi. Tabii üzüldüm. Liseyi bitirene kadar Alevi inancının ritüellerini yerine getiriyordum, cem ayinlerine katılıyordum. Üniversiteye gidene kadar Alevi olduğumu da gizliyordum. İTÜ, İnşaat fakültesinde sol hareketlerle tanışınca inançlarım değişti. Ben sosyal demokrat çizgide olan bir öğrenciydim. Boykotlara, yürüyüşlere katılıyordum ama daha çok bir an önce okulu bitirmeyi gündemine almış bir gençtim. Üniversiteye 67’de girdim, o yıl Fransa’daki gençlik hareketleri Türkiye’ye de yansıdı, fiilen o olayların içinde olduk. Ama bir fraksiyonun, örgütlenmenin içinde olmadım.

MÜHENDİSLİK: KEBAN BARAJINDA ÇALIŞTIM

Üniversiteyi bitirince Devlet Su İşleri sınavına girdim. İlk sırada kazananlardan biriydim. Bekâr olduğum halde lojmanı olan bir yer istedim. Çünkü annemin benden ciddi beklentisi vardı. Köyde koşullar çok zordu. Benim üzerimde ciddi bir yer etmişti bu sözleri. Keban baraj inşaatına gittik mühendis olarak. Annemin oraya götürdüm, güzel bir lojman verdiler. Keban’da çalıştım 2.5 yıl. Askerlik dönüşü bir mimar arkadaşımla Sivas’ta mühendislik proje bürosu açtık. 2-3 yıl sonra müteahhitliğe atladık. Ailemdeki beklenti bende büyük sorumluluk duygusu uyandırmıştı. Bizim yörede öyle üniversite bitiren kimse yoktu. Babam ölünce kardeşlerim okulu bırakmış, aile benim üzerimde yoğunlaştı. Bu duygu ben teknik üniversiteyi kazandıktan sonra çevre köylere de dağıldı, “Aman Ziya okuyacak adam olacak” diye. Tatillerde geldiğimde üç dört saat uzaklıktaki köylerden bana hoş geldin demeye insanlar gelirdi. Niye? Benim okumamı önemsiyorlardı. Politikayla ilgilenmem biraz da bu etkiden kaynaklandı. Sivas’ta mühendislik yaparken demokratik kitle örgütlerinde çalışma başladım. Teknik Elemanlar Derneği başkanlığını yaptım. CHP’ye de girdim. 79’da divan başkanı olduğum kongrede benim desteklediğim muhalefet grubu kazandı. Artık Sivas’ta tanınır bilinir bir insan olmuştum. 12 Eylül gelince dernek de CHP de kapatıldı. O arada Hava Kuvvetleri’ne ait bir lojman ihalesini aldım. O işi takip etmek üzere Ankara’ya taşındım, orada büro açtım.

PİŞMANLIK: MADIMAK’TAN SONRA İSTİFA ETMELİYDİM

12 Eylül’de Bülent Ecevit’i bazen ziyaret ediyordum. Askeri rejime karşı bir duruşu vardı. Aziz Nesin’in içinde olduğu bir Aydınlar bildirisi yayınlandı, o bildiriyi imzalayanlardan biriydim. 83 seçimlerinde Ecevit’e gittik, “Askerlerin icazetiyle olan meclisi içime sindiremem, seçime girmeyin” dedi. Onun yönlendirmesiyle Halkçı Parti’den milletvekilliği adaylığını reddettim, seçimlerde tak tak (boş oy) kullandık. Ama Ecevit de tutarlı davranmadı, askerlerin icazetiyle seçilen Halkçı Parti’den adam aldı, grup kurdu. Ecevit kötü sınav verdi benim gözümde. 87 seçimlerinde önseçimde liste başı oldum ama SHP barajı aşamadı. 91’de tekrar liste başı olduk, 20 bin tercih oyuyla milletvekili seçildik. Bugün konuştuğumuz siyasi süreçler öyle başladı. Bugünden geriye bakınca iki pişmanlığım var. Birincisi Madımak olayları sırasında koalisyonda bulunmamız, SHP’nin bu işin parçası olması bana çok ağır gelmişti. Hükümete güvenoyu vermemek şeklinde tepkimi gösterdim. Keşke bunu ciddi bir siyasi mesele haline getirip partiden istifa etseydim. İkincisi o ortamda göremiyor, hissedemiyordum ama bugün ortaya çıkanlardan görüyorum ki, benim de içinde bulunduğum, şu veya bu şekilde payımın olduğu o günler, Türkiye’de bir karanlık dönem. İşin doğrusu bundan üzüntü duyuyorum, hicap duyuyorum. Böyle bir dönemin parçası olmaktan, gerekeni yapamamaktan üzüntü duyuyorum. Yüzüm kızarıyor.

GENEL BAŞKANLIK: KEMAL BEYİN GELİŞİ BİZE DARBE VURDU

95’teki kurultayda Deniz Beyin listesini delip Parti Meclisi’ne seçilen beş altı kişiden biriydim. Baykal genel başkan olduktan sonra partide tasfiyelere başladı. Ben muhalefet ettim uzun süre. Erdal Bey, yeniden parti kurma pozisyonuna girince muhalifler teker teker ayrıldılar. Erdal Bey, Deniz Beyin işini öyle kolaylaştırdı ki, partide benden başka muhalif kalmadı. Nefes alamaz olmuştum. 2001 kurultayında çıktım konuştum, Baykal’ın politikalarının yanlışlığını anlattım ve partiden ayrılacağımı orada söyledim. CHP tek kişilik bir parti haline gelmişti. O partide figür olmak yerine ayrılıp batı standartlarında sol, sosyal demokrat parti yaratma mücadelesi içine girdik. Görüşmeler, toplantılar yıllarca sürdü. En son Mart 2010’da Eşitlik ve Demokrasi Partisi’ni (EDP) oluşturduk. Dört ana grup vardı; 10 Aralık hareketi, SHP, ÖDP’den ayrılan “Yeni sol” grubu ve Alevi hareketi. Program ve tüzük üzerinde anlaşıldı fakat genel başkanlık aşamasında 10 Aralık’ın çekirdek kadrosu koptu. Önce Altan Öymen’e teklif ettiler, o hayır deyince benim genel başkanlığım üzerinde anlaştılar. Türkiye’de gerçekten demokrat, özgürlükçü bir sol partiye ihtiyaç olduğuna inanıyordum. Sorumluluktan kaçıyormuş gibi algılanmasın diye peki dedim. Öyle 1.5 yıl kadar bir EDP Genel Başkanlığı sürecini yaşadım. CHP’deki gelişme, Kılıçdaroğlu’nun gelişi ciddi bir darbe vurdu bize. Oradan beklenti arttı, partiden kopuşlar başladı. Yoğun baskı oldu üzerimizde, “Siz de bırakın gelin” diye. CHP’nin beklentilerimiz doğrultusunda bir moda geçmesini kaygıyla karşıladım ve katılım teklifini reddettim. Kemal Bey başlarken büyük beklenti içine girilmişti. Ama yüzde 26’da kaldı. Bence beklenti gerçekleşmedi. Şimdi iyi durumda olmadıklarını herkes görüyor. Keşke CHP, demokrat, özgürlükçü, barışçı bir çizgiye evrilse, biz de ömrümüzün bu kalan kısmında çorbada tuzumuz olsun diye yardımcı olsak. CHP değişirse kayıtsız kalınamaz.

REFERANDUM: EVET DEDİK AMA İKTİDARA BAĞLI YARGI DOĞDU

Biz yargıdaki bürokratik vesayetin kırılmasını istiyorduk. O günkü şartlarda EDP olarak referandumda “Evet” oyu kullanma kararımız doğruydu, iyi niyetle davrandık. Bektaşi hikâyesinde olduğu gibi “Bundan daha kötüsü olmaz” dedik. Ayrıca 12 Eylül anayasasını korumak gibi psikolojik bir sıkıntı içine giriyoruz onun için evet oyu verme kararımız çıktı. Şu anda yargının bağımsız, tarafsız bir yargı moduna girdiğini düşünmüyorum. Hatta HSYK’nın seçimindeki blok oylamalar, özel mahkemelerin değişmemesi, siyasi iktidara bağlı yeni bir yargı doğduğu izlenimi veriyor. 12 Eylül Anayasasının getirdiği yargıyı mı arzu edeceğiz, bu yargı mı? Valla al birini vur ötekine. Ne yazık ki, bugün yargı demokratikleşmedi! Bu anlayışa karşı da mücadeleye devam etmemiz gerekir.

AYHAN ÇARKIN: UMARIM DOĞRU SÖYLÜYORDUR

Ayhan Çarkın’ın riski göze alarak faili meçhuller konusunda konuşmasını takdir ediyorum. Umuyor ve diliyorum ki, söyledikleri doğrudur ve bunlar kanıtlanır. “Tarık Ümit’in nereye gömüldüğünü göstereceğim” diyor. Bunun izi sürülerek bu mesele kime kadar gidiyorsa kimsenin gözünün yaşına bakmadan götürmek lazım. Umuyorum ki bu yapılır. Ama bu yargının da ne yaptığı belli olmuyor. Acaba yargı gerçekten bunları ortaya çıkaracak mı, yoksa birilerinin siyasi gelecek planlarına dönük mü bir şeyler yapacak? Bu kaygımı da ifade edeyim.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 25 ARALIK 2011