VELİ AĞBABA

...

ZİRVE YAYINEVİ KATLİAMINDAN ÖNCE MİT’ÇİLER DUŞAKABİN SORDU

CHP Malatya milletvekili Veli Ağbaba, en aktif parlamenterlerden biri. Solcu geçmişinin izinden gidiyor, faaliyet alanını Meclis ile sınırlandırmıyor. Nerede bir insan hakları sorunu, nerede bir protesto eylemi varsa orada hazır oluyor. Hrant Dink, Oda Tv ya da üniversite öğrencilerinin yargılandığı gibi siyasi davaların duruşmalarını da kaçırmıyor. O bir Deniz Gezmiş ve Che hayranı.

ÇOCUKLUK: ŞEHRE GÖÇMEK HEYECAN VERİCİYDİ

Babam Almancı. Orada işçiydi, beş yıl kaldı. Beni de götürmüşlerdi ama altı ay sonra ilkokul okumam için Türkiye’ye gönderdiler. İlkokul üçe kadar köyde okudum. Malatya’nın okuma oranı en yüksek köyüdür bizim Karaca. Sonra babam kesin dönüş yaptı. Onun dönmesi çok mutlu etmişti beni. Hele köyden şehre göçmek acayip heyecan vermişti. Şehre göçle birlikte hayatım da değişmeye başladı. Ortaokuldayken her gün babamın aldığı gazeteyi eve getirmesini merakla beklerdim. O gün gazete gelmezse yemek yememişim gibi bir his oluşurdu bende. Perşembe günleri Gırgır alırdık. Lisede artık Nâzım Hikmet’in kitaplarını okuyorduk. Siyasete ve sola küçük yaştan itibaren sempatim vardı. 1979-80’de bütün bakanları ezbere bilirdim. Babam İsmet Paşacıydı, İnönü’ye acayip bir sevgisi vardı. 1950 döneminde köyün hepsi Demokrat Partili olduğunda iki kişi CHP’li kalıyor, birisi babam.

ÜNİVERSİTE: CHE’NİN MEZARINDA MARŞ SÖYLEDİM

Siyasi bilimler ya da hukuk okumak istiyordum. Ama Anadolu Üniversitesi işletmeyi tutturabildim sınavda. 12 Eylül sonrası siyasetin zor olduğu, siyaset yapanların öcü gibi görüldüğü günlerde Eskişehir’de kendimi buldum diyebilirim. Sol kesimle daha haşır neşir oldum. 17 Nisan 1985’de başlayan 12 Eylül sonrasının ilk öğrenci eylemlerine katıldım orada. Öğrenci derneği kurma çalışmasına katıldım. İdari Bilimler Fakültesi öğrenci temsilcisiydim. Halkevi’nin de üyesiydim. En büyük hobimiz siyasetti. Halkevi’nde ciddi çalışmalar olurdu. Her ay bir sunum yapardık birbirimize. Latin Amerika’da askeri darbeler ve Türkiye benzerliği diye bir araştırma yapmıştım. Birebir aynı. Che Guevera sevgim de oradan geliyor. Che’nin mozolesine de gittim Santa Clara’da. 2002’de gittiğimde daha kemikleri mezara nakledilmemişti. 2006’da bir daha gittim arkadaşlarla. Çav Bella ve Venseremos’u orada söylemenin mutluluğunu yaşamış bir insanım. Eski marşları da çok iyi bilirim. Milli Kütüphaneyi de o araştırmalar sırasında gördüm. 1987’de gittim, 12 Eylül öncesindeki sol yayınları araştırdım. Devrimci Yol’un çıkardığı haftalık derginin 250 bin sattığını öğrenip şaşırmıştım. Yasak yayınlar bölümüne koymuşlardı dergiyi. Halkevi’nin başkanı da Kazım Kurt diye bir abimizdi. Onun değişmesi için muhalefet yapıyorduk. Onu bizden daha sağda buluyorduk. Yıllar sonra 2003’te CHP’de Yüksek Disiplin Kurulu üyesi oldum, bir dosya geldi önüme. Baktım bizim Kazım abi, ihracı isteniyor. Ben oy vermedim ama ihraç edildi. Şimdi aynı partiden milletvekiliyiz.

SAKINCALIYIM: SHP’DE AÇLIK GREVİ YAPTIK

Devrimci hareketlere sempatiyle bakıyordum. 1989’da sorsaydınız bana ’Üç yıl sonra CHP’ye üye olup, il başkanı olur musun?" gülerdim. Niye? Bir grup arkadaşımıza faşistler saldırmıştı. Polis baskısına karşı SHP’de açlık grevi yapıyoruz. Gözcü bendim, il başkanının polise şikâyet ettiğini duyunca arkadaşlara haber verdim. Polisin nöbet değişimi sırasında basın açıklaması yapıp kömürlükten kaçtık, bizim eve gittik. Ben hepiniz gelmeyin dedim ama arkadaşlar dinlemedi. Polis, dört saat sonra 18 kişiyi bizim evde eliyle koymuş gibi buldu. O zaman Siyasi Şube Müdürü de Gaffar Okkan’dı. Bizi biraz hırpaladılar orada. Gaffar Okkan da bize yoğun ilgi göstermişti! 10 gün sonra hâkim serbest bıraktı bizi. Okulu bitirdikten sonra babam Malatya’ya dönmemi istedi. Eskişehir’i çok sevdiğim için uyum sağlamakta zorlandım. Ama sonra babamın inşaat malzemeleri satan işyerinde çalışmaya devam ettim. Esnaf oldum. Sağ olsun babam önümüzü açtı, işi geliştirdik. 1991 yılında askere gittim. Önce Isparta, sonra Pınarhisar’a gönderdiler. Bana askerde silah vermediler. Torpilli olduğumu sanıyordum. Ama yanımda kalan Adem adlı arkadaşımın benimle ilgili rapor tuttuğunu, sakıncalı olduğumu öğrendim. On günlük gözaltına alınmam nedeniyle sakıncalı yapmışlardı. Türkiye gerçeğini orada öğrendim. Sabun kullanmayan, okuma yazma bilmeyen gençler vardı.

12 EYLÜL: ÜLKÜCÜ ÖĞRETMENİMİZ İŞKENCEDE ÖLDÜRÜLDÜ

Turan Emeksiz Lisesi, hem Malatya’da hem de Türkiye gençlik hareketinde bir semboldür. 1960’ta polisin öldürdüğü Malatyalı bir genç Turan Emeksiz. 12 Eylül’ün üzerimdeki en büyük etkisi Turan Emeksiz ismidir. Önce caddeden ismini kaldırdılar sonra liseden. Hâlâ inatla Turan Emeksiz Lisesi mezunu olduğumu söylüyorum. Şimdi Meclis’te, 12 Eylül’de Malatya’da değişen isimlerin iade edilmesi için girişimde bulunuyorum. 12 Eylül öncesinde Belediye Başkanı Hamido karanlık bir suikasta kurban gitti. Öldürüldüğü gün bütün Malatya talan edilmişti. Okuduğum ortaokul, ülkücülerin hâkim olduğu bir okuldu. 12 Eylül’de ülkücü bir öğretmenimiz işkencede öldürülünce şaşırmıştım. Ülkücülerin 12 Eylül rejiminin yanında olduğunu düşünüyordum. Mahallemizde solcu gençler hâkimdi. Bir komşumuzun oğlu da işkenceden öldürüldü. Herkes taziyeye korkuyla gidiyordu. Bizim işyerinin yanındaki çay ocağında çalışan biri de sabah yanlışlıkla askerlerin otobüsüne el kaldırıyor, "Gel bakalım sen kendi ayağınla geldin" diyorlar. Adam çarşıya gitmek isterken Elazığ’a işkencehaneye götürüyorlar. 12 Eylül’ün bendeki anıları bunlar.

ZİRVE YAYINEVİ: İKİ MİT GÖREVLİSİ TAKİPTEYDİ

Baskın yapılan Zirve Yayınevi’nin olduğu bina bizimdi. Öldürülenlerden Tilman Geske’yi tanıyordum. Bisikletle gelip gidiyor, bazen selam diyordu. Efendi bir adamdı. Biz o büroyu başka birine sattıktan sonra o yayınevi geldi. Bazı gazetelerde ’Misyonerlik yapıyorlar" diye yazılar çıktı, taciz ediliyorlardı. Bir gün dükkânda otururken iyi giyimli iki insan geldi. Duşa kabin sordular ama ölçü falan bilmiyorlardı. Şüphelendim, "Siz MİT misiniz?" diye sordum. Birbirlerine baktılar, "Burayı geziyoruz da" falan dediler. "Üst katı mı soruyorsunuz" deyince "Evet, nasıl insanlar?" dediler. Dedim, "İyi insanlar. Kimseye zararları yok. Öyle kimsenin gelip gittiği yok. İncil falan da görmedim." Yaklaşık bir yıl sonra o insanlar öldürüldüğünde o iki MİT görevlisini orada gördüm ben. Onları takip ediyorlardı. O da Hrant Dink gibi kolektif bir cinayetti. Malatya’daki 750 bin nüfus içinde Hıristiyan sayısı sadece beş ya da ondu! Propaganda yapsalar kim dinini değiştirecek? Ben Türkmen Alevisiyim. Bizim köyümüz, Bektaşi ve Türkmen köyü. Hacı Bektaş, Hazreti Ali ve Atatürk resimleri yan yana asılır köyümüzde. Köyden kent merkezine kadar yapılan Cemevi ve camilerde katkımız vardır ailece. O nedenle seçim konuşmalarımda hem cemevine hem camiye yakın olduğumu söyledim.

KÜRECİK: FÜZE KALKANINI MECLİSTE KONUŞAMIYORUZ

Askerlikten sonra bir grup arkadaşla Malatya’da siyaset yapıyorduk. İlk olarak İnsan Hakları Derneği’ne girdim. Atatürkçü Düşünce Derneği sonra kuruldu, ona da üye oldum. Arkadaşlarla Malatya’da belediyenin iyi yönetilmediğini düşünüyorduk. Belediye Meclisi’ne aday olmaya karar verdik. 1993’ün sonunda SHP’ye üye oldum. Belediye Meclisi’ne seçildiğimde 26 yaşındaydım, Türkiye’nin en genç grup Başkanı oldum. Sonra parti yönetimine girdim. SHP, CHP ile birleşince oraya geçtik. 98 Ocak’ta il başkanı oldum. Türkiye’nin en genç il başkanıydım. SHP özgürlükçü, demokrat bir partiydi. Bugünkü CHP, SHP’ye eskiye göre biraz daha yakın. CHP’nin geçmişinde utanılacak bir şey de yok. Parti baraja takılmış, Altan Öymen Genel Başkan olmuştu. Türkiye’nin en başarılı il başkanlarından biriydim. O zaman İsmet Paşa’nın heykelinin olduğu yere bir Mc Donalds yapıyorlardı, o inşaatı söktürdük. Şimdi de Kürecik’teki füze kalkanına karşı mücadelemiz var, o da çok ilginç. İlerde bu dönem yazılırken en çok füze kalkanı yazılacak bence. Meclis’i ciddi bir yer olduğunu, Türkiye meselelerinin konuşulduğunu sanırdım. Ama Tanzanya ile ikili anlaşmaları 40 dakika konuşuyoruz; füze kalkanı meselesini Meclis gündemine alıp konuşabilmiş değiliz. Anayasaya göre, Türkiye’ye yabancı asker gelebilmesi için Meclis kararı gerek. Orası NATO üssü değil, ABD üssü. Bu kalkan için eylemler yaptık, 25’e yakın Milletvekili götürdük oraya. O üs orada olduğu sürece mücadeleye devam edeceğiz..

CEZAEVLERİ: O ÇOCUĞUN HİÇ PİLLİ OYUNCAĞI OLMAMIŞ

Üniversitede öğrenciyken de Eskişehir Cezaevi’nde yatanlarla ilgileniyordum. Milletvekili olarak da cezaevleriyle ilgileniyorum. Şimdi cezaevlerinde sorunlar daha fazla. O zaman insanlar açlık grevinden ölüyordu, şimdi göz göre göre ölüyorlar. Elimde hasta tutuklu listesi var, 12-13 insan zamanında tahliye edilmezse kesin ölecek. Bizim İnönü Üniversitesi’nin eski rektörü Fatih Hilmioğlu, karaciğer hastası. Adli Tıp raporunda sağlıklı beslenemezse kansere çevirir deniyordu. Geçenlerde ziyaretine gittim, o gün rapor çıkmıştı; kanser başlamış. Orada biraz daha kalırsa öleceği kesin. Eskiden sadece siyasilere işkence vardı, şimdi herkese işkence var. AKP hukuksuzluğu eşitlemiş! Mehmet Haberal ve Fatih Hilmioğlu’na ne yapıyorsa KCK davasından yatana da, Malatya’daki öğrenci davasından yatana da aynısını yapıyor. Özellikle Haberal ve Hilmioğlu’na yapılanlar resmen bir intikam operasyonu. Hiçbir kanıt yok haklarında. Haberal’ın üç kez yanına gittim, kaldığı hastane odası bırakın bir profesörü ya da milletvekilini, bir insana yakışmayacak bir odaydı. Bir bilim adamını ancak böyle aşağılayabilirsiniz. Cezaevindekilerin bir isteği aileleriyle görüşürken, telefonun aniden kesilmemesi, bitmeden uyarılmaları. "Tak diye kesilince vedalaşamıyoruz" diye üzülüyorlar. Silivri Cezaevinde mahkûmlara yasalardaki haftalık kendi aralarında sohbet hakkı verilmiyor. Pozantı Cezaevi olayını arkadaşlarımla beraber ortaya çıkardık. Orayı gördükten sonra siyaset yaptığım için utandım ben. Bir cezaevi defterim var. Gördüğüm, dinlediğim her şeyi oraya yazıyorum. İnsan o çocuklu kadınları görünce çok üzülüyor. Samsun’da öğretmenken tutuklanmış Nezire Ayata Civelek, Şana adlı kızıyla beraber cezaevinde. Lazca mutluluk demek Şana. Soruyorlar 2.5 yaşındaki o çocuğa "Büyüyünce ne olmak istiyorsun?" cevabı, "Tahliye olmak istiyorum". Şana’nın hiç pilli, hareketli oyuncağı olmamış. Yasak çünkü.

DAVALAR: KIŞLA KILIKLI ÜNİVERSİTE YARATTI AKP

Geçmiş yaşamımda ne yaptıysam milletvekili olarak da aynı şeyleri yapmaya çalışıyorum. Öğrenciyken YÖK’e karşı eylem yapıyorduk. O zaman öğrencileri mahkemeler yargılıyordu, şimdi cezayı rektörler veriyor. Son 2 yılda 7500 öğrenci soruşturmadan geçirilmiş, 4500’üne üniversite yönetimleri ceza vermiş. Geçtiğimiz günlerde Dil Tarih’te öğrenciler saldırıya uğradı, hepsine süresiz uzaklaştırma verdiler tam sınav döneminde. Kışla kılıklı bir üniversite yarattı AKP. 1985 model, ’Netekim paşa" imzalı bir yönetmelikle yönetiliyor üniversiteler hâlâ. Hrant Dink, Oda Tv gibi davaların duruşmalarını izliyorum. Bu davalarda da hukuksuzluk var; Devrimci Karargâh, KCK ve Ergenekon davalarında da. Grup Yorum konserinin biletini satmaktan ceza alan genç de var cezaevlerinde, 1 Mayıs’a katılmaktan mahkûm edilen de. Büşra Önder diye bir öğrenci kız var. Altı aydır cezaevinde yatmasının nedeni televizyonlara telefon edip BDP’nin Kadın Meclisi’nin basın açıklaması yapacağını söylemesi. İddianameyi okudum, tek bir örgüt kanıtı da yok. Özellikle bu siyasi davalar için Twitter acayip güzel bir araç. Bu davaları izlerken çok kullanıyorum. Ama ’Twitter canavarı" dediğim gazeteciler, Eren Eğilmez ve Elif Ilgaz müthiş. Yazılamayanları duyuruyor, çok etki uyandırıyorlar.

MİLLETVEKİLLİĞİ: DENİZLER’İN YOLUNDAN YÜRÜYORUM

Seçim kampanyasını başlatırken ’Özgürlük, demokrasi, emek ve barış mücadelesi vereceğim; sessizlerin, ezilenlerin, mazlumların, dışlananların, haksızlığa uğrayanların sesi olacağım" demiştim. Geçen gün Arapkir’deki kongrede tekrarladım bu sözlerimi. Orada bir yerel gazete yazmış. İstanbul’dan bir manav geldi elinde o gazeteyle. Beşiktaş Belediyesi dükkânını kapatmış, ’Ben mağdurum" dedi. İlgilendim, yardımcı olamaya çalıştım. Bu çizgimi sonuna kadar korumaya kararlıyım. Amacım özgürlükçü, solcu, demokrat bir çizgide siyaset yapmak. Bir meclis konuşmamda da söyledim, "Ben solcuyum ve Deniz Gezmişler’in yolundan yürümekten onur duyuyorum." Milletvekilliğinde birinci yılım; 20 kadar Meclis araştırması, 110 kadar yazılı soru önergesi, iki kanun teklifi vermişim, 55 kere Mecliste konuşma yaptım. Hakkımda çıkan haber sayısı da 1.166. Türkiye’de bu kadar haksızlık, bu kadar hukuksuzluk olmasa ben de bu kadar çalışamazdım. Meclis’te Dersim ile ilgili konuşma yaparken "Sivas’ı yakanlar, Maraş’ı insan mezbahasına çevirenler, bir siyasi partinin genel başkanının mezhebini yuhalatanlar, Dersim ile yüzleşemezler" dedim. Mehmet Metiner de "Terbiyesiz" diye laf attı oradan. Üzerime geldi, ağır laflar etti. Ben de "Siyasi fikirlerini bir milletvekilliği uğruna satan adam değilim. Sen kendi cellâtlarına ip atan adamsın" dedim. Sonra gitmiş bana beş bin liralık hakaret davası açmış. İkincisinde de 4+4+4 ile ilgili konuşurken yine laf attı. Kalktı üzerime doğru saldırdı, insanlar araya girdi. Meclis Başkanvekili, AKP’nin Grup Başkanvekili de kendisini kınadı.

MALATYA: ÖZAL VE İNÖNÜ’YE LAF SÖYLETMEM

Malatya’nın sorunlarıyla da ilgileniyorum. Ben iyi bir Malatyalı, iyi bir solcu ve iyi bir Galatasaraylıyım. Aynı zamanda fanatik bir Malatyasporluyum. Hâlâ Malatyaspor kongre üyesiyim. Malatyaspor birinci ligdeyken, yenildiği günler gazete okuyamazdım. Özal’ın siyasi fikirleri bana uymaz. Ama Malatya denince akla iki isim gelir; Turgut Özal ve İsmet İnönü. İkisine de laf söyletmemeye çalışırım. Geçmiş konuşulurken sürekli İsmet Paşa’ya saldırılması bir Malatyalı olarak ağırıma gidiyor. İsmet Paşa, eğrisi doğrusuyla Türkiye’nin geçmişi. O dönemi kendi koşulları içinde değerlendirmek lazım. Bakın hiç kimse İsmet Paşa’nın ailesini tartışabiliyor mu? Bir de bu yanı var. Beğenin beğenmeyin iyi bir devlet adamıdır. Ortanın solu kavramını Türkiye’ye getiren odur. Böyle hemşericilik de yaparım. İnsan ilişkilerim iyidir. Üniversitedeki arkadaşlarla hâlâ görüşürüz. İnsanlar arasında siyasi görüşleri nedeniyle ayrım yapmam.

SARIGÜL DEDİKODUSU: İL BAŞKANLIĞIM BEŞ GÜN SÜRDÜ

2007 yılında 5 Ekim günü bir telefon aldım Ankara’dan. Siyasette en çok etkilendiğim, beni siyaseti bırakma noktasına getiren olaydır. Hâlâ aklıma geldiğinde tüylerim diken diken olur. Genel Merkeze çağırdılar. Geldim, tekrar il başkanı yapmak istediklerini ifade ettiler. Buna hazır olmadığımı söyledim. O zaman spora başlamışım. Çocuklarla her 15 günde bir Türkiye’yi geziyoruz. Bir arkadaş grubumuzla yurt dışı gezilere çıkıyoruz. Rahatım yani. Önce Eşref Erdem ,sonra Önder Sav ve Deniz Baykal benimle görüştü. Deniz Bey, ’Bu bir parti görevi. Sana emrediyorum" deyince başka çarem kalmadı. MYK kararıyla atandım. Örgütü kurduk, strateji belirlemek için toplantı yapıyoruz. Ankara’dan bir telefon, Mehmet Sevigen arıyor; "Bu il başkanlığı kalsın." Deniz beyi evinden aradım. Biraz duraksadı, "Veli, seni çok seviyoruz. Ama bu süreci bir başka arkadaşla geçirsek olur mu?" dedi. "Efendim, benim talebim yoktu, siz söylediniz. Böyle yaparsanız ben incinirim" dedim. Kararlı olduğunu görünce telefonu kapattım. İl başkanlığım beş gün sürmüş oldu. Araştırdım nedenini. Meğer "Deniz Bey ile görüştükten sonra Sarıgül ile yemek yedi" diye bir dedikodu çıkarmışlar. Ama Mustafa Sarıgül ile tanışmıyorduk, 2012 yılı 19 Ocağında Hrant Dink için düzenlenen protesto yürüyüşünde tanıştım. 2010’da ilçe başkanlarının hepsi beni isteyince yeniden il başkanı seçildim. Bir yıl sürdü, eğilim yoklamasında birinci olunca milletvekili adayı olup Meclis’e girdim.

TÜRKÜLERİ SEVERİM: OĞLUM AFİŞİMİ ÖPTÜ

Okuldan beri Ege türkülerine merakım vardır. Tolga Çandar dinleyerek büyüdük. Egelilerden fazla Ege türküsü bilirim. Arguvan Türküleri de benim için vazgeçilmezdir. Arguvan Türküleri kadar sevdayı, gurbeti, ayrılığı başka hiçbir yöre türküsü böyle güzel anlatamaz. İyi bir türkü repertuarım vardır. Müzik yeteneğim olması, saz çalmak türkü söylemek en büyük hayalimdi. Olmadı ama şimdi bazen dost ortamlarında arkadaşlarıma zorla dinletiyorum. 99’da il başkanı olduktan sonra evlendim. Öğretmen eşim. Bir aşk evliliği bizimki. Annem ve eşim siyaset yapmama karşıydı. Nişanlanırken altı ay sonra siyaseti bırakma sözü vermiştim. Tabii bırakamadım siyaseti. İlk çocuğun ismini o koyacaktı. Efe deyince hiç itirazım olmadı. İkincisinin adını ben koydum, kızımın adı Elif. Hiç unutmuyorum. 2002’de milletvekili adayı oldum. Annemle mitinge gelmişler. Bir resmim var, Efe gitmiş resmimi öpmüş. 1.5 yaşında o zaman. Annem ağlıyor, "Ben sana bu siyaseti yapma demedim mi? Bak çocuğun afişlerini öperek büyüyor" dedi. O olay çok koymuş ona. Şimdi de kızım hırçınlaşıyor beni göremeyince. Haftanın üç günü Ankara’da, dört günü Malatya’da olmaya çalışıyorum. Arada yurt dışı, cezaevleri, davalar çıkıyor. Bu arada çocuklarla Ankara’ya alışmaya çalışıyoruz. Başkentleri severim. Ankara da devrimin başkenti ama burada devrimin ruhu hissedilemiyor. Devrimin izlerini siliyorlar.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 29 NİSAN 2012

© 2019 Faruk Bildirici - Medya Ombudsmanı. Tüm Hakları Saklıdır.