TOLGA ÇANDAR

...

MECLİS BENİM İÇİN HAYAL KIRIKLIĞI

Tolga Çandar, uğradığı güvenli limanlara demir atmak yerine yeni ve farklı serüvenlere doğru yelken açmaktan bıkmayan bir sanatçı. “Ege türkülerinin güçlü sesi” olarak nam salmak yetmedi, dizilerde, filmlerde oynadı. Onlar da yetmedi, yeni bir sayfa açtı, milletvekili oldu. Ama bu limanda mutsuz...

DONDURMAM GAYMAK: YEREL DEĞERLERE SAHİP ÇIKMA ÇABASI

Gençlik dönemlerim Dev-Genç, Deniz Gezmişler dönemine denk geldi. Dolayısıyla biz fotoroman okuyarak büyümedik; bizim kahramanlarımız canlıydı. Kasabanın abileri politik adamlardı. Bizi kahve köşelerinden kurtardılar. Tokatlıyorlardı bizi resmen. Alıp, Milas Yüksek Öğrenim Gençlik Derneği’ne götürüp elimize kitap tutuşturuyorlardı. Yaşar Kemal, Jack London kitaplarını onlar sayesinde tanıdım. O dönem Milas’ın özgün bir yapısı vardı; şimdi çok kozmopolit. Kasabaların yapısı bozuldu. Birilerinin değerlerini değiştirmeye başladığını görünce insanlar endişeyle evlerine kapandılar televizyon seyrediyorlar. Bir yabancı kültür bombardımanı var ama bu sağlıklı bir yabancı kültür değil. Yoz kültürlerin saldırısı. Bizim gençliğimizde köy düğünlerinde Beatles, Comparsita çalar, mini etekli kızlar dans ederlerdi. Şimdi Ege’nin kasabalarında dahi çarşaflı insanlar görüyorsunuz. Dondurmam Gaymak filminde oynamam da aslında yerel değerlere sahip çıkma çabası. Ege türküleri söylememin nedeni de bu. Yoz kültürlerin saldırısına karşı koymanın tek yolu, kendi öz kaynaklarından hareketle bir müzik akımı yaratmaktı. Dünyadaki örneklerine bakarak yaptık bunu. “New Song Movement” dediler adına. Bizde de Yeni Türkü, Çağdaş Türkü dendi. ODTÜ’de Mc Donalds açılmasına karşı imza verirken de amacım aynıydı. Mc Donalds’ı emperyalizmin simgesi olarak görüyorduk. Hâlâ da öyle görüyorum. ODTÜ’ye şimdi Mc Donalds açıldı tabii. Darbeden sonra gelen ekip gerekeni yaptı.

GAZETE YAZILARI: YOZLAŞMAYI YAZMAZSAM ANLAMI YOK

Bir yazımda “Anadoluluyum, Türküm ve bağımsız bir yurtseverim. Üstelik ne döneri, ne kahveyi, ne türkülerimizi, ne güzelim Anadolu masallarını vermeye niyetim yok. Yani işi, ‘Türklerin de bu ülkede kendi kaderlerini tayin hakkı vardır’ noktasına mı getirmek istiyorlar, anlamıyorum” demiştim. Çağdaş olmak, Anadolu insanına, değerlerine sırtını dönmek anlamına gelmemeli. Kendi değerleriyle evrensel değerleri kaynaştırmak gerekiyor. Japonlar ve Güney Amerikalılar çok iyi yaptı bunu. Bir yoz hale gelen kimler var? Yunanlılar, Bulgarlar, Ermeniler ve biz. Bu çanaktakiler yozluğa mahkûm edildiler. Batılılaşmak ile çağdaşlaşmak karıştırıldı. Bu yazıyı “yayın politikamıza aykırı” diye gazeteye koymadılar. Yazıyla ilgili hiç konuşmadık. Ondan sonra bir daha da köşe yazısı yazmadım. Yaz demeden, kış demeden 54 hafta yazmıştım. Ben kültür sanat ortamındaki yozlaşmayı yazmazsam orda yazmamın anlamı kalmıyor. Daha önce de felsefe, sanat dergilerde yazmıştım ama böyle düzenli yazılar değildi. Fransa’da felsefe öğrencileri ile mühendislerin ortak çıkardıkları dergiye sekiz hafta yazdım.

HAVACILIĞI SEVDİM: SAVAŞ PİLOTU OLAMAZDIM

Amcam havacıydı. Ona mı öykünürdük artık bilmiyorum. Uçmak fikri çok hoşuma giderdi. ODTÜ’ye geldim, daha ilk yıl dokuz ay süren bir boykota girildi. Hava Harp Okulu sınavlarına girip kazandım. Ama sekiz sorti uçuş yaptıktan sonra bıraktım. Havacılık tamam ama askerlik herkesin mizacına uygun bir iş değil. Ben meslek olarak bir savaş pilotu olamayacağımı gördüm. Savaş pilotu olmak kolay değil. Çok düzenli yaşaman lazım. Bir de ODTÜ kokusunu almışım, bir özgürlük fikri oluşmaya başlamış bende. Askerlikte özgürlüklerin kısıtlandığı bir ortam var. O pek hoşuma gitmedi açıkçası. Onun için de ODTÜ’ye geri döndüm. Zaten kaydımı da almamıştım. Hâlâ havacılığı çok severim. Burada özel bir havaalanında arkadaşlarımız var. Bazen oğlum Karya ile gidip tek pırpırlı, sabit iniş takımlı küçük eğitim uçaklarına biniyoruz. Bir saat Ankara üstünde dönüp dolaşıp geliyoruz. O bana altı ay yetiyor.

ŞANTİYELER: İNŞAAT MÜHENDİSLİĞİ DE YAPTIM

ODTÜ’de önce Fen Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümü’ne girdim. Birinci sınıfta Harp Okulu’ndan ODTÜ’ye geri döndüğümde çok sıkı bir çalışma dönemi geçirdim. İki dönem yüksek şeref listesine girdim. O sayede ikinci sınıfta yatay geçişle İnşaat Mühendisliği’ne girdim. Onu da arkadaşlara epey sorarak karar verdim. “Suyun başında inşaat var. İhalelere giren hep inşaat mühendisleridir” dediler. Bir de açık havada çalışmayı istiyordum. Zaten okulu bitirdikten sonra şantiyelerde çalıştım çoğunlukla. 1.5 yıl kadar mühendislik de yaptım ama müzik hayatına üçüncü sınıfta başlamıştım. Profesyonel sanat hayatım devam ediyordu okulu bitirdiğimde. Mühendislik yaparken toplumun en eğitimsiz kesimiyle muhatapsın, inşaat işçileri. Bir tarafta sahne, öbür tarafta böyle bir ortam olunca insan geriliyor. Kişilik değişimine uğruyorsun. Dayanamayıp bıraktım. Böyle bir ortamda çalışmaktansa gider çalarım türkülerimi dedim. Okulu bitirdikten sonra akademisyenliğe niyetlenmiştim ama olmadı. Sadece bir dönem ODTÜ’de öğrenci asistanlık yaptım.

ODTÜ KİMLİĞİ: O GÜN POLİSLER BAYAĞI HIRPALADI BENİ

ODTÜ benim için önemli. Asıl politik oluşumumun tamamlandığı, rayına oturduğu yer ODTÜ. Ben solcuyum diyordum geldiğimde ama kasabadan çıkmış biri için ODTÜ hayal edilemeyecek bir üniversite ortamıydı. Son derece çağdaş, insanların sürekli birbirleriyle konuşup tartıştıkları, her salonunda ünlü sanat ve düşünce insanlarının farklı konuları anlattıkları bir düşünce alanıydı. Müziğin politik bir yapısı ve felsefesi olabileceğini, bir anlatım aracı olabileceğini orada öğrendim. Ama hiç bir örgüt, grup içinde olmadım. Sempatizan oldum ama hiç aktif bir militan olmadım. Öğrenciliğimizde 1.Şube’nin tadını aldık. Bir toplandık hep beraber götürüldük. İzmir’de de bir süre gözaltı yaşadım. ODTÜ kimliği ile yakalandım. Okul açık, eğitim dönemi ve ben İzmir’deyim. “Sen Milaslısın. Ne yapıyorsun burada?” Yahu gezmeye geldim diyorum, ıhh dinlemediler. Emniyete götürdüler. Epey sorgudan geçtim. Bayağı hırpaladılar. İzmir’de Tariş direnişi, Gültepe olayı vardı. Bazı ODTÜ’lüler o olayların başını çekiyorlardı. Onun için “Gel bakalım” dediler.

BAĞLAMA KÜÇÜMSENİRDİ: ÖNCE GİTAR ÇALDIM

Lise yıllarında önce gitar çalmaya başladım. Çelişki de oluyor biraz. Babam taşocağı işçisi, annem ilkokulda hademe. Evde bir kültür var, sokakta başka bir kültür. Sokak kültürü de efendime söyleyeyim; Devrimci kültür diyoruz. Oturup Cem Karaca, Üç Hüreller, Beatles dinliyoruz. Onları dinlemek o zaman ayrıcalık. Dolayısıyla da gitar çalmaya çalışıyordum. Ama evde de Neşet Ertaş dinleniyordu mesela. Radyoda, “Köye türküler” programı olurdu saat altıda. Babam işe gitmek için kalktığında onu açar dinlerdi. Ege Türküleri, Talip Özkan, Özay Gönlüm. Hoşuma da giderdi. Önce bağlama küçümsendi. Gitar çalmak özel bir şey gibi görüldü. Sonra Ruhi Su, Rahmi Saltuk, Zülfü Livaneli çıkıp bağlama çalmaya başlayınca “Haa böyle de olabiliyormuş” deyip bağlamayı da sahiplendim. Ama bizim orada çok fazla bağlama çalan olmadığı için hoca da olmazdı, kendi kendime öğrendim. Lise sonda artık o sanatçıların türkülerini çalabiliyordum. Tabii amatörce. Ancak ODTÜ’de, Türk Halk Bilimleri topluluğunda daha profesyonelce çalmaya başladım.

SAHNEYİ SEVDİM: TİYATROCU OLACAĞIM GALİBA DİYORDUM

Üniversite döneminde tiyatroda hem sahne gerisinde çalıştım, hem de oynadım. Biz deneysel tiyatrodan yana tavır koyanlardandık. Tiyatroyu popüler bir etkinlik olarak gören gençler de vardı. Yine politik bir yaklaşımımız vardı tiyatro etkinliklerinde de. Harold Pinter’in oynamak istediğimiz oyununun çevirisi 1962’de yapılmıştı. Oturup kendimiz çevirdik. Git-Gel Dolap’ı kendi çevirimizle oynadık ODTÜ oyuncularıyla. Daha sonra Ankara Sanat Tiyatrosu amatör topluluğuna gittim geldim uzun süre. Ergin Orbey çalıştırıyordu o zaman. Müzik henüz yoktu hayatımda. “Ben tiyatrocu olacağım galiba” diyordum. Dondurmam Gaymak’tan önce de Bizim Evin Halleri dizisinde oynadım ben. Egeli bir tüccarı, İbrahim ağayı canlandırdım. 80 bölümden fazla sürdü. İyi tiyatrocularla birlikteydik, epey keyif aldım orada oynamaktan. Çağdaş Türkü’deki Eftal Küçük ile TRT için belgesel müzikleri de yaptık. Daha sonra ben Belçika radyo ve televizyonunda yayınlanan bir Türkiye belgeseli için müzik yaptım. BBC’nin bir belgeselinde de benim yaptığım müzik kullanıldı.

ÇAĞDAŞ TÜRKÜ: TÜRKÜ CAHİL EYLEMİ OLMAKTAN ÇIKTI

1982’de biz tiyatroyla 12 Eylül’ün arkasından üniversitede yaratılan o korku ortamını yok edip, sanat kültür ortamını geri getirmeye çalışıyorduk. İlk olarak amatör tiyatrolar şenliği yaptık. Bizim “Yunanlı bir kız aranıyor” oyunu vardı ODTÜ Oyuncuları’nda. Bu oyunun müziğini Eftal Küçük yapıyordu. Eftal ile tiyatro şenliği arasında biz buzuki-bağlama çalıyorduk. Eftal, “Birlikte bir şeyler yapalım” dedi, onun evine gidip gelmeye başladık. Sonra Yeni Türkü, İstanbul’a gitme kararı aldı. Eftal de Yeni Türkü’den ayrılıp Ankara’da kaldı. Biz onunla Çağdaş Türkü grubunu kurduk. Yeni Türkü ve Çağdaş Türkü kardeş gruplardır. Ben de onların Bağbozumu albümünde çaldım mesela. Anlayış aynı anlayıştır. Çağdaş Türkü olarak “Bekle Beni” ve “Delikanlıya” adlı albümleri çıkardık. Ama sonra Eftal, işine yöneldi. Elektrik mühendisi o da ODTÜ’den. Baktım Eftal, müzikten kopuyor, ben Ege türkülerine yöneldim. Bana bu yol haritasını veren, Çağdaş Türkü ve “Türküleri Ege’nin” albümüdür. Herkes bana “Deli misin kim ne yapsın Ege türkülerini” dedi. Ama ben “Türküleri Ege’nin” albümünü yaptıktan sonra patladı. Elimde saz konserden konsere dolaşmaya başladım. Çağdaş Türküler’de başlayan çizgi, Ege türküleriyle bütünlendi aslında. Bir dönem o yoz kültürlerin bombardımanı altındaydı insanlar. Şimdi türkü söylemek cahil eylemi olmaktan çıktı. Eskiden köylü diye bakarlardı. Kız arkadaşım elimde bağlama varken yanımda yürümezdi mesela. Gitar varken yürürdü ama. Şimdi gencecik şehirli kızlar, Kızılay’da sırtında bağlama ile dolaşıyor. Bizim gibi düşünen herkesin katkısı oldu bu gelişmeye.

SESİNİ KAYBETTİ DEDİLER: SİGARAYI BIRAKTIM GÖZÜM DÜZELDİ

Bir ara benim için sanat şak diye kesildi. 13 yıl kadar önceydi. Bir iki dergide haber çıktı, “Sesini kaybeden ozan” diye. Ben bir ara gözlerimden rahatsızlık geçirmiştim. O dönemde çalıp söyleyebiliyordum aslında. Sadece gözlerimde atak olduğunda bir defa konser iptal etmek zorunda kaldım. Fakat bu haberleri yapanlara bunu anlatamadım. İki yıla yakın neredeyse hiç konser yapamadım. Sesini kaybetmiş adamı konsere niye çağırsınlar? O dönem tekrar mühendisliğe dönmeye karar verdim. Hatta Gürcistan’dan da geçen İpekyolu projesinde çalışan bir arkadaşım vardı. Anlaştık, tam yurt dışına gideceğim, hazırlıklar falan yapıldı. Pat diye yurt dışından bir teklif geldi. 24 konserlik o dizi beni mühendisliğe dönmekten ve yurt dışına gitmekten korudu. Bırakıp gitmek istemiyordum zaten. Oğlum Karya henüz üç dört yaşındaydı, onun babasından uzakta büyümesini istemiyordum. Gözlerimdeki rahatsızlık için Behçet hastalığı da dediler. Tetkikler oldu falan. Burada Göz Bankası’nda bir iki ufak operasyon geçirdim. Rusya’ya, ünlü Fyodorov kliniğine de gittim geldim. Hepsi boşuna, hiç gerek yokmuş. Gülhane’nin dekanı vardı, şimdi emekli olmuş; Tümgeneral Zeki Bayraktar. Bir gün oturdu bana, nikotinin göz kökünde Behçet hastalığına benzeyen zararlar verdiğini anlattı. Şak diye sigarayı bıraktım, üç ay sonra ataklarım kesildi; altı ay sonra da gözümde hiçbir rahatsızlığım kalmadı.

MİLLETVEKİLLİĞİ: ADAYLIK MACERAM 9 YILDIR SÜRÜYORDU

CHP ile Ali Dinçer sayesinde tanıştım. Beni götürüp partiye kaydettiren odur. 12 Eylül’den sonra yapılan siyasi çalışmaların hepsinin içindeydim. Halkçı Parti, SODEP, SHP dönemlerinde ben hep adına “Sol Kanat” ta yer aldım. 1989 yerel seçimlerinde epey çaba harcamıştım. Benim memleketim Muğla. Siyaset yapacaksam etkili olduğum yerde yapmalıyım diye karar verdim. Bir ayağım Muğla’daydı, hep gidip geliyorum. Ben Ege kültürü aşığıyım. Orada yaşayan insanların hayat tarzlarına aşığım. O zeybek kültürüne, efelik kültürüne hayranım. Bu üçüncü dönemimdir. 2002’de Baykal döneminde milletvekili adaylığı için başvurdum ama listeye almadılar. 2007’de önseçimde altıncı sıraya geldim. Önseçim yapılacağı netleşmeseydi yine çalışırdım ama aday olmazdım. Bu dönem önseçimde liste başı oldum. Bu mücadele dokuz yıl sürmüş.

HERKES AKILLI: MECLİS’TE EKSİK OLAN VİCDAN VE ESTETİK

Kılıçdaroğlu ile Birgün gazetesinde yazarken tanıştık. “Birgün yazarları” diye yurt içinde ve dışında bir iki etkinliğe beraber gittik ama yakın bir ilişki olmadı. Milletvekilliği adaylığımı Kemal Bey ile hiç konuşmadım. Ben zaten hiçbir adaylığım öncesi genel merkeze gitmedim, genel başkanla görüşmedim. Koca adamlar yarı yaşında insanların önüne çıkıp kendini anlatıyor. Çok onur kırıcı bu. Bu kadar ezilebilen insandan aktif siyasette çok onuru işler beklemem zaten. Bu bütün partiler için geçerli. Sokaktaki insanın Meclis’e olan saygısının ve güveninin yok olması boşuna değildir. Toplasan 20 kişiyi geçmez, bu Meclis’in egemenliği üzerine çöreklenmişler. Meclis benim için hayal kırıklığı. Bunu aşacağım mutlaka ama siyaset kurumuna saygımı yitirmek istemezdim. Ben sayın genel başkanı çok seviyorum. Çok da onurlu bir mücadele veriyor. Birkaç kişi var böyle hakikaten çok sevdiğim, çok saygı duyduğum. Meclis’te gücün karşısında boyun eğen, güçsüzün karşısında aslan kesilen bir yapı var. Geçen gün bir arkadaşımıza söyledim. Akıl konusunda hiç sorun yok. Herkes inanılmaz akıllı. Mecliste eksik olan vicdan ve estetik. Onu göremiyorsun. Herkes ne yaparsam yeniden seçilirim mücadelesi içinde. Ben meclis’te denetleme görevini sağlıklı bir şekilde yapabilir, temsil ettiğim ilin sorunlarını aktarabilirsem sevinirim. Partizanlığın, Kredi Yurtlar Kurumu’nda genel müdüre, milletvekillerine kontenjan tanınmasının peşine düşüyorum. Bir daha milletvekili olmasam ne kaybederim? Ben bu süre içinde ne yaptığımla ilgiliyim. Elimin yüzümün akıyla bu dönemi bir geçeyim bakalım.

CHP: PARTİNİN GENETİĞİYLE OYNANMIŞ

CHP’nin devrimci, Mustafa Kemal’in ateşli yurtsever çizgisi vardır. O çizgisinden sapmaması gerektiğini düşünüyorum. Çığırtkanlık yapan bir milliyetçilik değil. Ama halkının değerlerine, kültürüne sahip çıkan bir siyasal anlayış. Açık konuşmam gerekirse, son 20 yıldır partinin genetiğiyle oynanmış. Demokratik çizgiye dönebilmesi, parti içi demokrasinin sağlanabilmesi için çaba sarf etmek lazım. Ben bu konuda genel başkanın iyi niyetine son derece güveniyorum. Herkes işi gücü bıraktı delege seçimleriyle uğraşıyor. Ben milletvekillerinin delege seçimlerine karışmasına karşıyım. Adam delege listesinden silinmiş haberi yok. Bunların değişmesi lazım. Partinin o devrimci sol değerleri ile de oynanmış. Sosyalist Enternasyonal’den çıkarılma noktasına gelmiş bir sosyal demokrat parti olabilir mi? Olmamalı. Sosyal demokrat, sol değerlere sahip bir partinin programı bellidir. Bakıyorsun senin değerlerinin söylemi ile birileri iktidara geliyor. Bizim her geçen gün kendimizi biraz daha aşmamız lazım. Seçim öncesinde yapılanlar doğruydu. Kaldığımız yerden devam etmemiz gerek. Her türlü engellemeye karşın dimdik durmamız ve halkın bize verdiği görevi en iyi şekilde yapmamız gerek. Ben 2007 seçimlerinden sonra oluşan pasif ortamdan çıkalım diye tek başıma Bodrum’dan Fethiye’ye kadar 6 gün boyunca yürüdüm. “Tam Bağımsız Demokratik Türkiye” idi sloganım. ADD, ÇYDD ve partimden katılanlar oldu yol boyunca. Ben çalışmaktan korkmam. Herkesten de bunu beklerim.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 29 OCAK 2012