ZAFER ÜSKÜL

...

Prof. Dr. Zafer Üskül, solda siyaset yapmış, sivil toplum örgütlerinde mücadele etmiş bir isimdi. 2007 seçimlerinde Başbakan Tayyip Erdoğan’ın davetiyle AKP saflarına geçmesi şaşırtmıştı. Milletvekili seçilmesinin ardından TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu’nun başkanlığına getirildi. Beklenenin tersine Anayasa değişikliği çalışmalarında geride kaldı. AKP’nin yeniden aday göstermediği Üskül, sessizce veda ediyor siyasete.

MÜLKİYE: AVRUPA SOLU’NA YAKIN ÇİZGİYE GELDİM

61 sonbaharında Ankara’ya geldim. Siyasal Bilgiler Fakültesi’ne geldiğimde herkes solcuydu, ben de kendimi birden solda buldum. Ama solculuğun ne olduğunu bilmiyoruz. Pulitzer’in Felsefenin Temel İlkeleri’ni okumakla başladık. Okumaya öğrenmeye çalışıyordum. Ben hayatımın hiçbir döneminde fanatik, militan olmadım. Hocamız Sadun Aren’e milletvekili veya bakanlardan birinin komünist demesini protesto etmek için Cebeci’den meclise kadar yürüdüğümüzü hatırlıyorum. O zaman Meclisin kapısına kadar yürünebiliyordu. İlk gençlik eylemim oydu. Tabii fakülte içinde öğrenci derneği seçimlerinde de yer aldım. Fikir Kulübü’nde bir dönem ikinci başkanlık yaptım. Türkiye İşçi Partisi’nin, Altındağ ilçe gençlik kolunun kurucu yönetim kurulu üyesiydim. O zamanlar kendime sosyalist diyordum. Ben hâlâ öyleyim, evet. Fakat zaman içinde öyle Sovyetler Birliği’nde olduğu gibi devrimle, tek parti diktatörlüğüyle bu işin olmayacağı düşüncelerim olgunlaştı. Avrupa Solu’na daha yakın bir çizgiye belki geldim. 68 olaylarını Fransa’da yaşamak ilginçti benim açımdan. Öğrencilerle bir devrimin olmayacağını da orada gözledik.

SİLİFKE: KURTLU ZEYTİNLERİ ÖĞRETMEN YEDİ

Ortaokulu bitirinceye kadar Silifke’de okudum. Sonra Adana’ya geçtim, liseyi orada okudum. Yatılı bir okulda okumanın etkileri oldu üzerimde. Mesela Silifkeliler’in kendilerine özgü bir lehçesi vardır. O bende hiç yoktur. Dilim esas olarak Adana Erkek Lisesi’nde oluşmuştur. Türkiye’nin her yerinden gelen öğrenciler vardı orada. Çalışkan bir öğrenciydim. Türk klasiklerinin hepsini okumuştum. Varlık yayınlarını takip ederdim. Harçlıklarımı biriktirir kitap alırdım, gazetelerde gördüğüm kitapları sipariş verirdim. Hocalarım bana güvenirdi. Devamsızlıkları deftere ben işlerdim. Arkadaşlarımdan ne rüşvetler teklif edilmiştir! Lise iki ve üçteyken baş muavinin odasının bir anahtarı bende dururdu. Son sınıfta yatılı öğrenciler sırayla yemekhane nöbeti tutarlardı. Benim nöbetimde bir sabah herkesten önce kalktım, depoya gittim. Yiyecekleri kontrol ederken zeytinlerin kurtlu olduğunu gördüm. Nöbetçi muavini aradım. Anında olay baş muavine iletilmiş ama bir tek o kurtlu zeytinleri yedi. Tabii o gün odasının anahtarını benden aldı. Öyle bir anım vardır.

DEDEM: BENDE HEP BİR ADALET ARAYIŞI VARDIR

Çalışmaya yedi yaşındayken tatillerde adliye koridorlarında gazoz satarak başladım. Yazları meyve sandığı çakardık hızarlarda. Sonra yaşım ilerledikçe benden küçüklere ders vermeye başladım. Bir de dedemin bakkal dükkânı vardı, orada da çalıştım. 1958-59’da Silifke’ye şeker tahsis edilmiş. Diyelim o 3 ton şekeri dağıtma işini dedeme verdiler. Dedemin güvenilir bir kişi olmasıydı bunun nedeni. O şekerlerin paketlenmesine yardım ettim, sabaha kadar çalışıp paketledik. 10 gram bile az olmaması izin özenle tarttı bütün paketleri. Ama dedemin güvenilir kişi seçilmesinin de bende yarattığı bir etki var. Bende hep bir adalet arayışı vardır. Haksızlığa karşı bir tavır. Babam da hâkim olması istiyordu. Babam adliyede kâtipti. Daha sonra birtakım sınavlara girdi icra memuru oldu. Babam tanık olduğu olayları evde anlatırdı. Liseyi bitirmeme yakın bende toplumsal olaylarla ilgilenebileceğim bir alanı seçme eğilimi belirdi. Kafamda yavaş yavaş kaymakamlık fikri oluşmaya başlamıştı.

ESKİŞEHİR: SOLCU DAMGASI YEDİM

Üniversiteyi bitirince kaymakam olmak üzere maiyet memuru olarak Mersin’de göreve başladım. Sonra Osmaniye Tecirli’ye bucak müdürü olarak atandım ama Milli Eğitim Bakanlığı’nın burs sınavını kazanarak Fransa’ya gittim. Liseyi parasız yatılı, üniversiteyi de Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden burslu okumuştum. Bende topluma borçluluk duygusu vardır bu yüzden. Evliydim o zaman, eşim Filiz doğum yaptı, sekiz ay sonra çocukla birlikte geldi. Grenobla’da siyaset bilimi dalında doktora yaptım. Ama tezimin konusu, “1961 anayasasının kurduğu Türk rejimi” idi. Beş yıl kaldığım Fransa’dan 71’de döndüm, 12 Mart muhtırası sonrasıydı. Bir rastlantı sonucu Eskişehir İktisadi Ticari İlimler Akademisi’nde bir kadro çıktı. Eskişehir’de 24 yıl çalıştım ama orası mutlu bir dönem olmadı. Kamu yönetimi dersi verdim. Seçimlik ve tek dönemlik bir dersti. Solcu damgası yediğim için “Sen kenarda otur, bir şeye karışma” deniyordu. Zamanım olduğu için İstanbul’da Şişli Siyasal’da, Marmara ve Yıldız Üniversitelerinde de ders veriyordum. Sonra evi İstanbul’a taşıdık, Eskişehir’e gidip gelmeye başladım. İstanbul’a gidince Eskişehir’de suyunu alamamış bakımsız bir ağaç haline geldiğimi fark ettim. 12 Eylül’den sonra YÖK ile birlikte Anadolu Üniversitesi olunca Hukuk Fakültesi açıldı, anayasa hukuku dersi konuldu. İki yıl o dersi verdim. Daha sonra Mersin ve Boğaziçi üniversitesi, Maltepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde verdim.

MERSİN: GÜRÜZ’ÜN YÖK’Ü BENİ DEKAN YAPMADI

Tüm Öğretim Üyeleri Derneği’nin Eskişehir şubesini ben kurdum, 12 Eylül’de kapatıldı. Mülkiyeliler Birliği İstanbul Şubesi’ni hareketlendirdik. Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği’nin kuruluşunda çalıştım. SODEV ve Tarih Vakfı’nın kurucularındanım. Sosyal Demokrasi Okulu’nda ders verdim. Öyle bir an geldi ki İstanbul-Eskişehir arasında gidip gelmekten yoruldum. Acaba emekli mi olsam diye düşünmeye başladım. O sırada Mersin’den çağırdılar. İktisadi İdari Bilimler Fakültesi dekanı olacaktım. Kemal Gürüz’ün YÖK’ü beni dekan yapmadı. Onun üzerine beni rektör yardımcısı yaptılar, kadromla oraya geçtim. Mersin, YÖK’ü çok rahatsız etti, orada özgür bir üniversite yaratmaya uğraşıyorduk. Bir de şehirle bütünleşiyorduk. “Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık” eyleminin öncüsü bizlerdik. YÖK, sürekli engeller çıkarıyordu karşımıza. Biz YÖK’e karşı bir senato kararı aldık kamuoyuna açıkladık. YÖK ile kapıştık. Gürüz, bir rektörler toplantısında “Mersin’i fethedeceğiz” ifadesini kullandı. Sanki bir düşman arazisi de fethedecek! Baktım olacak gibi değil, kadromla İstanbul’a geçmenin yollarını aradım. İstanbul SBF alacak gibiydi, bir kadro ilanı çıkardı. Ama Kemal Alemdaroğlu, başvuracağımı öğrenir öğrenmez “Bu kadro sehven ilan edilmiştir” diye küçük bir ilan yayınlayıp kadroyu iptal etti. Biz yine kaldık öyle. Bunu yapmasının nedeni Kemalist olmamamdı. Bu mücadeleleri yaşamış olmaktan dolayı mutluyum.

SİYASET: BAŞBAKANIN SÖZLERİ BENİ HEYECANLANDIRMIŞTI

Siyasete merakım hep oldu benim. 1994 yılında Bakırköy Belediye Başkan adayı oldum SHP’den. O dönemde il başkanından öneri geldi. Bakırköy’de kazanma şansları yoktu ama bilinen bir isim biraz oy artırır diye düşünüyorlardı. Ben de bu işle hep dışarıdan ilgileniyorum, içine girip bir de gerçeğini yaşayayım diyordum. SHP’nin ne kadar tutucu bir parti olduğunu gördüm. 99 seçimlerinde de CHP’den Mersin’de önseçime girdim. Tek delegesi olmayan bir kişi olarak listeye girdim, dokuzuncu sıradan aday oldum. Zaten seçilemeyecektim ama CHP de barajı aşamadı. 99 sonunda CHP’den istifa ettim, sonra da bir partiye üye olmadım. Aktif siyaseti düşünmüyordum. Ta ki tanıdığım birisi aracılığıyla Başbakan’ın beni filanca gün beklediği haberi gelene kadar. Sonra gidip görüştük. “Beni dinleyecek misiniz?” diye sordum. “Dinlemek ne demek hocam, yeni anayasa yapacağız. Bu işleri sizlere bırakacağız” dedi. Türkiye’nin yeni anayasasına katkıda bulunmak heyecan verici. Yeni anayasa yapılsın diye dünya kadar yazı yazmışım, taslak hazırlanmasına katılmışım. O biraz tahrik etti ve başbakanın teklifini kabul edip siyasete girdim. Milletvekili olduğum 2007 seçiminden sonra Ergun Özbudun ve ekibinin hazırladığı anayasa taslağını görüşmek üzere bir komisyon oluşturuldu partide. Onbir kişilik o komisyonun içindeydim. Ama son anayasa değişikliğinden pek fazla haberim olmadı. Doğrusu İnsan Hakları Komisyonu’ndaki yoğun çalışmalarım nedeniyle çok da fazla etkilenmedim bu gelişmeden. Çok yoğun çalıştım çünkü komisyonda.

KOMİSYON BAŞKANLIĞI: GÖREVİMİ GEREKTİĞİNDEN İYİ YAPTIM

TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nun başkanlığı görevi verildi bana. Daha önce İnsan Hakları Yüksek Danışma Kurulu üyeliği yapmıştım. Ben daldım burada çalışmaya. Bizden 17 yılda yapılan kadar iş yaptık bu dört yılda. Bu beni hem mutlu etti, hem de çok fazla zamanımı aldı. Artık bu komisyon, insan hakları ihlalleriyle mücadele eden bir komisyon olarak algılanıyor. Rapor yazmadığımız konularda bile etkili olduk. Bir askere tokat atıldığında üzerine yazıyla, telefonla gittiğimizde bile bu olayların kesilmeye başladığını gördü insanlar. İşkence olaylarında da bir azalma var. Ortadan kalktı mı derseniz. Hiçbir yerde tümüyle kalkmıyor, Türkiye’de de kalkmaz, kalkmayacak. Ama her defasında etkin ve güvenilir bir soruşturma yapılmasını istedik. Meclisin kapanmasına 17 gün kalmasına rağmen toplanarak Cemil Kırbayır raporunu noktaladık. Kanaatimiz Kırbayır, işkence sırasında ölmüştür. Mit, asker ve polis orada birlikte. Komisyonda görevimi yaptığım, hatta gerektiğinden çok daha iyi yaptığım kanaatindeyim. Hiç mütevazı olmaya gerek yok.

ANKARA: KIZILAY’A BİLE İNEMEDİM

Demokrasi, insan hakları, sivil toplum kuruluşlarını o kadar çok dolaştım ki, neredeyse gitmediğim yer kalmadı. Eşim bir hesap yapmış. “Birlikte geçirdiğimiz hayatın en az son senesi ayrıydık” diyor. Üst üste koyunca o kadar çok. Milletvekilliği dönemini de ekleyince artıyor bu süre. Ben Ankara’ya gelirken eşim İstanbul’da kaldı. Ankara’da bol bol konser, tiyatro, opera baleye giderim diye düşünüyordum. Geldim başlangıçta sekreterime rica ettim, ana bilet ve davetiye ayarla. Davetiye geldi, meclis çalışması akşam sekizde bitiyor, tiyatrolar sekizde başlıyor. Nasıl gideceğim? CSO’nun üç dört konserine gidebildim. Tiyatroya yanılmıyorsam bir defa gidebildim. Gerçekten vaktim olmadı. Kızılay’a bu dört yıl içinde üç defa ya inmişimdir ya inmemişimdir. Pazartesi ve Cuma günleri de Ankara’da kaldığım oldu. Her sabah 9’da geldim, genel kurul gece çalışıyorsa o çalışmalara da katıldım. Yurtdışında altı defa inceleme yaptık. Dolayısıyla nefes alacak zamanım olmadı, Ankara’yı hiç yaşamadım. Meclis ile kaldığım Polisevi arasında gidip geldim. Polisevi özel bir seçim değildi. Ama sonradan güvenlik açısından da iyi bir tercih yaptığımı düşündüm. Bir ara çünkü hedef gösterildim, tehdit aldım. Koruma istedim.

ADAYLIK: MECLİS’TEN MUTLU AYRILIYORUM

Zaten parti işlerine girecek vaktim de olmadı. Biraz tek başıma kaldığımı söyleyebilirim. Komisyonun fiziksel olarak da Meclisteki yeri öbürlerinden ayrı biraz. Konusu da farklı. Öyle çok fazla milletvekilleriyle de iç içe olamadım. Ama ne partiyle ne grupla sorun yaşadım. İlkokullarda türban konusundaki demecimden sonra parti içinde onaylamayanlar olduğunu hissettim ama yüzüme karşı söyleyen olmadı. Partinin içinde mi dışında mı olduğunu bilmediğim insanlardan çok tepki geldi. Belki şu soruyu sormak lazım; “Acaba misafir gibi mi tuttular?” Doğrusu, belli görevleri vermek üzere bizi davet ettiler. Onun dışında çok fazla bir şeye karışmamız uygun da olmazdı diye düşünüldü. Misafir gibi dememek lazım. O biraz haksızlık olur. Bir kere bana milletvekili olma, bu deneyimi yaşama fırsatı Ak Parti tarafından verildi. İyi ki milletvekili oldum, iyi ki komisyon başkanlığı yaptım. Tabii yeni bir anayasa yapamamış olmak önemli bir hayal kırıklığıdır. Belki özlenen hızla değil ama demokratikleşme konusunda mesafe alındı. Devam et denseydi devam ederdim tabii ama çok yorulurdum. Hangi düşüncelerle aday gösterilmediğimi bilmiyorum. Onu öğrendiğim andan itibaren tek düşüncem vardı, iki alt komisyon raporunu bitirmek. O raporları bitirdik, bu dört yıldan mutlu olarak ayrılıyorum. Muhtemelen Doğuş Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne gideceğim, oradan teklif geldi. Çünkü son kullanma tarihim bu yaz doluyor. Vakıf üniversitelerinde devam etme imkânı var. 20 yıllık bir şeker hastası olarak gayet sağlıklı, düzenli yaşıyorum. Çok disiplinliyimdir o konuda. Yiyecek hırsızlığı hiç yapmam.

ERGENEKON: ÖZEL MAHKEMELER DGM’LERDEN FARKSIZ

Özel yetkili mahkemeler neredeyse Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nden farksız hale geldi. Bunun eleştirilmesinden daha doğal bir şey olamaz. Dosyaları incelediğiniz zaman bu mahkemelerin verdiği tutuklama kararlarının adil yargılama hakkına aykırı olduğu saptanabilir de. Ama incelemediğim bir davada “Adil yargılama hakkı ihlal edilmiştir” deme yetkisini kendimde görmem. Ergenekon davası gibi davalarla ilgili fikir beyan edebilmek için dosyaları çok iyi incelemiş olmak gerekir. Medyada yer alan haberlerden hareketle kanaat belirtmekten daha yanlış bir şey olamaz. İkincisi, Türkiye’de tutukluluk sürelerinin uzun olduğunu biliyoruz. Bu sadece Ergenekon davası sanıklarıyla ilgili değil. Birkaç yıl öncesine kadar cezaevindeki kişilerin yüzde 65’i tutuklu, yüzde 30-35’i hükümlüydü. Şimdi tutuklu sayısı yüzde 50’nin altına doğru indi.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 5 HAZİRAN 2011