TEK DOLARLIK KALPAZAN OPERASYONU

...

KIRLANGIÇ YUVASI / 15

TEK DOLARLIK KALPAZAN OPERASYONU

Döviz bürosundan aldığı dolarları çabucak saydı. Tamamdı, çantasına koydu. Çalıştığı büroya gittiğinde bir kez daha saymak istedi. 100 dolarlardan biri dikkatini çekti; hem eski, hem de rengi farklıydı...

Deneyimli bir arkadaşına gösterdi doları. "Yüksel, bu dolar sahte galiba.." dedi o da. Öğleden sonra fırsat bulunca döviz bürosuna yeniden gitti. "Bu doları biz vermedik" deyip işin içinden çıktılar. Israr etmesine rağmen sonuç alamadı. İlk kez bu büroya gitmişti, çalışanlarını tanımıyordu.

Birkaç gün sonra sürekli iş yaptıkları döviz bürosuna gidip, onlara gösterdi. Bu kez kafası iyice karıştı. "Bu 100 dolar sahte değil ama çok eski biz alamayız." dediler.

Sahte mi değil mi? Bir büroya daha gösterdi. Onlar emindiler. "Bu Saddam’ın bastırdığı sahte dolarlardan" deyip geri verdiler. Bir an yırtıp atmayı geçirdi içinden. Tanıdık döviz bürosundakilerin söylediklerini hatırladı. Ya sahte değilse? Kime inanacağını bilemedi.

Vazgeçti yırtmaktan, cüzdanına koydu 100 doları, aylarca da orada unuttu. O doların başına ne işler açacağının farkında değildi...

Bir gün Merkez Bankası’na gittiğinde hatırladı yeniden. Öbür işlerini bitirdikten sonra üç numaralı gişeye yaklaştı. Doları uzatıp sordu:

- Bu para gerçek mi, sahte mi?

Yaka uçları düğmeli gömleği sıktığı için boynunu güçlükle çeviren tombul görevli kravatıyla oynamayı bıraktı. Çıldırtacak kadar ağır hareketlerle 100 doları aldı, mavi ışığın altına tutup şöyle bir baktı. Birden hareketleri hızlandı, başını kaldırdı. Gişenin önünde duran kişinin kim olduğuna dikkat etmemişti. Merkez Bankası’na sahte dolar getirme cesaretini gösteren kim acaba? Yukardan aşağı süzüverdi; giyimini, yüzünü, ellerini inceleyip tanımaya çalıştı.

Gişenin ardından kendisine yönelen kuşkulu bakışları fark eden Yüksel, tedirgin oldu. Kötü bir şey mi yapmıştı? Ama neyi yanlış yapmış olabilirdi ki? Eninde sonunda sahte para bozdurmaya çalışmamış, sadece sormuştu, "Bu sahte mi" diye...

Tombul görevli daha fazla düşünmesine bırakmadı. "Bu para sahte" açıklamasını yaptı. Sözlerinin etkisini ölçmek ister gibi gözlerine bakıp bir an sustu. Elini yeniden kravatına götürecekti ki, vazgeçti. Ürkütüp kaçırmamak için sakin, yumuşak bir sesle ekledi:

- Tutanak tutmamız lazım.

Yüksel anlamadı, sordu. "Ne olacak?" Sıradan bir işlem yapacaklardı o kadar.

- Tutanak tutacağız. Siz de bir imza atacaksınız?

Sadece bir imza atacaksa mesele yoktu, bekleyebilirdi. Devletin bu yüzüyle daha önce hiç tanışmamıştı. Hiç karakola gitmemiş, mahkemeye düşmemiş, vergisini, sigortasını düzgün yatırmış bir vatandaştı. "Tamam, beklerim. Her şey kanuna uygun olsun" karşılığını verdi. Gişenin karşısında boş bulduğu bir sandalyeye oturup beklemeye başladı.

Bu sırada tombul görevli de telefona sarılmış, el kol sallayarak heyecanla konuşuyordu. Telefonu kapattıktan sonra önündeki kâğıtlara döndü, çalışır gibi yapıyordu. Ama daha çok Yüksel’i gözlüyordu.

Zaten o da sürekli gişeye bakıyordu. Tutanağın yazılması ne zaman bitecek de imzalayıp gideceğim diye soruyordu gözleriyle.

Bir polis tepesine dikilince anladı neden bu kadar beklettiklerini. Demek polis çağırmışlardı! İş ciddiydi. Polis koluna girerken, gişedeki tombul adamın elinde gördü sahte 100 dolarını.

"Şimdi bir fırlayıp şu doları yırtsam da kurtulsam" isteği yükseldi içinde. Polisin sesini duydu; "Karakola gitmemiz gerekiyor" dedi. Sıkıca tutmuştu kolunu. Fırlayıp parayı kapması mümkün değildi. Artık iş işten geçmişti.

100 doları polis aldı. Görevlinin hazırladığı tutanağın bulunduğu zarfa koydu. Yeniden Yüksel’in kolunu tuttu. Kapıda bekleyen arabaya binene kadar da bırakmadı. Yakındaki Anafartalar Karakoluna gittiler. Merkez Bankası’nda olanları anlattı. Komiser inanmamış olacak ki, sordu:

- Nereden aldın bu 100 doları?

- Hatırlamıyorum aylar oldu.

Döviz bürosu falan sıralayıp işi büyütmek istemiyordu. Karakoldan bir an önce kurtulmasının yolunun daha fazla konuşup, işleri iyice dolandırmamasına bağlı olduğuna karar vermişti.

Bir yandan da kendi kendine kızıp duruyordu. "Ne aptallık yaptım da bu parayı Merkez Bankası’na getirdim? Keşke yırtıp atsaydım." Komiser, defalarca sorup yaklaşık cevapları aldıktan sonra ikna oldu karşısındakinin azılı bir kalpazan olmadığına. Anlattıklarını tutanağa geçirdi.

Yüksel, tutanak bitince imzalayıp işyerine dönebileceğini sanıyordu. Öyle olmadı. Komiserin görevlendirdiği polis geldi. "Haydi bakalım. Adliyeye gidiyoruz." Başına gelen felaketin boyutlarını anlamıştı ama akıntıya kendini koyvermekten başka yapacak bir şey kalmamıştı. "Ah salak kafa, o 100 doları neden yırtmadın."

Adliyede adli tabip Yüksel’i, üç dört dakika süren bir muayeneden geçirdi. Beraberindeki polis ile birlikte bu kez Ankara Emniyet Müdürlüğü’ne gittiler. Büyük binada ilk uğradıkları yer, dolandırıcılık şubesiydi. Parmak izini alırken üzüldüğünü gören polis, teselli etti:

- Merak etme. Beraat edince onu getirirsin fişini sileriz.

Ardından emniyet binasının her katını dolaştırmaya başladılar. Hırsızlık Şubesi, Mali Şube vs... Oradan oraya dolaşırken, şubelerden birinde sordular. "... Emniyet Müdürü .... ’yi tanır mısın?" O zaman anladı, bürodaki arkadaşları, ailesi meraklanmaya başlamışlar, tanıdık emniyet müdürünü devreye sokmuşlardı. Rahatlarken, saatine baktı. Akşam olmuştu. Merkez Bankası’ndan polis eşliğinde çıkarken saat 10.10’du. Saddam dolarının peşinden sürükleniyordu saatlerdir.

Dolandırıcılık Şubesi’ne götürdüler yeniden. Meğer aynı isimde bir kişi hakkında dolandırıcılık şikâyeti varmış. Birkaç sorudan sonra uyandı. "Benim de adım Yüksel Küçük ama ben 15 yıldır aynı Mali Müşavirlik bürosunda çalışıyorum. Hiç emlakçıda çalışmadım." Polisler hak verdiler ona. "Haklısın ama bizim resmi evrakı tamamlamamız lazım."

Anafartalar Karakolundan gelen polisle düştüler yine yola. Bu kez istikametleri Esat Karakoluydu. Bereket orada bekleme uzun sürmedi. Şikâyetçi onu görür görmez itiraz etti. "Hayır, beni dolandıran bu adam değil." Yüksel, sevinmedi bile. Bıkkınlık kaplamıştı her yanını.

Yüzleştirme tutanağını alıp çıktılar. Adliye’ye vardıklarında vakit gece yarısına yaklaşıyordu. Doğrudan nöbetçi hâkimin karşısına çıkardılar Yüksel’i. Hâkim, önündeki dosyayı inceledi, sonra ifadesini aldı. "Tamam gidebilirsin. Tutuksuz yargılanacaksın."

Adliye’den çıkarken, polis memuruyla vedalaştı. Karakola dönmesi için taksi parasını sıkıştırdı cebine. O da bütün gün kendisiyle birlikte aç susuz dolaşmış, kelepçe takmamış, dostça davranıp moral vermeye çalışmıştı.

Yüksel, doğru evine gitti. Karısı, çocukları sevinçle karşıladılar. Büro arkadaşları da oradaydı. Yüksel anlattıkça gözleri büyüdü. Bir sahte dolar yüzünden yaşadıklarına inanmakta güçlük çekiyorlardı onlar da.

Ertesi gün öğleden sonra yine Adliyedeydi. Dört ay sonrasına gün vermişti hâkim. Aylarca içi içini yedi. Duruşma gününü heyecanla bekledi. Suç işlemediğini biliyordu. Peki ama ya hâkim hapis cezası verirse?

12.Asliye Ceza Mahkemesi’ndeki duruşmaya avukatıyla birlikte gitti. Duruşma kısa sürdü. Hâkim sordu; "Bozdurmak için mi götürdün bu doları?" Yüksel, eski ifadesini tekrarladı; "Hayır efendim. Sadece sahte mi diye sordum." Hâkim önündeki katibe eğildi hafifçe. "Yaz kızım..."

...sanığın üç nolu gişeye sormak üzere Amerikan dolarını getirdiğinin tespit edildiği, bu suretle sanığın doları piyasaya sürme kastı olmadığı, sadece sahteliğini öğrenmek için bankaya ibraz ettiği anlaşıldığından unsurları oluşmayan müsnet suçtan sanığın beraatine verilen karar sanığın yüzüne karşı açıkça okunup anlatıldı...

Yüksel, beraat kararının kopyasını almadan ayrılmadı salondan. Katlayıp cüzdanına koydu kararı. Ne olur ne olmaz diye de hiç çıkarmadı oradan...

Faruk Bildirici / Tempo / 14-21 Mart 2001