YARGIÇ DEĞİLİZ

...

Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Başkan Yardımcısı Erkam Tufan Aytav, Hürriyet’teki bazı haberlerde "Fethullahçı Terör Örgütü" (FETÖ) ifadesinin kullanılmasıyla ilgili bir mektup gönderdi. Bu ifadenin kullanılmasının üzücü olduğunu belirtti ve "hiç kimsenin suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar suçlu sayılamayacağı"na dair hukuk ilkesini hatırlattı.

Aytav’ın haklı olduğu yönler var. Ama burada savcıların hazırladığı iddianameler sözkonusu. İddianamelerdeki tanımlamalara haberlerde yer verilebilir. Tabii iddia olduğunu vurgulamak ve hüküm belirtmemek kaydıyla…

Benzer bir itiraz 20 Nisan’da yayınlanan "TİKB’liymiş" başlığına da geldi. Murat Gökçe adlı Twitter kullanıcısı, "Başlık, kullanılan resim ve haber içeriğinin uyumlu olması gerekmez mi?" diye sordu. O da haklıydı bu soruyu sormakta.

Zira haberde, Gezi olayları sırasında bir polisin kurşunuyla öldürülen Ethem Sarısülük’ün, yasadışı "Türkiye İhtilalci Komünist Birliği" örgütü üyesi olduğuna ilişkin iddianame özetleniyordu. Adı üzerinde iddianame. Orada geçen bütün suçlamalar da iddia. Ama haber başlığı bu şekilde atılınca Sarısülük’ün bu örgüt üyesi olduğu hükmü verilmiş oluyor. Üstelik Sarısülük artık hayatta değil ve kendini savunma imkânı da yok.

Bu iki örnek biz gazetecilere, her yargı haberinde aynı ölçeği kullanmanın ve adil olmanın gereğini bir kez daha hatırlatıyor. Nitekim Doğan Grubu Yazılı Medya Yayın İlkeleri de son derece yerinde bir tavırla "kişilerin peşinen suçlu ilan edilmemesini, suçlayan makamların üslubunun kullanılmamasını, iddialar ile savunmaların adil ve dengeli biçimde yayınlanmasını" öngörüyor.

Bu ilkelerin ne denli yerinde olduğunu Ergenekon davası da gösterdi. Bugün o davanın sanıkları Yargıtay kararıyla aklanmış görünüyor. Ama o süreçte kimi medya kuruluşları, sanıkları peşinen mahkûm etmekle kalmadı, haysiyet cellâtlığı yaptı. Kurmaca belgelerle insanların hayatının karartılmasında gönüllü aktör oldu.

Şimdi Yargıtay mahkeme kararını bozdu diye dava sürecinde olup bitenleri yok sayamayız. Mahkemeler, siyasetçiler, devlet adamları ve her kurum, kuruluş, organizasyon ile cemaatin yanı sıra medya kuruluşları da o davayla ilgili yaptıklarını gözden geçirmek, samimiyetle özeleştiri yapmak durumunda. Çünkü bu davanın ağır siyasi ve sosyal sonuçları da oldu; üstelik "derin devlet" iddiaları da yine aydınlanamadı.

Hürriyet, 26 Temmuz 2008’de iddianameyi "İşte Ergenekon" başlığıyla duyurmuş, 21 Ekim 2008’de duruşmalar başladığında "Ergenekondu" manşetini atmıştı. Dava sürecinde -arada suçlamaları aktarırken dengeyi sanıklar aleyhine kaçıran haberler olsa da- genel olarak iddialara mesafeli durmuş, savunmaları da okurlarına aktarmıştı. Hatta bu yüzden eleştiri almış yine de "haysiyet cellâtlığı" yapan medyanın saflarına katılmamıştı. Ayrıntılı bir çalışma yapmadan Hürriyet’in o davayla ilgili tutumuyla ilgili söyleyebileceklerim bunlar…

Evrensel gazetecilik ilkelerini uygulamak ve adil olmak, hukuku gözetmek o gün Ergenekon davası için ne denli gerekli idiyse, bugün cemaat davası için de o kadar gerekli. Biz gazeteciyiz, yargıç değiliz…

Duman’ın vedası

Selahattin Duman’ın 31 Mart’taki yazısının altında küçük bir not yer alıyordu; "Yazarın notu: İki haftalık bir tatil süresi içinde ortalıkta görünmeyeceğim, keyfiyeti sevgili okurlarıma arz ederim."

Bu notun üzerinden iki hafta değil, bir ay kadar zaman geçti, Duman’ın tatili bitmedi. Hala yazılarına başlamadı. Okurları da haklı olarak sorup duruyor; "Selahattin Duman neden yazmıyor" diye.

Kimi okurlar da artık kuşkulanmaya başladı. Hasan Altun adlı okur, "Selahattin Duman bugün de yok. Eğer Hürriyet’ten ayrıldıysa bilelim de aramayalım" diye serzenişte bulundu. Okurlardan Ertuğrul Özkan da "Selahattin Duman beyefendinin yazıları uzun zamandır nedense yayınlanmıyor ve hiç bir açıklama da yapılmıyor. Lütfedip bizleri aydınlatın" yazdı.

Bunun üzerine gazete yönetimine ve Selahattin Duman’a sordum. Gazete yönetiminden "Selahattin Duman ile el sıkıştık" yanıtını aldım. Duman da "bu dönemde yazmak istemediğini" söyledi.

Maalesef Selahattin Duman artık Hürriyet’te yazmayacak. Okurların sorularını yanıtsız bırakmanın doğru olmadığını düşündüğüm için bu bilgiyi aktarmak bana düştü. Bence yazarların veda süreci de şeffaf olmalı. Her yazar, mümkünse bir veda yazısıyla ve de gazete yönetiminin okuru bilgilendirmesiyle ayrılmalı Hürriyet’in sayfalarından…