YİNE KANI KANLA YIKAMASANIZ

...

KIRLANGIÇ YUVASI / 49

YİNE KANI KANLA YIKAMASANIZ

İki fotoğraf var gözümün önünden gitmeyen. İkisi de ayrı coğrafyalarda, ayrı tarihlerde çekilmiş.

Birincisi, Güneydoğu’dan gelmişti yıllar önce. Minicik bebeğinin ölü bedenini tutuyordu babası avuçlarında. Bebeğin ölüm anında hissettiği acı, yüzünde donup kalmıştı. Gözleri aralıktı, kapanmamıştı dudakları. Karnındaki kocaman, kanlı mermi deliği hiç yakışmıyordu o masum bedene.

İkinci fotoğraf, Afganistan’dan. Önde yan yana yatırılmış 3-4 yaşlarında üç çocuğun cesedi, hemen arkalarında da bir bebeğin ölüsü. Afgan baba, bebeğinin başını ellerinin arasına almış, yüzünü koluna gömmüş hüngür hüngür ağlıyordu.

Güneydoğu’da çekilen fotoğraftaki bebeği öldüren PKK, Afganistan’daki çocukları öldüren ABD. Birinci cinayette kullanılan mermi, ikincisinde kullanılan "akıllı" füzeler. Arasında ne kadar teknolojik fark olursa olsun, işlevleri aynı. Her ikisi de insan yaşamına son veriyor, önemli olan da bu.

Eğer her cinayeti her koşulda reddedenlerden değilseniz, bu iki fotoğraftaki cinayetin işlenme gerekçesi ve mantığı arasında fark olduğunu söyleyebilirsiniz.

Dersiniz ki, "Birisi terördür, diğeri savaş." Sonra uzun teorik açıklamalara girersiniz, PKK’yı canilikle suçlarken, ABD’yi savunursunuz:

- Savaşa karşı çıkılırken terörle nasıl mücadele edilebileceğini birisinin bana ve herkese açıklaması lazım. Teröristle masaya oturulamayacağına göre, savaştan başka çıkar yol yok.

Zaten bütün savaş yanlılarının söyledikleri aşağı yukarı bu. Ne de olsa, rüzgâr, 11 Eylül’den bu yana Amerika’dan esiyor ve bazı insanların da kendilerini Amerikalıların yerine koyup çare aramak zorunda hissetmeleri son derece doğal.

Kimse Amerika’nın sorunlarına çözüm aramakta Amerikalılardan daha Amerikancı kesilme özgürlüğünüzü elinizden alamaz. Ancak bu özgürlüğünüzü kullanırken, bir noktayı unutmamak zorundasınız. O da kendi içinizde mantıklı olmak, savunduğunuz çizgide tutarlı olmak!

Tutarlılığınızı ölçmek için de öyle çok yorulmanıza, derin felsefik tartışmalara, uzun araştırmalara girmenize hiç gerek yok. Sadece yukarda sözünü ettiğim iki fotoğrafı önünüze alın, yan yana koyup alıcı gözle bir bakın!

PKK terörü ne yapmış? Bebek öldürmüş! Amerika’nın savaşı ne yapmış? Bebek öldürmüş! Şimdi ne diyeceksiniz? Terör bebek öldürürse kötüdür, savaş bebek öldürebilir, iyidir mi diyeceksiniz?

PKK terörünün fotoğrafını kaldırıp, Afgan çocuk cesetlerinin yanına Amerika’da Bin Ladin’in adamlarının "İkiz kuleler"de öldürdüğü insanların fotoğraflarını koyalım. Ya da dünyanın herhangi bir yerinde öldürülen başka bebeklerin, başka insanların fotoğraflarını alalım. Hiç fark etmez.

Hangi gerekçeyle öldürülürlerse öldürülsünler o insanların tümüne üzülmeyecek misiniz? Cinayetlerin hepsini birden lanetlemeyecek misiniz?

"Ama Amerika’da altı bin insan öldü" demezsiniz umarım; çünkü burada sayıları konuşmuyoruz, öldürülen bir tek kişi bile olsa onun yaşam hakkının başka insanların yaşam hakkına karşılık olarak elinden alınamayacağından söz ediyoruz. Üstelik yaşam gibi kutsal bir hakkı, sayıyla ölçme ilkelliğini insanlık önceki yüzyıllarda terk etmişti sanırım...

Hem yeryüzündeki cinayetleri lanetlemek gerektiğini savunuyor hem de "Ama savaşa karşı çıkılırken terörle nasıl mücadele edilebileceğini birisinin açıklaması lazım" diyorsanız, tutarlı değilsiniz demektir.

Öyle ya, teröre karşı çıkmanızın gerekçesi masum insanların öldürülmesi ise ve sizin teröre karşı mücadele yöntemi diye savunduğunuz savaş da masum insanların öldürülmesine yol açıyorsa siz neyi savunmuş olursunuz? Savunduğunuz tezi, "Terör öldürmesin savaş öldürsün" diye basite indirgesem, tutarsızlığınızı yüzünüze yeterince sert vurmuş olur muyum?

Nirengi noktası burası. Cinayetlere, ölümlere her koşulda karşı olup olmamak. Önce burada anlaşmak zorunlu. Bu noktada ortak bir payda bulamıyorsak tartışmaya devam etmek gerçekten zor, çünkü aramızda Amerika ve Türkiye arasındaki kadar uzak mesafeler var demektir.

Yok eğer bütün cinayetlere karşı çıkmak paydasında buluşuyorsak, "teröre karşı mücadele yöntemi"nden söz ederken ilk gündem maddemiz, savaş değil adaletin sağlanması olmalı!

Abdullah Öcalan, Kenya’da yakalanıp Türkiye’ye getirildiğinde Hürriyet, Güneydoğu’da öldürülen o bebeğin fotoğrafını manşete taşımıştı. 17 Şubat 1999 tarihli Hürriyet’teki o haberin başlığı neydi hatırlıyor musunuz?

"Bebeğim rahat uyu katilin yakalandı"

Suçlunun adalete teslim edildiği, suçun cezasız kalmayacağı müjdeleniyordu bu başlıkla. Nitekim Öcalan yargılanırken, sadece o bebeğin değil binlerce masum insanın ölümüne neden olduğunu inkâr etmedi. "Ama" dedi, 1 Haziran 1999’da ikinci duruşmada. "Te Ce de 25 bin kişiyi öldürdü."

Cinayete karşı cinayeti savundu. Mahkeme, onu idam cezasına çarptırırken geçerli saymadı bu savunmasını. "Kanı kanla yıkama mantığı"nı Öcalan, İmralı’daki mahkemede değil de Miloseviç’in yargılandığı BM Savaş Suçları Mahkemesinde dile getirseydi de anlatamazdı derdini.

Miloseviç, önemli bir örnek. Hatırlayalım, Miloseviç, nasıl oldu da bu mahkemeye teslim edildi? Miloseviç’i Yugoslavya’dan almak için ABD’nin 3-5 milyon dolarla ödüllendirmesi ve tabii tehditleri yeterli olmuştu.

Ne kadar garip değil mi? Miloseviç’i, uluslararası bir mahkemeye çıkarmak için rüşvet veren ABD, Bin Ladin’i yakalayıp uluslararası mahkemeye teslim etme çabasına girmeye hiç mi hiç tenezzül etmedi! Yugoslavya’da adalet arayan ABD, Afganistan’da adaletin peşine düşmedi!

ABD, bu çelişkinin nedenini açıklamak zorunda. Neden? Bin Ladin’in suçlu olduğundan emin değiller mi? Yoksa bilmediğimiz başka bir neden mi var? Her ne kadar Başbakanımız Ecevit, kanıt dosyasını görmeden inanma eğiliminde olsa da Amerika’nın Bin Ladin konusunda uluslararası bir mahkemeyi o kadar kolay ikna edemeyeceği bir gerçek.

Haydi adaleti de bir yana bırakalım, "Dünyanın en zengin ülkesi ABD", isteseydi, "dünyanın en fakir devleti Afganistan’a" savaş ilan etmeden de Bin Ladin’i teslim almanın yolunu bulamaz mıydı?

Her şey bir yana, S.Arabistan ve Pakistan gibi Müslüman ülkeler üzerinde yeterli siyasi ve ekonomik baskıyı kurmak bile Bin Ladin’in yakalamasını kolaylaştırırdı.

O da olmadı, müttefiki İsrail’den rica etse - ki onlar başka ülkelerde yakalama, öldürme operasyonlarında tecrübelidirler- Afganistan içlerinde bir yakalama operasyonu düzenler ya da Amerika’ya yardımcı olabilirlerdi.

Diyelim bu girişimler de sonuç vermedi, yüzlerce akıllı füzeye hedef bulmaya uğraşmak yerine en akıllı füzelerini sadece Bin Ladin’in üzerine salamazlar mıydı? Yapmadılar!

Amaçları Bin Ladin değil ki, ABD’nin yıkılan imajını onarmak. Tıpkı gücünden şüpheye düşülen kabadayının ilk bulduğunu pataklaması gibi davranıyor ABD de. Ne de olsa dünyamızın "dayı"sı. Canı ister bombalar, canı ister kurşunlar!

Dua edelim de, şarbonu gönderenler Amerikalı çıksın!

Faruk Bildirici / Tempo / 8-14 Kasım 2001