YAŞASIN SİYASETÇİLERİN SİYASET YAPMA ÖZGÜRLÜĞÜ

...

KIRLANGIÇ YUVASI / 134

YAŞASIN SİYASETÇİLERİN SİYASET YAPMA ÖZGÜRLÜĞÜ

Vücut dili seminerlerine katılan milletvekileri, kurslarda öğretmenleriyle konuşurken, psikiyatristine içini döken hastalar kadar rahatlarmış. Hiçbir komplekse kapılmadan söylemişler en büyük korkularını:

- Kameraları görünce heyecanlanıyoruz, dizlerimiz titriyor, sesimiz çıkmıyor. Ne yapmamız lazım?

AKP milletvekilleri, Meclis kürsüsüne çıktıklarında da benzer bir korkuya kapıldıklarını itiraf etmişler:

- Kürsüye çıkınca elim ayağım birbirine dolanıyor, ne yapacağımı şaşırıyorum.

Burada bir gariplik yok mu? Kamera ve kürsüden bu denli korktuklarına göre, demek ki, kamera ve kürsü ile yeni tanışıyorlar! Halbuki milletvekili olmadan önce onlarca kez kamera karşısına geçip, yüzlerce kez kürsüye çıkmış olmaları gerekirdi.

Öyle ya, siyaset, kamera ve kürsüyle dostluğu gerektirir. İnsanlara meramınızı anlatmak için kamerayı ve kürsüyü kullanmayı bilmeniz, hatta iyi bilmeniz zorunludur.

O nedenle de kamera ve kürsüden korkan milletvekili bulmak, gelişkin demokrasilerde pek de kolay değildir. Ancak bizim gibi ülkelerde bulunur hasbelkader milletvekili olduktan sonra kamera ve kürsü ile tanışan siyasetçiler.

Tabii sorun ne yalnızca AKP’nin milletvekili profili, ne de Türkiye’deki siyasi partilerin yapısı. Siyaset ve siyasetçilerin beslendiği toplumsal koşullar da büyük etken.

Bir kere siyaset yapmak, siyasetle uğraşmak yüceltilen bir kavram değildir Türkiye’de. Sık sık duyulur "Burada siyaset yapılmaz" biçimindeki beylik cümle.

Bu klasik yaklaşımı benimseyenlere göre, siyaset öylesine bir uğraştır ki, siyaset yapılabilecek yerler vardır, yapılamayacak yerler vardır.

Hatta siyaset yapılamayacak ve konuşulamayacak yerleri alt alta yazmaya kalksanız, maalesef özgürce siyaset yapılabilecek yerlerin sayısının az, hem de çok az olduğunu görürsünüz.

Hele bir de "milli birlik ve beraberlik gerektiren durumlar"dan söz edilir ki, öyle zamanlarda siyaset yapılması iyiden iyiye aşağılanır. Ama Türkiye siyaset tarihine şöyle bir baksanız, "milli birlik ve beraberlik gerektirmeyen" bir zaman dilimi hiç olmamıştır zaten.

Bu yaklaşım, 12 Eylül dönemi yöneticilerinin ve sonra da Mesut Yılmaz’ın benimsediği depolitizasyon politikasından miras kaldı bize. Onlara göre, dernekler, sendikalar, üniversiteler dolayısıyla geniş kitleler siyaset yapmamalı, siyaseti sadece siyasetçiler yapmalıdır.

İyi de siyaseti sadece siyasetçiler yapsın dediğiniz zaman yetkin siyasetçiler çıkmasını da engelliyorsunuz. Nitekim siyasetçi yetiştiren toprağın bereketinin kaçtığı da örnekleriyle ortada.

Bu kötü mirastan kurtulmamız gerektiğine geçen gün TBMM’de yaşanan olayı duyunca bir kez daha kanaat getirdim. Birinci derece SİT alanlarının imara açılmasıyla ilgili tasarı TBMM’de Çevre Komisyonunda görüşülürken yaşanmıştı dikkatimi çeken tartışma.

İnanılmaz ama gerçek. CHP İzmir Milletvekili Canan Arıtman, tasarıya ağır eleştiriler yöneltince AKP Kocaeli Milletvekili Muzaffer Baştopçu, sinirlenip bağırdı:

- Siyaset yapmayın...

Arıtman, muhatabının sözlerini önce anlamadı. Bir an duraksadıktan sonra kendine gelip yanıtı yapıştırdı:

- Siyaseti Meclis’te yapmayacağım da sokakta mı yapacağım? Tabii ki siyaset yapacağım.

Öyle ya, bir milletvekili, Meclis’te de siyaset yapamayacaksa nerede siyaset yapacak?

Galiba en iyisi, bugünlerde harıl harıl Avrupa Birliği’ne uyum paketleri çıkarmakla meşgul olan Meclis’in bir de siyasetçilere her yerde ve her zaman siyaset yapabilme özgürlüğü tanıyan bir "uyum" yasası çıkarması...

Faruk Bildirici / Tempo / 26 Haziran - 2 Temmuz 2003