Türkiye, Libya'daki iç savaşta aktif taraf mı?

...

    Libya’daki iç savaştaki taraflardan biri olan General Hafter güçlerinin sözcüsü Mismari’nin, Türkiye’nin bir insansız hava aracını vurduklarını öne sürmesi ve tüm Türk hedeflerini düşman olarak gördüklerini duyurması dikkat çekici bir gelişmeydi.

     Böyle bir “savaş” ilanının Türkiye’de yankılanması, medyanın “Libya’daki iç savaşta bizim ne alakamız var?” diye sorgulaması beklenirdi değil mi? Öyle olmadı. İnternette “Küstah tehdit” başlıklarıyla, basılı gazetelerin de iç sayfalarında küçük haberlerle geçiştirildi.

      General Hafter güçlerinin bu tehdidi gündeme geldiğinde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Japonya’daydı. Basın toplantısında yabancı bir gazeteci, Libya’daki bu gelişmeyi hatırlatıp sordu:

    “Sayın başkan, bugün Libya'daki General Hafter, savaşçılarına bütün Türk gemi veya uçaklarına ateş etme talimatı verdiğini açıkladı. Sizin bu tehdide yanıtınız nedir? Özellikle Hafter’i BAE’nin silahlandırdığı ve Suudi Arabistan’ın desteklendiği düşünülünce.  Bu Türkiye ve iki Körfez ülkesi arasında Libya'da yaşanan yeni bir vekalet savaşı mı?”

    Türkiye tüm imkânlarıyla sahada

    Yerinde bir soruydu bu. Libya’da iki büyük güç çatışma halinde. Trablus’taki Birleşmiş Milletler’in tanıdığı “İhvan” çizgisindeki Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni Katar, Türkiye, Sudan’ın yanısıra İngiltere destekliyor. Doğuda Tobruk’u merkez alan General Hafter liderliğindeki Libya Ulusal Ordusu ise Suudi Arabistan, BAE ile Mısır’ın yanı sıra Fransa ve kısmen de Rusya’dan destek görüyor.

    Türkiye’nin Trablus yönetimine desteği gizli değil. General Hafter güçleri, Nisan ayında Trablus’a saldırı başlattığında Cumhurbaşkanı Erdoğan, Trablus yönetimine desteğini şu cümlelerle ilan etmişti:

    “Bundan sonra da Libyalı kardeşlerimizin yanında duracağız. Yeni bir Suriye'ye dönüştürmek isteyenlerin heveslerini kursaklarında bırakmak için tüm imkânlarımızı seferber edeceğiz.”

    Erdoğan, 27 Nisan günü partisinin Kızılcaham’daki kampındaki bu sözleriyle Libya’daki içsavaşta taraf olduğunu ilan ediyordu. Ama Suriye’den sonra bir içsavaşta daha Türkiye’nin taraf haline gelmesi, kamuoyunda bilinen, TBMM’de tartışılmış ve benimsenmiş bir karara dayanmıyordu. Ne yazık ki, bir savaşa aktif katılımı en yüksek ağızdan duyuran bu sözler satırlar arasında kaybolup gitti.

Erdoğan’a vekalet savaşı sorusu gizlendi

       O nedenle olsa gerek Japonya’da yabancı bir gazeteciden bu kadar net bir soru gelince Erdoğan, durakladı. Önce “Hafter’in böyle bir talimatı olduğunu bilmediğini” söyledi, sonra ekledi:

      “Hafter tarafından böyle bir talimat varsa, emir varsa bunu inceletiriz. Elbette bu konuyla ilgili gerekli tedbirlerimiz alınmıştır. Bundan sonra çok daha farklı şekilde bu tedbirleri de alırız.”

      Enteresan şekilde Erdoğan, sorunun “Türkiye’nin vekalet savaşı mı” bölümünü yanıtsız bıraktı.  O yanıtlamadığı gibi, bu soru Türkiye’de yayımlanan haberlerde de yer almadı. Hemen tüm medya kuruluşları, yabancı gazetecinin sorusunu, “Hafter güçlerinin tehdidinin anımsatılması üzerine” gibi genel ifadelerle geçiştirerek sadece Erdoğan’ın sözlerini yayımladılar.

     Onunla da kalmayıp Japonya’ya Erdoğan ile birlikte giden Türk gazeteciler, “Libya’daki vekalet savaşı” sorununun yakınından bile geçmediler. Erdoğan’ın G-20 zirvesi sonrasında düzenlediği basın toplantısında soracaklar mı diye bekledim orada da sormadılar.

    30 Haziran’da Hafter güçlerinin altı Türk gemiciyi kaçırdığı haberi gelince Türkiye medyası hafiften hareketlendi. Milli Savunma Bakanı Akar’ın “en şiddetli şekilde mukabele edilecektir” ve Dışişleri Bakanlığı’nın “Hafter unsurları meşru hedef haline gelecektir” açıklamaları haber sitelerinde manşetlere, gazetelerde birinci sayfalara çıktı.

       Bu açıklamalar da savaş dili içeriyordu. Türkiye medyası yine gelişmelerin bu yanını görmezden geldiği gibi, altı Türk serbest bırakılınca dosyayı kapattı. Hatta Mehmet Barlas “Bir eksiğimiz Libya’da Hafter’le çatışmaktı zaten. Bereket altı Türk denizci sağ salim gemilerine dönmüşler” diye yazdı.

    Yakalanan silah yüklü gemiler

    Oysa Türkiye “bütün imkanları” ile Libya’da ve adı konulmamış bir çatışmanın ortasında. Erdoğan, Japonya’dan dönerken uçakta seçilmiş gazetecilerin “Libya’daki gelişmeler...” diye sorduğu ürkek soruya, “Bizim zaten askeri anlaşmamız var. Bunu daha da güçlendirdik” yanıtını vererek, Türkiye’nin oradaki pozisyonunu bir kez daha açıkça dile getirmiş oldu. Ama tabii askeri anlaşmanın daha da güçlendirilmesinin anlamını oradaki gazeteciler soramadılar yine…

     Erdoğan, döndükten sonra Ulusal Mutabakat Hükümeti Başbakanı Fayiz Mustafa es-Serrac ile Dolmabahçe'de görüştü; desteğini yineledi. Bu da “sıradan” bir görüşme olarak geçti haberlerde.

      Nedense bu dönemde bir tek Yeni Şafak, hemen her gün Libya’daki savaş ile ilgili haberler yayımlamayı sürdürdü. 6 Temmuz’daki “MİT TIR’ları skandalından daha vahim” manşeti ile de “FETÖ’cüler Libya’da gizli görevde olduklarını iddia ettikleri devlet görevlilerinin isim ve fotoğraflarını internette yayımlayıp hedef gösterdi. Can güvenlikleri tehlikeye atılan görevliler arasında generaller de var” denildi. Aslında gazete bu ifadeyle oradaki Türk askeri varlığını dolaylı olarak kabul etmiş oluyordu.

     Evrensel gazetesinde Yusuf Karataş ve Duvar sitesinde Fehim Taştekin ise Türkiye’nin orada “vekalet savaşı” yürüttüğünü açıkça yazdı. Bölgeyi yakından izleyen Taştekin, “Türkiye’nin Libya savaşı: Kesinlikle torbadan çıkmadı” başlığı altında “Türkiye bu süreçte neler yaptı” sorusuna özetle şu yanıtı verdi:

      “Türkiye başından itibaren Trablus Devrimciler Tugayı gibi gruplara askeri eğitim ve savaşçılara sağlık hizmeti verdi. Tedavi görenler arasında Ensar el Şeria’nın liderleri Muhammed el Zehavi dahil tanınmış El Kaideciler de var.

·        Usame bin Ladin’in dava arkadaşı Libya İslami Savaş Grubu’nun kurucusu Abdulhakim Belhac gibi isimleri Türkiye himaye etti. Belhac, 2011’de sahneye gerilla lideri olarak döndü.

·        En mühim mesele BM ambargosuna rağmen yapılan silah sevkiyatı. 2013’ten bu yana Yunanistan’da iki, Mısır’da iki, Libya’da iki olmak üzere Türkiye’den giden altı gemide silah yakalandı. BM’nin silah ambargosunu denetleme komitesi, 5 Eylül 2018’de Güvenlik Konseyi’ne sunduğu raporda Türkiye’den silah sevkiyatını tescilledi.

·        Türkiye aleni şekilde savaşın tarafı ve parçası haline geldi. Siyaseten de Türkiye’nin oturduğu zemin sanıldığı kadar güçlü değil.”

    Ülkenin bu kadar yakıcı bir sorunun içine yuvarlanmasını görmemek, sormamak, üzerine gitmemek eşine az rastlanır bir gazetecilik dramı olsa gerek…

Faruk BİLDİRİCİ / 7 Haziran 2019