YILMAZ BÜYÜKERŞEN

...

BANA KÜÇÜK DOĞRAMACI DERLERDİ

Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen’a belediye başkanı demek son derece yetersiz olur. O, Eskişehir’i yeniden yaratan, iki üniversite kuran, teoriyle pratiği kişiliğinde birleştiren eşine az rastlanır bir akademisyen. Aynı zamanda balmumu heykeller de yapan bir sanatçı.

HALKEVİ: İLK KAZANDIĞIM PARA KARİKATÜRCÜLÜKTEN

Anne ve baba tarafım Balkan göçmeni. Eskişehir’de göçmen mahallesinde otururduk; Bayat Pazarı dediğimiz, bayat ekmeklerin, bayat sebzelerin satıldığı yerde. Evimiz Halkevi’nin yanındaydı. Ben de oradan yetiştim. İlkokul öğretmenimiz, benim gibi mandolin alamayan çocuklara resim dersleri verirdi. İlk kazandığım para karikatürcülükten. 14 yaşımda, Halkevi’nin altında sergi açtım, gelenlerin karikatürlerini çizdim. Bir karikatürüm Hürriyet’in Pazar ilavesinde yayınlandı. Babam her yaz bir yere çırak verirdi. Ortaokulda matbaalarda çalışırdım. Liseyi bitirdikten sonra öğretmenlerim, “Mimarlık bölümüne gir” dediler. Orayı kazandım ama babam iki gözü iki çeşme “Nasıl okutacağım evladım seni” dedi. Hayallerim sönünce Ankara’ya gittim, devam mecburiyeti olmadığı için Hukuk Fakültesi’ne girdim. Babam bu Belediyede küçük bir memurdu. O belediyeye başkan olduğumu göremedi maalesef.

ÜNİVERSİTE KURDUM: DOĞRAMACI İLE BİR YIL KÜS KALDIK

76’dan 94’e kadar bir akademi başkanlığı ve rektörlük dönemim var. 6 yıl Akademi Başkanlığı, 12 yıl rektörlük. Rektörlüğüm sırasında Radyo Televizyon Yüksek Kurulu Başkanlığı da yaptım. RTÜK kuruluncaya kadar başkandım. Anadolu Üniversitesinin kurucusuyum. Klasik fakültelerden farklı yepyeni fakülteler kurdum. İletişim Bilimleri Fakültesi ilk bizdedir. İlk sinema televizyon bölümü burada kuruldu İstanbul’da değil. İlk renkli televizyon stüdyolarını kurduğum zaman o Kaynanalar dizisi falan burada çekilirdi. Konservatuar da kurdum. Dünyada havaalanı ve uçak filoları olan yegâne üniversite. Pilot, hava trafik elemanı yetiştiriyor. Yani biraz deli işler. Ben kaynağı kendim yaratırım. İktisat ve maliye Hocası olmanın avantajını kullandım hep. “Küçük Doğramacı” derlerdi. Doğramacı ile anlaşamadığımız da oldu. Açık öğretim gibi dev bir sistem kurduk. Bu sistemin matbaaya ihtiyacı var, milyonlarca kitap basılacak! O, “ÖSYM yapacak” dedi. Ondan gizli matbaa kurunca çok bozuldu. Bir sene küs durduk. Doğramacı’yı çok eleştiren de vardı ama büyük işler yaptı. Ben onun yaptığı pratik çözümleri bulurum, fakat onun eleştirildiği şekilde yapmam, kimse bir şey demez. Farkımız buydu.

SANAT: KAN VERİP PARASIYLA TİYATRO KURDUK

Lisede tiyatro kolunu yönetirdim. Ben de oynadım. Cüneyt Arkın ile ortaokuldan lise son sınıfa kadar aynı sırayı paylaştık. Tiyatro kuralım dedik. O sırada Eskişehir’de bir Kan Bankası kurulmuştu. Aynı zamanda Öğrenci Cemiyeti Genel Sekreteriydim. Organize ettik, herhalde 400 öğrenci falandı kan veren. Herkes kanını verdi, parayı aldı. O parayla kereste aldık, tiyatro için perdeler aldık. Ticaret Odası’nın düğün salonu vardı. Orada Eskişehir’in ilk tiyatrosunu kurduk. Tiyatronun adı da Türk Devrim Ocakları Oda Tiyatrosu oldu. Biz her Cuma akşamı oyundan sonra topluyorduk, kaldırıyorduk her şeyi, Cumartesi-Pazar onlara düğüne veriyorsa veriyorlar, Pazartesi sabah erkenden gelip tekrar kuruyorduk. Salon tıklım tıklım doluyordu.

ÖĞRENCİLİK: HABER UĞRUNA AKADEMİYE GİRDİM

Ankara Hukuk’a kaydolmuştum ama Eskişehir’de gazeteciliğe devam ederek imtihandan imtihana Ankara’ya gidiyordum. 1958 yılıydı. Telefon çaldı gazetede, açtım, Orhan Birgit. “Maliye Bakanı Hasan Polatkan, orada kuruluş kanunu olmaksızın bir Yüksek Ticaret Mektebi kurduruyormuş, hemen haber yap bunu” dedi. Fırladım gittim, İşçi Bulma Kurumunun boş yatakhanesini kontra plaklarla bölmüşler. A4 kâğıdına mürekkeple yazmışlar müdür diye. Kapıyı vurdum, girdim içeriye. Orhan Oğuz, altın çerçeveli gözlüğü, papyonu ile oturuyor. Dedim ki, “Röportaj yapacağım sizinle.” “Gel bakalım, len sen nerede okuyon” dedi. “Ankara Hukuk’ta” dedim. “Ankara Hukuk’tan kaydını al gel, bütün sorularına cevap vereceğim” dedi. Sırf o haberi patlatayım diye, gittim, Hukuk’tan dosyamı aldım. Benim haber çıkınca ticaret mektebi akademi haline geldi. Ben de Hukuk’a dönemedim orada kaldım.

YAŞIM TASHİHLİ: DEMOKRAT PARTİ GAZETEMİZİ KAPATTI

27 Mayıs’tan önce Eskişehir’de, Sakarya Gazetesinde sayfa sekreteriydim. Gazetede yazı işleri müdürü dayandıramıyorduk, hepsi hapse giriyordu, muhalefet yapan bir gazete olduğu için. 1960 Nisanında “Evladım seni yazı işleri müdürü yapalım” dedi sahibi. “Hayhay” dedim. Fakat baktık yaşım tutmuyor. Tashih ettirdik, 1937’yi doğum tarihim, 1936 oldu. Bir gün gazete baskıya girerken, İsmet Paşa’nın beyanatına ait yasak kararı getirdiler. Bizim birinci sayfa boydan boya o haber. Demokrat Parti’nin afişindeki o meşhur el afişini sayfaya doldurdum. Altına da “Artık yeter, söz milletindir” yazdım. Ertesi gün mühürlediler gazeteyi. 27 Mayıs sabahı bir askeri cip durdu bizim evin önünde. Götürdüler bizi Merkez Komutanlığına. Albay Muammer Atayurt, “Kurtulduk, matbaaya git o mührü kopar, bildiri basacaksın” dedi. Mürettipleri bulduk, Örfi İdare Komutanı Bedii Kireçtepe’nin, bildirisini basıp dağıttık. “İktidar mensupları bavullar dolusu tahvil ve banknotlarla yurt dışına kaçarken yakalanmıştır” diyor. Aslı astarı yok tabii. 27 Mayıs’tan sonra Öncü Gazetesinin Eskişehir temsilcisiydim. Dünya ve Vatan’a da yazıyordum. Akademi bitince, 62’de okula asistan girene kadar gazeteciliğe devam ettim. Sürekli basın kartı sahibiyim.

REKTÖRLÜK: KILIÇDAROĞLU ÖĞRENCİMDİ

Doktora yaptım, Londra’ya gittim, 1 yıl orada çalışma yaptım. Benim tezim, iç devlet borçlarının enflasyonist etkileri. Hâlâ Merkez Bankasına müfettiş alacakları zaman ondan imtihan ederler, o kitaptan. Amerika’da eğitim sistemini inceledik. Efendim 68’de doçent oldum. Hemen arkasından sarı bir zarf verdiler. Eyvah dedik ne yaptık acaba? Bir açtım akademi başkan yardımcısı olarak göreve başlayın diyor. 76’ya kadar başkan yardımcısıydım. 82’de Akademi başkanlığım bittiğinde yayıncılık işine girmeye karar vermiştim. Yeni rektörler belli oldu, bir baktık Eskişehir Anadolu Üniversitesi Yılmaz Büyükerşen diyor. Hemen Doğramacı’ya telefon ettim. “Sakın ha. Hayat bu belli olmaz, bir de devlet memuriyeti alamazsın.” İstifa etmedik. Rektör olduktan sonra üniversitenin işleri için her hafta otomobille Ankara’ya giderdim. Ankara İktisadi Ticari Bilimler Akademisi’ne bağlı Bankacılık Sigortacılık Okulu’nda da ders verdim. Devlet Bahçeli yeni asistan girmişti. Kemal Kılıçdaroğlu, son sınıfta derslerime gelmişti, sadece simasını hatırlıyorum. YÖK kanunu değişti, iki dönemden fazla rektörlük yapılamaz hükmü geldi. Fakat bizi kapsamadığı söylenince seçime girdik, en yüksek oyla seçildik, üçüncü döneme başladık. Sonra dava açtılar. “İki dönem yapmıştır, rektörlüğü iptal edilmelidir” diye. Cumhurbaşkanının atamalarına yargı yolu kapalıdır. Ona rağmen allem ettiler kallem ettiler, Danıştay’dan görevime son verilmesi kararı çıkardılar. O sırada YÖK Başkanı Mehmet Sağlam’la kavgalıydım.

HEYKEL: MÜZEMİZDE DEMİREL, İNÖNÜ, NÂZIM, BEYAZ OLACAK

İngiltere’ye gittiğim yıl 1966. Asistandım o zaman. İlk defa o zaman gördüm Madam Tussaud Müzesini. Krallar, büyük devlet adamlarının heykelleri ve bir köşede de omuzları düşük bir adam. Altında Atatürk yazıyor, yoksa anlayamazsın. Nasıl canım sıkıldı, anlatamam. 69’da rahmetli heykeltraş Şadi Çalık geldi akademiye. Benim yaptığım rölyefi gördü. Bana tuttu ders verdi alçı karmayla ilgili. Bir de çamurdan büst yapmayı öğretti. Onunla yetinmedim, kitaplar getirttim. Sonra başladım Atatürk heykeli yapmaya. Bakkallardan balmumu alıyorum ama olmuyor, iki gün sonra küçülüyor. Aga ben tam 12 yıl çalıştım üzerinde bunun. Madam Tussaud’da kullandıkları malzemeyi öğrenmek istiyordum. Kaç defa gittim oraya. Bir defa bodrum katında gezerken bir oğlan çocuğu bir heykelin parmağını kopardı. “Ver evladım ver” dedim, aldım. Geldim üniversiteye, cihazla tahlil ettik içindekileri. Dr.Refik Saydam, ölümünden sonra Atatürk’ün yüzünün kalıbını almış. Çankaya’dan onun kopyasını aldım. Ondan sonra başladım yapmaya. Gözleri Almanya’dan getirtiyorum. Sonra Madam Tussaud’daki Atatürk heykelini de değiştirdik. Aralıklarla üç hafta Londra’ya gittim, İngiliz heykeltıraş Steve Swales ile birlikte çalıştık. Anıtkabir’deki müzede ayakta duran fraklı, Londra’dakinin kopyası. Çalışma odasında oturan Atatürk heykelini ise ben yaptım. Ben dinlenmek için hafta sonları atölyede çalışırım. Bazen çok bunalırsam, kaçar atölyeye giderim. 23 Nisan’da açacağım müzede cumhurbaşkanları, başbakanlar, sanatçıların heykelleri olacak. Süleyman Demirel, İsmet İnönü, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan var. Nâzım Hikmet, İlhan Selçuk, Haldun Dormen, Genco Erkal, Nükhet Duru var. Beyazıt Öztürk geldi heykelini gördü kendi de şaşırdı.

ESKİŞEHİR: ANADOLU’NUN KÜLTÜR SANAT BAŞKENTİ

Doğma büyüme Eskişehirliyim. Akademik çalışmalar için yurt dışında bulunduğum süreyle askerlik dışında hep bu kentteyim. Rektörlükten ayrıldıktan sonra beni Kanal D’nin kuruluşu için çağırdılar. 1,5 yıl kadar orada kaldım. O sırada Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfını kurduk. İki yıl da danışman olarak devam ettim Doğuş Holding’e. Sonra döndüm yine Eskişehir’e. Üniversitede doktora derslerine giriyordum. Ecevit, Belediye Başkanlığı teklif etti. 1999’da yüzde 44 oyla belediye başkanlığını ve meclis üyeliklerinin yüzde 75’ni de aldık. Pırıl pırıl genç bir ekiple ve Eskişehir için köklü, büyük projelerle geldik. Akademisyen olarak yurtdışına gittiğimde oradaki şehirleri incelerdim. Ve isterdim ki Eskişehir öyle olsun. Üniversitede Çevre Araştırmaları Enstitüsü kurmuştum, “2000’li yıllara doğru nasıl bir Eskişehir” diye yerel yönetimlere malzeme verebilmek için çalışmıştık. Eskişehirlilerin yaşamaktan mutluluk duydukları ve şehirleriyle övündükleri bir şehir yaratmak istedim. Şimdi Eskişehir, Türkiye’nin yaşanabilir ikinci şehri. Porsuk’taki gondollardan plajlara kadar çok şey yaptık. Hayvanat bahçesi, akvaryum, dinozorlar parkı kuruluyor. Sosyal aktivite de çok yoğun. Festivaller yapılıyor, Senfoni orkestramız var. Beş tiyatromuz var altıncısı kuruluyor. 1,5 ay önceden bilet almayan yer bulamıyor. Şimdi bir moda var, “Dünya Kültür ve Sanat Başkenti İstanbul” lafı. Ben Eskişehir’i, Anadolu’nun kültür ve sanat başkenti yapmak istiyorum.

EŞİM: KADERİMİN GÖTÜRDÜĞÜ YERE GİDERİM

Eşim Seyhan, siyasetten çok şikâyetçi bir hanımdır. Babası Şevket Asbuzoğlu, milletvekiliydi onun için. Şevket Asbuzoğlu. Eskişehir’de emniyet müdürüydü. 59 yılında İsmet Paşa Eskişehir’e gelirken tedbir aldığı için görevden uzaklaştırdılar. İsmet Paşa, 27 Mayıs’tan sonra kurucu meclis üyesi yaptı ve sonra da milletvekili. Emniyet müdürüyken gazeteci olarak onunla ilgili çok yayınlar yaptıydım. Seyhan, benden küçüktür ama akademide aynı sınıftaydık. Çocuklarına, torunlarına düşkün, vefakar bir kızdır. Benim yaşantı tarzım nedeniyle de çilekeş demek belki daha da doğru olur. Evin, çocukların, torunların bütün yükü ondadır. Vallahi gelecek hakkında tahminde bulunmak bana göre bir kehanettir. Ben projelerimin ve kaderimin götürdüğü yere gidiyorum. Bir tek yapacağım işlerin planın yapıyorum. Kendimle ilgili, kendi statümle ilgili bir planım yok. Hayalim azınlıkta olduğum dönemde AKP’nin engellediği projeleri yapmak. Eskişehir giderek daha da büyüyecek inşallah.

EN DEĞERLİ HEDİYEM: ZAMANI DURDURAN SAAT

Üniversiteden kapıcılarım, odacılarım ayrılsa onlara mutlaka bir yemek düzenlerdim şiltler verirdim. Odacımın büstünü yaptım, açarken de çağırdım bütün öğretim üyelerini. “Bakın hocayız diye gururlanmayın. Bu müessese ancak el birliğiyle meydana geldi. Belki onun hepinizden çok emeği geçmiştir üniversiteye” dedim. Ben ayrıldığımda, İletişim Bilimleri Fakültesi öğrencilerim hocalarıyla birlikte aralarında para toplamışlar. Öğrenci kafeteryasında bir akşam yemeğine beni davet ettiler beni ve eşimi. Girdiğimizde ışıklar söndü maytaplar yakıldı salonda. Şarkılar söylendi, konuşma yaptılar, “Hocam, Türkiye borçlu ama biz dana çok borçluyuz sana” dediler. Bir kadife kese getirdiler. “Hocam senin için zamanı durdurduk” dediler ve çıkardılar köstekli bir gümüş antika cep saati. Hayatımın en kıymetli hediyesi o. Cemalettin Taşçı’nın yazdığı nehir söyleşi kitabının adı, oradan geliyor.

ÜMİTLİYDİM: BAŞBAKANIN UĞRAŞMASINI HAVSALAM ALMIYOR

Başbakan ne zaman baskıcı ifadeler kullanıyor hemen bizim Belediye Meclisine ve Partisinin yereldeki adamlarına yansıyor. İnananlar bulunabilir Başbakanın bu siyasetine ama beni inandırması mümkün değil. Son seçimlerde biliyorsunuz halka teşekkür konuşmasını yaparken seçimden sonra, artık belediyeler de bizim belediyelerimizdir, eşit muamele yapacağız. Artık deyince bir kere geçmişteki o şeyi kabul etmiş oluyor ama ben çok ümitlenmiştim ama hayır. Geçenlerde AKP Grubunda benim CHP’ye geçişim mesele olmuş. Soruyor, “Hâlâ geçmedi mi, Genel Başkanlık mı istiyor?” Bir Başbakanın bunlarla uğraşmasını havsalam almıyor. Bizim belediyenin bir kuruş borcu yok. AKP’li belediyelerin hepsi milyarlarca lira borç içerisinde. 11 yıldır kendi yağımızla kavruluyoruz.

DSP’DEN İSTİFA: RAHŞAN HANIM TEBRİK ETTİ

Bülent Ecevit, bana genel başkanlık, Cumhurbaşkanlığı adaylığı teklif etti. Eksik olmasın. Fakat ben hiç birini hayal bile etmedim. Masum Türker dönemi, baktım bir gün “Seçime tek başımıza gireceğiz ve barajı aşacağız” diyorlar. İstanbul Milletvekili Hasan Macit’i buldum. Dedim ki, “Yanlış yapıyorsunuz. Ya CHP’yle bütünleşin ya soldaki partilerle bir kitle oluşturun. Elinizde 3-5 kuruş para kaldı onu ziyan edip harcayacaksanız.” Bunun üzerine istifamı istediklerinde İspanya’daydım. Aynı gün televizyonlar bağlandı bana. Kemal Kılıçdaroğlu da programdaymış. “Derhal istifa ediyorum” deyince o da “Partimize bekliyoruz bizim için büyük kazançtır” gibi sözler söyledi. Arkasından buradaki teşkilat geldi falan. Kemal Bey, bir görüşmemizde “Aramızda görmek bize mutluluk verir hocam” dedi. “Peki” dedik, CHP’ye geçtik. Milletvekili Emrehan Halıcı telefon etti, “Rahşan Hanım arayacaktı ama dışarıya çıktı sizi tebrik ediyor bana söyledi” dedi.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 20 MART 2011