TURGAY DALKARA

...

Prof. Dr. Turgay Dalkara, nörobiyologide uluslararası bir isim. Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin yanı sıra Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi Massachusetts General Hospital’da da kadrosu bulunuyor. 2002’de TÜBİTAK Ödülünü almıştı. Bu yıl da 9.Vehbi Koç Ödülüne değer bulundu. Beyin damarları tıkanıkları problemleriyle uğraştığı kadar felsefeye, müziğe de ilgili.

NÂZIM’IN BİLİM ADAMI TARİFİ: RESSAM GİBİ HAZ ALIYORUM

Biz bilim insanlarının kamuoyu önünde olması belki o kadar doğru değil. Bir sanatçının, politikacının durumundan farklı bizimki. Bunu en güzel Nâzım Hikmet’in o ünlü dizelerinde bulmak mümkün; “Gözünde kocaman gözlüklerin, sırtında beyaz gömleğin, laboratuarında yüzünü bile görmediğin insanlar için ölebileceksin” diyor. Bilim insanının en güzel tarifi. Bu kimliğimle bütünleşmiş bir meslek. Bir ressamın resim yapması gibi bilimle uğraşmaktan haz alıyorum.

KOÇ ÖDÜLÜ SÜRPRİZ OLDU: BİLİMİ AR-GE’YE EZDİRME RİSKİ VAR

Vehbi Koç Ödülü, sürpriz oldu. Ödüllenme dönemimin bittiğini düşünüyordum. TÜBA üyesi olmuştum. En son 2002’de TÜBİTAK Bilim Ödülünü almıştım. Bir telefon gelip “Size Vehbi Koç Ödülünü veriyoruz” denince şaşırdım. Ödül hakkında fazla fikrim yoktu. Web sitelerini inceleyince dehşete kapıldım; Fazıl Hüsnü Dağlarca, Türkan Saylan, Aziz Sancar... İnanılmaz büyük isimler! O günden beri de gündemim biraz karıştı. Bir an evvel mütevazı dünyama dönmek istiyorum. Para ödülünü nasıl değerlendireceğimi düşünüyorum. Öyle bir şey başlatayım ki, ileride iyi ki bunu düşünmüş desinler. Önde gelen sanayiciler törendeymiş. Bilmiyordum, çoğunu yüz olarak tanımam. Herkes slogan olarak bilim yapalım diyor ama bilime karşı olanları da bilimmiş gibi benimseyebiliyor ya da bilimi savunmada tereddüt edebiliyor. Genç bilimimizin Ar-Ge sloganı altında ezilme riski var. İşadamlarına bunu söyleyebilmek isterdim. Ar-Ge nedir, inovatif bilim nedir? Bilimsel yaratıcılık öğrenilmeden teknolojik inovasyon sınırlı kalır; uluslararası düzeyde büyük işler başaramayız.

DNA’YI KAMPTA TANIDIM: BABAM EVDE LABORATUAR KURDU

Babam Rıza Dalkara, 5 yaşımdayken bana evde laboratuar kurdu. İlk deneyimizi iyi hatırlıyorum. Suyu hidrojen ve oksijene ayırdık. Babam kibriti hidrojene tuttu, pat dedi patladı. Sorduklarında “Bilim adamı olacağım, atom mühendisi olacağım” derdim. Babamın hayatımda etkisi büyük. Çok akıllı ama yeteneklerini kullanma olanağını bulamamış. O yüzden beni bilime yönlendiren babam “Evladım doktor ol, hem bilim yaparsın, hem bizim çektiğimiz ekonomik sıkıntıları çekmezsin” dedi. Kimya mühendisliğini düşünüyordum. Yeni kurulan TÜBİTAK, Bilim Adamı Yetiştirme Grubu oluşturmuştu. Kırk kadar lise öğrencisini yaz kampına çağırdılar. O kamp hayatımın dönüm noktası. Ödemiş Gölcük yaylasında krater gölü kenarında ders yapıyorduk. DNA ile orada tanıştım. İlgimi çektiğini gören hocalar, “Biyolojiyi çok sevdin, biyokimyacı ol.” dediler. DNA heyecanımla babamın isteği birleşince tıbbı seçtim; hem bilim yapma fırsatım oldu, hem de görece sıkıntı çekmeden yaşadım.

FELSEFEYİ BİLMEK ÖNEMLİ: BEYNİN ÜRETTİĞİYLE DE İLGİLİYİM

Kendimi bildim bileli kitap okurum. 10 yaşında sünnet oldum herkese saat aldılar, bana Hayat Ansiklopedisi. Ona bozulmuştum. Babam, yazları Çeşme’deki evimizde geceleri o müthiş gökyüzüne bakar başlardı felsefe anlatmaya. Nörolojiyi seçmemin temel nedenlerinden biri o. Aslında beynin işleviyle ilgilenirken beynin ürettikleriyle ilgilenmeyi hiç bırakmadım. İnsanı anlamaya çalışırken felsefe altyapım yardımcı oluyor. Bunu bir nörobiyolog olarak, beynin nasıl çalıştığını, nasıl evrimleştiğini bilen biri olarak yapıyorum. Sentezim en azından kendimi memnun ediyor.

KÜTÜPHANE MABET GİBİ GELDİ BANA: FOTOĞRAF ÇEKERİM

Hacettepe Üniversitesi o sırada yeni kurulmuştu. Babam dedi ki, “Doğramacı hep başarılı işler yapar. Sen buraya gir.” Hacettepe Tıp’a girdim. Laboratuarlar, kütüphane müthişti. İlkokuldayken Denizli Çocuk Kütüphanesine yazları çırak olarak giderdim, Haftalığım da 2,5 liraydı. Meğer kütüphane müdürüne parayı babam verirmiş. Yazları Çeşme’ye gitmediğimiz dönemde kütüphanede vakit geçirdim. Hacettepe’nin kütüphanesi bana bir mabet gibi geldi. Dünya’nın her köşesinden her konuda yayın vardı. Kütüphaneden hiç çıkmıyordum. 16 ciltlik bir fotoğraf ansiklopedisi vardı, onu okuyunca fotoğrafçılığa merak sardım. Fotoğrafçılığa devam ediyorum. Daha çok doğa fotoğrafları çekiyorum. İnsanları güzel bir çerçevenin içine oturttuğum zaman çekiyorum.

GÜNCEMDEKİ SON CÜMLE: BEYNİ ANLAMAYA ÇALIŞACAĞIM

Üniversitedeyken o kadar çok felsefe okudum ki. Düşündüklerimi güncelerime yazardım. Nörolojiye girmeye karar verince günceme son cümleyi düştüm: “Yazmaya ara vereceğim. Pozitif bilimle uğraşıp beyni anlamaya çalışacağım. Onu yeterli bulunca geri döneceğim.” Şimdi güncelere dönmeye hazırlanıyorum. Laboratuar araştırmalarını çok güvendiğim genç arkadaşlara bırakıp, felsefeyle diğer öğrendiklerimi bir araya getirip uluslararası planda bir şeyler üretmek istiyorum.

NOTÇU ÖĞRENCİ DEĞİLDİM: İLKOKULDA SINIF ATLADIM

Okuma yazmayı evde öğrenmişim. İlkokula girişte sınav yaptılar, birinci sınıfı atlayarak başladım. Üniversiteye geldiğimde 16 yaşımdaydım. Lisede tarihten hoşlanmazdım. Şimdi tarih meraklısıyım. Coğrafya dersini sevmezdim. Şimdi National Geographic bir numaralı kanalım. O derslerden kendime yedi barajı koymuştum. Yedi alacak kadar çalışıyordum. Sadece Lise 1’de hemen bütün sınavlardan 10 aldım ama genelde not için çalışan bir öğrenci olmadım.

DOĞRAMACI ALDI: TOMOGRAFİYİ DUYUNCA NÖROLOJİYE GEÇTİM

Bugün popüler olan bilgisayarlı tomografi cihazı İngiltere’de yeni geliştirilmişti. Sayın Doğramacı, belki bazı yönlerini eleştirebilirsiniz ama ileriyi görebilen bir insandı. Hacettepe’ye hemen beyin tomografisi cihazı aldı. Bunu duyunca nöroloji asistanlığına karar verdim. Fakat hep hasta işi yapıyorduk, bilimsel araştırma yoktu. Ne yapayım derken Amerika’dan yeni dönen sevgili hocam Prof. Dr. Rüştü Onur’un farmakolojide gelişmiş bir laboratuar kurduğunu duyunca “Doktora yapacağım” dedim. Nörolojideki hocam sayın Prof. Dr. Turgut Zileli izin verdi. Hem ihtisas, hem de doktora yaptım. Rüştü hocanın emeklerini unutamam. Farmakoloji olmasaydı sadece hekim olarak kalırdım.

1978’DEKİ KONGRE KARARI: TOMOGRAFİ EMPERYALİZMİN OYUNU

1978’de İstanbul’da ulusal kongre vardı. “Bilgisayarlı beyin tomografisiyle beyin felçlerinin ayırıcı tanısı” diye bir bildiri sundum. Hoş karşılamayanlar oldu. Bazı hocalar açık oturum yapmayı önerdi. Çıkan sonuç inanılmazdı! “Bu Amerikan emperyalizminin bir oyunudur, zaten Hacettepe’yi Amerika kurmuştur.” Biz iyi bir şey yaptığımızı sanıyorduk. Birden vatan haini olduk. Üç beş seneye kalmadı hemen her hastanenin tomografi cihazı oldu.

KANADA ÖYKÜM: FARMAKOLOG GİTTİM NÖROBİYOLOG DÖNDÜM

Kanada’ya gidişimin ilginç bir hikâyesi var. Haberleşme olanakları gelişmiş değildi. Bir mektup yazılıp aylarca cevap bekleniyordu. Değerli hocam Prof. Dr. Oğuz Kayaalp, “Negatif cevaplar geliyor, vakit kaybetme dört yere birden yaz” dedi. Doktoramı bitirince 1,5 yıl askere gidip gelmiştim, uzmandım. Dördünden de pozitif cevap gelmesin mi? Montreal’i seçtim. Orada temel beyin araştırmaları alanında tanınmış Profesör Kresimir Krnjevic vardı. Farmakolog olarak gidip nörobilimci olarak döndüm. Nörobilim yeni doğuyordu. Nörobilim, o güne kadarki yaklaşımdan farklı olarak farmakoloji, nöroloji, anatomi gibi bilim alanlarının beyni birlikte incelemesini öngörüyordu. Döndüğümde Türkiye’de yoktu ve 1990’da ilk nörobilim doktora programını oluşturduk.

HARVARD’A HER YAZ GİDİYORUM: DÖNMESEM ANNEM UTANIRDI

Harvard’ı etiket olarak değil de çalışmaları ilgimi çeken Prof. Dr. Michael Moskowitz ile çalışabilmek için istiyordum. Fulbright bursuna başvurdum, kazandım. Kabul başvurusu için yazıyı faksladık, yarım saat sonra olumlu cevap geldi. Gittiğimde bölüm başkanına projemi anlattım. “Ne kadar para gerekli?” dedi. Anladım ki bilim açısından farklı anlayışı olan bir yere gelmişiz. “Yakında kongre var, aletleri oradan ucuza alabiliriz” dedim. Hemen telefonu kaldırdı, “Doktor Dalkara’ya alım-satım yetkisi verin” dedi, bitti. İki yıllık süremin sonunda orada kalmamı istediler. Hayır dedikçe maaşımı yükseltiyorlardı. İkna edemeyince “Kadronu açık tutuyoruz, istediğin zaman gel” dediler. İyi ki böyle yapmışlar. 15 yıldır gidiyorum. Bu yaz yine gideceğim. Montreal’den döndüğümde annem sağdı. Türkiye’ye dönmesem çok üzülürdü. Oğlu dönmedi diye Denizli’de kimseye söyleyemezdi, vatana ihanet etmişiz gibi utanç duyardı.

10 YIL İZİN İSTEMİŞTİM: UYUMLU BİR AİLEYİZ

Eşim Sevim ile Hacettepe’de tanıştık. O eczacılık fakültesinde öğrenciydi. Çok kitap alışverişi yapardık. Her ay ders dışında bin sayfa okuma hedefimiz vardı. Fakülte bittikten sonra 77’de evlendik. Onun sevgi dolu desteği olmasa başarılı olamazdım. Amerika’dan döndüğümüzde “Ben 10 yıl çok çalışacağım” deyip iznini almıştım. 10. yılda değil ama 11.5’uncu yılda emin oldum başardığımıza.

KIZLARIMIN İSİMLERİ: BİR YILIM MAVİ YOLCULUKTA GEÇTİ

İlk kızımıza isim düşünürken listede “Deniz”i görünce tamam dedik. Eşim de ben de denizi çok severiz. Mavi yolculuğu deliler gibi severiz. 30 küsur senedir mavi yolculuğa çıkarız. Hesap ettim hayatımın bir yılı mavi yolculukta geçmiş! Mitolojiyi de seviyoruz, ikinci kızımıza hem d’den hem de mitolojiden olsun diyerek Defne adını koyduk. İki kızım da yurt dışında. Defne moleküler biyoloji okuyor. Deniz, California’da gen tedavisi üzerinde çalışıyor.

İDEALİZMİ SEVİYORUM: ÜTOPİKSİN DİYE DALGA GEÇİYORLAR

Siyasete fikren ilgi duydum. Vurmak-kırmak, acelecilik bana uygun değil. Siyasetin bilime ve ikna etme esasına dayanmasını, bölmek yerine birleştirici olmasını, kavga, dogma ve kör inançlardan uzak durmasını diliyorum. Ben idealizmi seviyorum, dünyada geçerliliğinin azalmasına da üzülüyorum. Clinton’a fazla güvenmiş Ortadoğu’ya barış gelecek sanmıştım. ”Sen çok ütopiksin” diye dalga geçen arkadaşlarım haklı çıktı. Yine de ideallerimiz olmalı; barışa inanmaktan vazgeçmemeliyiz. Bir de babam hiç kimseyi kırmadı. Ben bazen sert konuşabiliyorum. O yönüm biraz eksik.

BEYNİ BİLİYORUZ: DAMAR TIKANMALARINDA KATKIM OLDU

Beynin anlaşılmasında epey mesafe alındı. En azından silueti oluştu. Bundan sonra çok sürpriz olmaz. Filozofların zor soru dediği, bilinçlilik hali yani içimizde nasıl bir ben hissettiğimiz sorusunu cevaplamaya henüz yakın değiliz. Arabanın motoru gibi. Beynin nasıl çalıştığını biliyoruz, bozulunca o kadar iyi tamirci değiliz. Nöroloji asistanıyken felçle ilgili üç sayfalık bilgi bugün üç kitaplık hale geldi. Benim beyin damar tıkanması sonucu ortaya çıkan problemleri aydınlatmaya katkım oldu. Son yıllarda migrene ağırlık verdik. İdari görevler arzu ettiğimden değil mecburiyetten. O sayede eğitim programlarının reforme edilmesini sağlayabildik. Meslektaşlarımla birlikte ülkemizde sinirbilimleri alanının toparlanmasını başardık, yeni programlar başlattık.

LİSEDE BASKETBOLCUYDUM: KLASİK MÜZİK SEVERİM

Ortaokul lise yıllarında lisanslı basketbolcuydum. Babam aynı zamanda müzisyendir, kanun çalardı. Ben en son klasik gitar çalışıyordum, sonra bıraktım. Müzik çok önemlidir hayatımda, dinlemeden yapamam. Klasik Batı müziği favorimdir. Klasik Türk müziğini de severim; Itri’ler, Dede Efendi’ler.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 28 MART 2010