YAZILARIN REKLAMA DÖNÜŞMEMESİNE DİKKAT

...

Okur eleştirileri geldiğinde hep aynı yöntemi izliyorum. İlgilisine gönderip, yanıtını alıyorum. Yanıta göre de bazen okura göndermekle yetiniyorum, bazen de bu köşede yayınlıyorum.

Ayşe Arman’ın yazısıyla ilgili eleştiri maili geldiğinde daha öncekilerden farklı davranmadım. Okan Mısırcı adlı okur, 14 Temmuz’daki "Özsüt’ün şahane yarışması" başlıklı yazıda firmanın reklamının yapıldığı kanısındaydı.

Arman, bana mail ile yanıt vermekle yetinmedi, ertesi gün bu konuyu köşesinde yazdı. Bunu beklemiyordum. Çünkü daha önce de benzer bir konu olmuştu. Bir söyleşide "rahim ağzı aşısı"nın gerekliliğinin dile getirilmesini Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta, "ilaç reklamı" olarak nitelendirmişti. Bu eleştiriyi Arman’a iletmiş, "Her konuda olduğu gibi, bu konuda da aleyhte ve lehte konuşacak pek çok doktor bulunur. Lehte olanların hepsi de ilaç firmalarının temsilcisi değil herhalde! O aşıyı, ben de oldum" yanıtı almıştım. Bu yanıtın haklılığına inandığım içindir ki, o konuya girmeye gerek görmedim.

Pasta yarışmasıyla ilgili yazıda da aynı yöntemi izleyecektim. Yanıta göre değerlendirerek karar verecektim konuyu tüm okurların önüne serip sermemeye. Arman’ın eleştiriye karşı "Küstüm, rapor veriyorum" başlıklı yazısından sonra ayrıca bir değerlendirmeye gerek kalmadı.

Hatırlayalım, Arman, o yazısında "yorum ile reklamın iç içe geçtiği" eleştirisine ne yanıt veriyordu? "Yarım Kalan Hayatlar diye bir şeye sardırdım. Bir iş yapıyorum, karşılığında 20 bin lira para kazanıyorum. O paranın da ihtiyacı olan birinin hesabına yatırılmasını sağlıyorum." Ayrıca son gönderdiği mailinde de "Neyin reklam neyin yazı olduğunun ayrımının kolay yapılamayacağını" savunuyordu.

Amaç yöntemi haklı kılar mı?

Tabii ki, insanlara yardım amacıyla böyle bir işe kalkışmak son derece güzel bir çaba. Tebrik edilmesi gereken bir uğraş bu. Ancak amacın yüceliği, kullanılan yöntemi sorgulamamıza engel olmamalı. Zira amacın doğruluğu, yanlış yöntem kullanılmasını haklı kılmaz.

Bence bir gazeteci, panellere, imza günlerine, toplantılara, jürilere vb. katılıp, buradan aldığı parayı yardım amacıyla insanlara ya da başka kurumlara aktarabilir. O faaliyet yayın konusu değilse sorun da olmaz. Fakat o faaliyet, yayın konusu oluyorsa karşılığında para alınması ilkeler açısından tartışmalı bir durum yaratır. Nitekim DYH Yayın İlkeleri’nin dördüncü maddesi aynen şöyle:

"Yayına konu edilen veya edilmesi düşünülen kişilerden veya kurumlardan meslek etik ve geleneklerine aykırı hiçbir hediye veya ayrıcalık kabul edilemez."

Özetlemem gerekirse, karşılığında para alınan jüri üyeliği yayın konusu olmasaydı sorun olmazdı.

Yazıda reklamın sınırı

Gelelim konunun ikinci boyutuna. Arman’ın pasta yarışmasıyla ilgili yazısında reklam ile yorum iç içe geçiyor mu? Ben bu yazıda sınırın aşıldığı, reklam niteliğinin öne çıktığı kanısındayım. Yazı firmanın adıyla başlayıp, o firmanın ürettiği pastanın ne kadar şahane olduğunun anlatılmasıyla devam ediyor, o pastaların yenmesi önerisiyle bitiyor. Baştan sona o firmanın ürünlerine övgüler yapılıyor. Yarışmanın "Yarım kalan hayatlar" projesiyle ilgisi de bir cümleyle belirtiliyor. O yazıyı okuyanın belleğinde kalan da proje ya da yarışmanın kendisi değil, o firmanın ürünlerinin lezzetine yönelik meraktır olsa olsa.

Elbette "reklamın sınırlarının belirsizleşmesi" sorunu Ayşe Arman’ın yazısıyla ve tabii Hürriyet ile de sınırlı değil. Medyanın ticarileşmesinin doğal bir sonucu bu. Medya, her alanda reklam verenlerin yoğun baskısı altında kalıyor. Bu baskı, kimi zaman ilginç fikirlerle reklam sayfaları dışında da kendine yeni hayat alanları bulabiliyor.