ZELİHA BERKSOY

...

Tiyatro tarihinde eşsiz bir yere sahip isimlerinden olan Zeliha Berksoy, bugünlerde kendini annesi Semiha Berksoy adına kurulan vakfa adamış durumda. Yine oyunlar sahnelemeye, genç tiyatrocular yetiştirmeye de devam ediyor tabii. Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’dan farklı olarak devlet tiyatrolarının gerekliliğine inanıyor. Ne de olsa orada başlamış sanat yaşamına.

SANAT ELEŞTİRİR: TİYATROCULAR FAZLA SEVİLMEZ

Sanat, yaşamın içinde eleştirel bir yerde duruyor. Özellikle tiyatrocuların dili uzundur, fazla sevilmezler. Bakın müzisyenler, dansçılar, orkestralar bir yere kadar sevilir ama iş tiyatroya geldi mi, tiyatro dilli düdük. Bizim genç tiyatrocular çok zeki, çok akıllı, her şeyi anında algılıyorlar ve bizim gençliğimizdeki gibi naif de değiller. Çok daha farklı, hızlı tepki gösteriyorlar. Bu çok iyi. Avrupa’daki tiyatrocularda bu kadar atraksiyon göremeyebilirsiniz. Yalnız popüler sanat meselesi var bir de. Global ekonomi, pazarlama, reklam ve tüketici ekseni içinde popülariteyi pompaladı. Ancak böyle sabun köpüğü gibi bir etki yaratırsınız. 68’li yıllarda İstanbul’da 40 tane özel tiyatro perde açardı. O zaman 40 tiyatro varsa şimdi bu nüfusla 140 olması lazım. Ama yok! Çünkü 80’den sonra müthiş bir kültür erozyonu yaşandı. Bakın Bedri’yi (Baykam) ve asistanını bıçakladılar. Son derece kültürsüz, cahilane bir hareket. Bir de o toplantı Mehmet Aksoy’un insanlık anıtı heykelinin yıkılmasına karşı düzenlenmişti. Sanata böyle vahşi bir saldırı olması ülkemiz adına iyi değil.

BAKAN GÜNAY’A YANIT: DEVLET TİYATROLARI GEREKLİ

Devlet Tiyatroları’nda önceki yıllarda klasiklerden, Avrupa ve Amerika’da oynanan oyunlara kadar geniş bir repertuar yapılıyordu. Türk yazarların oyunları da vardı. Bakın şimdi böyle yedi dağ çiçeği derleniyor. Devlet tiyatrolarının birinci görevi klasikleri tanıtmaktır. Antikleri, yani kalabalık kadrolu ve büyük para gerektiren prodüksiyonları yapmak zorunda. Özel tiyatro yapamaz. Bu tür büyük prodüksiyonları, devlet tiyatroları, devlet operaları, senfoni orkestraları yapmak zorunda. Bütün Avrupa ülkelerinde böyledir. Büyük projeler, gişe kaygısı taşımayan ve özgün, hacimli sanat olayı olarak büyük paralar gerektirir. Ben 45 senelik oyuncuyum. Bunun 40 senesi özel tiyatrolarda geçti. Ama devlet tiyatrosunun gerekli olduğuna inanıyorum. Tartışılan "Genç Osman" oyununu izlemedim. Niçin çıkıp oyunun yönetmeni Şakir Gürzumar konuşmuyor? Yönetmen çıkacak, "Bir dakika efendim benim oyunumda böyle bir sahne var, bu interaktif tiyatro" diye açıklayacak. Bu böyle ortada bırakılamaz. Bakana da oyuncunun değil, sorumluluğu üzerine alıp Şakir Gürzumar’ın gitmesi gerekirdi. O sahnenin sonra değiştirilmesine nasıl izin verdi? Oyunda tek irade rejisördür.

ÇİRKİN VE YAKIŞIKSIZDI: BEN DE OYUNU TERKETTİM

Tabii ki bir oyunda eleştiri olabilir ama karalamaya, hakaret ve cesurca alaya dönüşüyorsa o zaman siz de tepkinizi gösterebilirsiniz. Freiburg Tiyatrosu’nun "Kabine" adlı oyunu, interaktif bir oyundu. Orada bana bir soru soruldu, ben de cevap verdim. Belki verdiğim cevap Alman oyuncuların hoşuna gitmedi. Ama o zaman soru sormaya cesaret etmeselerdi. Çok tepki gösterdiler sözlerime. O şakacı haller birden bire bağırmaya dönüştü. Ben de oyunu bırakıp çıktım. Oyunun bütününü hem sanatsal hem bilgi olarak çok eksik ve zayıf buldum. Atatürk’e karşı komikçe saçma sapan lakırdılar vardı. Deniz Gezmiş’e karşı çirkin ve yakışıksız sözler, hareketler vardı.

SEMİHA BERKSOY VAKFI: İSMENE’Yİ OYNUYORUZ

Semiha Berksoy, tüm sanatların birliği kavramının dahi bir temsilcisidir. Geçen yıl bu dünya çapındaki sanatçının 100. doğum yılıydı. Çok güzel etkinlikler oldu. Semiha Berksoy Opera Vakfı’nın varoluş nedeni, Semiha Berksoy’un eserlerinin korunması ve onun tanıtılması. Gündemimizde yeni projeler var ve en önemlisi Semiha Berksoy Müzesinin oluşumu. Semiha hanım, büyük bir koleksiyon bıraktı. Tabii bütün eserleri müzeye aynı anda koymaya kalksak sığmaz. Her seferinde belirli konseptlerde uzun süreli olarak sergileyebiliriz. Vakıfta küçük bir salonumuz var. 20 izleyici alıyor. Epik ve avangard tarzı butik oyunlar sergiliyoruz orada. Bunlardan biri Yannis Ritsos’un İsmene’si. Çarşamba ve Perşembe akşamları oynanıyor. İsmene, Cevat Çapan’ın Türkçeye kazandırdığı çok değerli epik bir şiir. Almila Uluer Atabeyoğlu oynuyor. İsmene, vahşet, savaş, barış, insanlık, vicdan konularında mesaj veren ve toplumsal dönüşümlerin içinde faşizm olgusunun hiçbir zaman bitmediğini anlatan bir oyun. Çok güzel eleştiriler aldı oyun. Bu yılın en iyi üçlerinin içinde bir proje oldu. Bundan da çok mutluyuz. İstanbul ve Ankara’da, Uluslararası Tiyatro Festivalinde de oynandı. İkinci projemiz de Nâzım Hikmet’in Jokond ile Siyau’su. Onu da ben evvelki sene Uluslararası Tiyatro Festivali’nde oynadım.

ÇOCUKLUK: SAHNEYLE HAYATA BAŞLADIM

Dünya tiyatrolar gününde doğdum. Annem doğum sırasında Tosca’nın ünlü aryasın söylemiş. Beni ilk kez dört yaşındayken sahneye çıkarıyorlar. Shakespeare’in ""Yanlışlıklar Komedyası"nda rahibenin yanında kilise çocuğu olarak çıkıyorum sahneye. Ankara Devlet Tiyatrosu’nda. Annem de o oyunda oynuyor. Yıllar sonra "Asiye Nasıl Kurtulur"da da annemle aynı sahneyi paylaştık. Sahnenin tozunu küçük yaşta yutmakla kalmadım. Sahneyle hayata başladım ben. İlk seyrettiğim opera Viyana’da, Wagner’in "Tanrıların çöküşü" operası. 3.5 yaşındayken annem, Viyana’ya götürüyor beni. Girişte diyorlar ki, "Aman çocuk girmez operaya." Annem, "Yok, o hiç sesini çıkarmaz dinler" diyor. Gözümü kırpmadan sessizce dinlemişim gerçekten. Sahne terbiyesini küçük yaşta öğrendim. Kulisten oyun seyrederdim. Düşün ki, çocuk orada bir anne diye bağırsa oyun mahvolur. Ankara’da operada dekoratördü Turgut Zaim. Annemin de akademiden arkadaşıydı. Annem yukarıda prova yapacağı zaman beni onun atölyesine bırakırdı. Turgut bana resim yaptırırdı. Sonra da çok resim yaptım ama tiyatro eğitimi ağır basınca resimden uzaklaştım.

KONSERVATUAR: MÜCADELEYİ GÖZE ALIYOR MUSUN?

Ankara Devlet Konservatuarına gitmeyi ben istedim. Tiyatro okuluna gideceğim diye böyle aileyi toplayıp, Hamlet okurdum her gece. Gideceğim diye tutturdum. Annem istemiyordu. Sonunda "Bak bu çok zor bir yol, benim hayatımı gördün. Büyük bir mücadele ve acı var bu hayatın içinde. Sen bunu göze alıyor musun?" dedi. "Evet, alıyorum" dedim. "Peki o zaman sen bilirsin." Annem hiç beni çalıştırmaz, hiçbir parçama bakmazdı. Annemden de babamdan da çok korkardım. Çünkü beğenmedikleri an beni yerin dibine geçirecek nitelikteydi ikisi de. Beğenmeseler hemen beni tiyatrodan çekerlerdi! Allaha şükür hiç beğenmedikleri olmadı. Bakalım bizim kız ne yapmış gözüyle geliyorlardı. Hiç hatanız olmayacak, sürekli sınavdaydım ben. Bunu Genco (Erkal) bilir, prömiyerde falan ödü kopardı annem ters bir şey söyleyecek diye.

BABAM DOĞRU SEÇİM: NÂZIM HİKMET’E CEZAEVİNDE SÖYLÜYOR

Nâzım Hikmet ile 34-35’li yıllarda öyle bir passion (tutku) yaşanıyor. O uzlaşmaz bir aşk. Annem, 1942’de Nâzım’ı cezaevinde ziyarete gidiyor. Çıkarıp, babamın resmini gösteriyor. "Bu adamla evleneceğim" diyor. Nâzım, "Ben çıkınca seninle birlikte oturacağım" diyor ama Semiha hanım dinlemiyor. Âşık olmuş babama. Sonra Nâzım ile çok iyi dost oluyor annem. Annem, babam Ercüment Siyavuşoğlu ile 35 sene, ölene kadar evli kaldı. Babamın soyadı resmi soyadımdı. Annemin soyadı Berksoy ile tanınınca sonra onu da resmen aldım. Babamla aneminin arasında büyük bir aşk var. Babam çok yakışıklı, güzel bir adamdı. 7 yaşında başlamış piyano çalmaya. Anneme ev konserlerinde babam eşlik ederdi. Babam siyasi bilimler okuyor Paris’te. Sorbon’u bitirip dönünce kendi şirketinde çalışıyor. Anneme sanatında son derece saygı gösterir, annemin deyimiyle onu bir kuş kadar özgür bırakırdı. Mesela annem "Viyana’da konser vereceğim" der. Babam "Elbette" der. Annem vınn gider. Annem kadar sanatıyla bütünleşmiş bir insan düşünün ki, engelleyen bir eş olsa yürümezdi. Annemin hayatta en büyük şansı ve en doğru seçimidir babacığım.

BERLİN’E GİTTİM: KOCA BİR BRECHT REPERTUARIM VARDI

Babam Fransa’ya gitmemi istedi. Annem de rehber oldu bana, Berlin’e gitmemi istedi. Birincisi Avrupa sanatının koyu damarı Berlin’dedir. Paris, Roma hafiftir açıkçası. Viyana ve Berlin koyudur, klasik sanat. Bir de annem, "İki dünya birlikte bu şehirde. Doğu Berlin ve Batı Berlin. Onun için çok rica ediyorum Berlin’e gitsin Zeliha" dedi. Berlin hakikaten çok doğru bir karardı. Berlin’e gittik biz, Schiller Theater’dayız. Annem "Şimdi seni dünyanın en büyük tiyatrosuna götüreceğim" dedi. Berlin Ensemble’a götürdü. Bize loca açtılar. Oturduk izledik. Brecht’in "Adam adamdır" oyunu oynanıyordu. Nefis bir ekipti oynayan. Boleslaw Barlog, genel sanat yönetmeni yani savaştan sonra o tiyatroyu kuran adam. Onun asistanıydım. Ama doğuya gidip sürekli oyun izliyordum. Yedi sekiz ay gidip geldim. Fakat ilkbahardan sonra Berlin Ensemble’a düzenli gitmeye başladım. Dramatik tiyatro ekolünün üzerine epik oyunculuk meselesini, Brecht’in oyunlarının oynanış şekilleri, uygulanan stilleri orada öğrendim. Zaten Brecht hayranıydım, şansonlarına tutuldum. Türkiye’ye döndüğümde Almanca koca bir Brecht repertuarım vardı. Nitekim ilk konserimi 1972’de Alman Kültür Merkezi’nde verdim. Biz dört yıl süreli her şubatta Brecht’in doğum gününde Ankara. İstanbul, İzmir Alman Kültür Merkezleri’nde turne yapardık. Piyanoda Ferdi Stadrer eşlik ediyordu. Kendisi de uzun yıllar İstanbul Filarmoni Orkestrası şefliğini yapmıştır.

O BİR EFSANE OYUN: ASİYE NASIL KURTULUR

Almanya’dan döndükten sonra Devlet Tiyatrosu’nda bir uyum sorunu yaşadım. Orada büyük roller oynamıştım. Cüneyt Gökçer’in sevgili öğrencisiydim. Bana çok değer verirdi. Bana inandı, 20 yaşında Avrupa’ya yolladı. Ben döndüğümde oyuncu, düşünce ve seçtiğim tiyatro ekolü olarak çok farklı bir yerde olduğumu gördüm ve çok hayret ettim. Tam damdan düşmüş gibi oldum. Hiç oyun oynamadan hemen Devlet Tiyatrosundan istifa ettim. 23 yaşındaydım. Hoca çok kırıldı bana. Yine Berlin’e dönmeyi düşünüyordum. O sırada bir gün kapı çalındı. Vasıf Öngören geldi, hiç tanımıyordum. "Bu oyun okumanızı istiyorum" dedi. İçeri girmeden kapıdan verdi metni. Bir de "Zehra rolünü annenizin oynamasını istiyorum" dedi. Sonra reddettiğimizi söylemek için görüşmeye gittik TRT’ye. Orada onun arkadaşları vardı. "Aman yapmayın etmeyin bunu oynayın" diye ısrar ettiler. Üç saat cebelleştik. Meğer Vasıf Öngören bizi kandırmak için orayı seçmiş. Sonunda peki dedik çıktık. "Ne olacak üç ay oynar Berlin’e giderim" diye düşünüyordum. Fakat ne mümkün? "Asiye Nasıl kurtulur" bir başladı Türkiye birbirine girdi. İki sene matine suare oynadım. Kıyamet kopuyordu. En popüler oyunum oldu. Ankara Birlik Sahnesi’nde oynadım, Anadolu turneleri yaptım. Ertesi sene Dostlar Tiyatrosu Genco Erkal’ın rejisiyle sahneye koydu. Orada da bir sene oynadım. İlk başta çok üzerinde durmuyordum. Fakat 20-30 seneyi aşıp da hâlâ böyle Asiye denince herkes anlatıyorsa "Demek bu bir efsane" diye kabul ettim. Asiye’den sonra çok güzel oyunlar oynadım. Genco Erkal ile "Brecht Kabare"yi yaptık. Onunla bir Long play çıkardık. Brecht’in, "Kafkas Tebeşir Dairesi"ni, Marlene Dietrich’in hayatını oynadım. Genco, 98’de Brecht’in doğumunun 100. yılında bir kolaj yaptı "Yosma" adıyla. Dostlar Tiyatrosu’nda oynadım, tek kişilik bir müzikaldi. Avrupa ve Amerika turnesi yaptım.

DİZİ VE SİNEMA OLMADI: TİYATRO HER GÜN YENİ BİR SINAV

Dizilerde oynamayı tercih etmiyorum. Beni metin çok etkiler. Oyuncu olarak da yönetmen olarak da benim bir metne âşık olmam lazım. Onun için biraz seyrek oynuyorum. Seyrek eser sahneye koyuyorum. Zor âşık oluyorum yani. Sinemada yönetmenlerimizle böyle bir buluşmam olmadı benim. İki filmim var. Buluşma olabilseydi belki daha çok filmde oynayabilirdim. Ama zaten o sırada yoğun şekilde politik tiyatro yapıyordum. Şunu söyleyeyim, ben seyircinin karşısında olmayı seviyorum. Seyircisiz bir ortamda oynamak bana boşluğa oynamak gibi geliyor. Ona sinemacılar, oyuncular çok alışkın. Tiyatroda her gün seyircinin karşısında yeni bir sınava çıkıyorsunuz. Alkışlarla yenilenip tazeleniyorsunuz. Duygusal anlamda beni daha yukarda tutuyor.

İSTANBUL: POLİTİKACILAR SANATA SAYGI GÖSTERMELİ

Ankara Birlik Tiyatrosu’ndan ayrılıp Dostlar Tiyatrosu’na geçtiğimde İstanbul’a taşındım. Evlendim o sırada. Yıldırım Aktuna ile dört yıl evli kaldık. Bir oğlumuz var. Oğul Aktuna. Aslında sanatçı ruhu var da belki evde çok sanatçı olduğu için istemedi. Amerika’da global ekonomi ve pazarlama okudu. Şimdi de politika ile ilgileniyor, CHP’li. Sanırım gelecek seçimlerde bir yerden aday olur. Babasının misyonunu devam ettirmek istiyor. Yıldırım Bey, belediye başkanlığı sırasında bir tiyatro kurmak istedi. Bakırköy’de Türkiye’nin üçüncü ödenekli tiyatrosunu kurdum. Baruthane binasında inşaatın başında durdum üç yıl. Çok önemli yazarlardan bir repertuar tiyatrosu kurdum. Deli bir çalışmaydı benimki. Fakat Yıldırım Bey, iki sene sonra ayrılıp Sağlık Bakanı oldu. ANAP’lı yeni başkan Ali Talip Özdemir ile kanımız uyuşmadı. Gerekçesiz biçimde görevden alma yoluna gitti. Biz de ona idari bir dava açtık. Altı sene sonra da kazandım, tazminatımı aldım. Geri dönmeyi zaten istemiyordum. Sonra Beşiktaş Belediyesi’nde de kültür sanat platformu kurdum. St. Petersburg, Moskova ve Prag senfoni orkestralarını getirdik. "Mikado’nun çöpleri"ni, Haldun Taner’in "Gözlerimi kaparım vazifemi yaparım"ını sahneye koydum. Bir süre etkinlikler konserler yaptık, fakat oraya da yaranamadık. Üçüncü yılın sonunda oradan da hafif kırık olarak elimizi eteğimizi çektik. Politik insanlar, sanata kültüre saygı göstermeli. O insanı itip kakmamalı.

ÜNİVERSİTE: GENÇLER TİYATROYU ÇOK SEVİYOR

35 yıldır Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuarı Sahne Sanatları bölüm başkanıyım. Gençler tiyatroyu çok seviyorlar. Her sene sadece bizim okula 600-700 kişi yetenek sınavına giriyor. Sadece 15’ini alıyoruz okula. Önce "artist mektebi" diye bakıyorlar. Oysa sadece oyunculuk değil, bunun teknik kondisyonu, diksiyonu var. Tiyatro tarihi, sosyal tarih, felsefe, toplumsal tarih öğreneceksiniz. Bunları bilmezseniz zaten tiyatrocu olmuyorsunuz, komik oluyorsunuz. Okulların sayısı arttı. Her sene 200 mezun çıkıyor. Neresi alacak bu çocukları? Opera sanatçıları, harikulade sesler var. Mezun oluyor operalar almıyor. Oyun başına 30 lira 40 lira veriyor. Dünya yüzünde böyle bir şey var mı? Bakın Avrupa kapışıyor dansçılarımızı, operacılarımızı. Bazıları çekip gidiyorlar. İşte o yüzden dördüncü beşinci sınıfta sıkıntım başlıyor. Çocukların gözlerine bakınca hüzün doluyor içime. "Hadi gitmeyin bir sene daha sınıfta bırakayım sizi bakın okulda ne güzel oyun oynuyoruz" diyorum bazen. Çocuk, gitmek istiyor ama nereye gidecek? İyi tarafı çocuklarda müthiş bir enerji olması. Kendi tiyatrolarını kuruyorlar, yeni alanlar yaratıyorlar.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 1 MAYIS 2011