YAHU BİR GÜZEL ÜTÜLÜYOR Kİ DONLARIMI SORMA

...

KIRLANGIÇ YUVASI / 21

YAHU BİR GÜZEL ÜTÜLÜYOR Kİ DONLARIMI SORMA

Döküntü araba, aksırıp tıksırarak girdi karanlık sokağa. Şoför, arabayı susturduktan sonra müşterisinden cep telefonunu istedi. "Nazife biz geldik." Telefonu geri verirken, dişleri göründü. "17-18 yaşında. Beğenmezsen geri gönder."

Birkaç dakika bile geçmedi. Genç bir kadın girdi arabaya. Hiç vakit geçirmeksizin, elini adama doğru uzattı. "Para" dedi. Müşterisinin kararsız kaldığını gören şoför, çıkıştı. "Hadi versene parayı, oynamak olmaz bu işte..."

Tereddüdü, kadının yüzünü görememektendi. Gerçekten 17-18’lik miydi? Güzel miydi? Anlayamamıştı. "Işığı açsan da bir görsek" diyecekti. Ağzını açıp, bir şey söyleyemedi. Elini cebine attı. 50 dolar çıkarıp, kadına uzattı.

Parayı alan kadın, kapıyı açıp indi arabadan. Karanlıkta kayboldu. Şoför, "Merak etme" dedi. "Parayı annesine verip gelecek." Sistemi iyi bilen şoför kendinden emindi.

Müşterisi ise tedirgindi. Boğuk sesli, asker kaçağı gibi kısa saçlı ve karanlık yüzlü şoför ona güven vermiyordu. Ses çıkarmadı. Sigarasından derin bir nefes çekti, ateşin kızıllığı yüzünü aydınlattı.

Kadının, karanlığı delerek dönmesi fazla zaman almadı. Gecenin ücretini garantiye alan kadın hemen işe koyuldu:

- Aşkımmm, neydi senin adın?

- Ahmet...

- Benim adım da Nazife.

Şoför, konuşmalarını böldü. "Nereye gidelim?" Adam, Nahçıvan’a yeni gelmişti. Gidilebilecek otelleri bilmiyordu. Kadın karar verdi. "Azer Otel eyidir."

Şoför, kontak anahtarını çevirdi. Motor bir iki tıkırdadıktan sonra yeniden sustu. Esaslı küfürlerin de katkısı olmayınca şoför, kapıyı açtı. "Merak etmeyin o şimdi çalışır." İnerken, bir daha küfretti. En az 15 yıllık bir Murat 124’tü arabası. Gece gündüz birlikte olduğu arabasıyla çekişmeli bir dostluk kurmuştu. Kızsa da güveniyordu ona. O akşam çalışmayabileceği ihtimalini bir an bile aklına getirmiyordu...

Bir eli direksiyonda, öbür eli kapının kenarında itti arabasını. Üç beş metre ilerleyince iri gövdesinden beklenmeyecek çeviklikle koltuğa atladı, kontağı çevirdi. Araba çalışınca dünyalar onun oldu. "Heh heh, men dememiş miydim işler diye?"

Araba hareket edince kadın iyice sokuldu. Otele varana kadar da ne şoför konuştu, ne de arkadakiler...

Bahçe içinde, iki katlı, rengârenk ışıklarla süslü bir yapıydı otel. Şoför, arabada beklemelerini söyledi. Koşarak gidip geldi. Müjdeyi verdi, "Tamam yer varmış."

Kadın, alt kattaki restorana doğru ilerlerken adam taksi parasını veriyordu. Şoför, uzatılan paraya bakmadı bile. "10 dolar da komisyon alırım." İkinci hizmetinin de karşılığını istiyordu.

"Eh, başa gelen çekilir." Çıkardı verdi Ahmet. Kapının önünde bekleyen kadına yetişti. Nihayet, o geceyi birlikte geçirmeye hazırlandığı kadını gördü. 20’lerindeydi. İlk dikkati çeken, siyah dantelli çorabıydı. Bacaklarına vücudundan çok güveniyordu belki de. Yakası geniş oyulmuş siyah elbisesi ise çorabının tersine dümdüzdü...

Ahmet, gözleri restoranın loşluğuna alıştıktan sonra etrafını taradı. Kendisini yabancı hissetmesi için neden yoktu. Hemen her masada sarmaş dolaş bir çift oturuyordu. Bir Azeri kadın, bir Türk erkeği.

Sanırsınız orkestra "Nahçıvan-Türkiye dostluk gecesi" konseri veriyordu. Bir erkeğin, kollarıyla belini saramayacağı kadar şişman olan şarkıcı kadın her iki ülkeden hareketli şarkılar söylüyordu.

Her şarkı sırasında pistte en az iki çift dans ediyordu. Azeri kadınlar, Türkiye’de olsa yerinden bile kıpırdamayacak olan erkekleri, çekiştirerek piste çıkarıyorlardı. Hünerlerini kadınlara gösterme merakı mı, yoksa alkol denizinde yüzmelerinin etkisi mi, bir güzel döktürüyorlardı.

Ahmet de ayak uydurdu ortama. Halay çekti, dans etti. İlerleyen saatlere kadar doyasıya eğlendi. Gecenin sonunda sahne, Iğdırlı bir işadamı ile kısa saçlarıyla liseli kızları çağrıştıran tombul kıza kaldı.

Gözlerini ayırmadan bir gecelik çiftin Kazaska oynamasını izleyen Ahmet, müzik ara verince, kadına işaret etti. Son votkalarını yuvarlayıp kalktılar.

O an üç çiftin daha kalkma hazırlığı yaptığını fark etmedi. Kadının beline sarılıp kapıya yöneldi. Otel bölümüne çıkan demirden yapılmış sarmal merdivenin önüne geldiğinde öbür çiftler de restorandan çıkmıştı bile.

Sırayla "aşk" merdivenini tırmanmaya başladılar. Eşine zor rastlanır bir sahneydi. Dört erkeğin dördü de kadınlara sarılmıştı. Dördü de sabırsız bir acelecilik içindeydi.

Kısa boylu geniş omuzlu erkeğin, kalın bacaklarına aldırmadan iki karış uzunluğunda pilili etek giymiş uzun boylu sarışın kadının beline sarılmak için harcadığı enerji ise görülmeye değerdi. Kadınlar kıkırdamıyordu, aksine alabildiğine ciddi bir havadaydılar.

Son çiftin de merdivenlerin sonunda kaybolmasının ardından odaların pencereleri birkaç saniye arayla aydınlandı. Sonra birer birer yeniden karanlığa gömüldü odalar...

Ertesi gün yalnız uyandı Ahmet. Şoför erkenden gelip evine götürmüştü kadını. Ahmet, zevkle gerindi. Güçlükle kalktı, Nahçıvan’da bir ay önce açtığı "Türk Lokantası"na gitti. Küçük bir bahçe içinde beton portakal biçiminde yapılmış lokanta, o sabah ona daha şirin göründü.

Nahçıvan gecelerinin tadını almıştı bir kere. Sonraki haftalarda her gece olmasa da iki üçü gecede bir otellerde tanımadığı kadınlarla gecelemeye başladı. Aylarca böyle sürdü.

O günlerden birinde lokantaya gelen bir kadın, Ahmet’in yaşamını değiştirdi. Naile, Azerbaycan ordusunda yüzbaşıydı. Dostlukları hızla ilerledi, birlikte olmaya karar verdiler.

Ahmet, Batman’da bir eşi ve yedi çocuğu olduğunu gizlemedi. "Seninle imam nikâhıyla evlenebilirim" dedi. Naile de kendi koşulunu açıkladı:

- Bak, Nahçıvan’da senin için kadın çok, benim için de erkek. Başka birine ilgi duyarsan, onunla birlikte olursan senden ayrılırım.

Dobra konuşmasına daha çok sevindi. O da Doğulu bir erkek olarak başka türlüsünü kabullenemezdi zaten.

Evlenmeden önce Batman’a telefon etti. Önce ağabeyine açıkladı durumunu. "Ya otellerde telef olacağım ya da evleneceğim." Ağabeyinden sonra karısının da olurunu aldı. "Yedi çocuğumun sevdiği kadını ben de sevmek mecburiyetindeyim" demişti kadın. Zaten başka ne diyebilirdi ki?

Ahmet, Naile’ye imam nikâhı kıydı, bir ev tuttu. Nahçıvan gecelerinden tamamen koptu. Naile kısa zamanda asıl eşi durumuna geldi, Ahmet ilk eşini sadece "Çocuklarımın anası" olarak anmaya başladı.

Yazın, işleri düzene girince, yeni karısını Batman’a götürdü. Karısıyla, çocuklarıyla tanıştırdı. Büyük oğlu, ikinci gün onu kahveye çağırdı. "Baba, bu kadın senden 20 yaş küçük. Ne buldun bu kadında Allah aşkına?" Suçlayan gözlerini babasına dikip, sustu.

Oğlunun suçlayan bakışları altında ezilen Ahmet. "Bak bana" dedi, saçlarını gösterdi. "54 yaşındayım. Ama bak yeniden saçlarım çıkmaya başladı. Gençleştim." Oğlu sessizce dinliyordu, Ahmet devam etti;

- Annen eve gidince bir gün bile ayaklarımı yıkadı mı? Bu kadın eve girer girmez çoraplarımı çıkarıyor, ayaklarımı bir güzel yıkıyor, tırnaklarımı kesiyor.

Ahmet’in gözlerinin önüne Naile birlikte geçirdiği o keyifli dakikalar gelmişti. Yüzüne tatlı bir gülümseme yayıldı:

- Yahu öyle güzel ütülüyor ki donlarımı, sorma. Ben bu yaşa geldim, anan hiç donlarımı, atletlerimi ütüledi mi?

"Yatak hikâyeleri" anlatsa oğlunu bu kadar şaşırtamayacağı kesindi...

Faruk Bildirici / Tempo / 26 Nisan-2 Mayıs 2001