SIRADAN ÖYKÜLER DE AĞLATIR

...

KIRLANGIÇ YUVASI / 12

SIRADAN ÖYKÜLER DE AĞLATIR

Güneş, o sabah Güldiken köyünü aydınlatamadı. Evlerden yükselen dumanlar kara bir bulut halinde köyün üzerine çöreklenmiş, güneş ışıklarının korku içindeki insanlara ulaşmasını engelliyordu.

Karanlığın nedeni, köyü basan üniformalılardı. Köyün erkeklerinin kimisi kaçmış, üniformalılar, yakaladıklarını da topluca başka bir yere götürmüşlerdi.

Köy meydanında kalanlar, yaşlılar, kadınlar ve çocuklardı. Gözyaşları sessiz akıyor, alevler arasındaki evlerini çaresiz bakışlarla izliyorlardı. Evlere doğru yapılan her hamle, dipçik darbesiyle karşılık buluyor, çığlıklar küfürlere karışıyordu.

Sadece Gülizar nine evini terk etmemişti. Bir üniformalı, kolundan tuttu, onu da meydana sürüklemek istedi. Gülizar nine direndi, ağladı, yalvardı.

- Burası oğlumun evi. Dokuz nüfusa bakar benim oğlum. Evini yakarsanız o bize nasıl bakacak?

Üniformalı genç, Gülizar ninenin yüzüne baktı. Yalvaran gözlerini gördü, acı doluydu. Onun da gözleri yaşardı. Yaşlı kadının kolunu bıraktı, koşar adım uzaklaştı. Gülizar nine, yeni başlayan yangını söndürmek için eve döndü yine...

O sırada meydandan çığlıklar yükseldi. Üniformalılar, bir çalı süpürgesini tutuşturup aralarına fırlatmışlardı köylülerin. Bir yandan da bağırıyorlardı:

- Derhal terk edin bu köyü. Bir daha da dönmeyin...

Kalabalık darmadağın oldu, herkes bir tarafa kaçıştı. Gülizar ninenin gelini Ayşe, ancak köyün alt yanındaki çayın içinde bir araya getirebildi yedi çocuğunu. En büyüğü Hazal’ın ayağındaki terliğin teki kaybolmuştu, öbür çocuklar da yarım yamalak giyinebilmişlerdi zaten...

Bir süre suların içinden ilerlediler, sonra çıktılar çaydan. Kimi zaman patikaları, kimi zaman yolu izleyerek, saatler sonra Lice’ye vardılar. Perişan halde boş bir arsada toplanmış, ne yapacaklarını düşünürlerken birden Hazal bağırdı. "Babam geliyor."

Genç adam, o gece kötü bir rüya görmüştü; bütün köy alev içinde yanıyordu. Dayanamamış Diyarbakır’dan köye dönmeye karar vermişti. Felaketi yolda öğrenmiş, ailesini aramak için Lice’ye gelmişti.

Çocuklarını, karısını sağ salim görünce rahatlar gibi oldu. Birkaç saniye geçti geçmedi. Gülizar ninenin orada olmadığını fark etti! "Annem nerede?" diye sordu. "Köyde kaldı, evin yakılmasına mani olacakmış. Onu getiremedik."

KÖMÜRLÜKTEKİ TEK YORGAN

Adam, karısını ve çocuklarını Diyarbakır’a götürüp, bir tanıdığına emanet etti. Komşu köyden insanlardı onlar da. Köylerini terk etmiş, şimdi devletin verdiği bir evde oturuyorlardı. Küçük evin bir odasını onlara açtılar.

Adam, ancak iki gün sonra köye ulaşabildi. Üniformalılar gitmişti. Ama köyden de geriye dehşet verici bir enkaz yığını kalmıştı. Kendi evleri sapasağlam duruyordu. Eve girdi, annesi elleri başının arasında kımıldamadan oturuyordu bir köşede. Ellerine sarıldı, öptü, öptü...

Ana oğul, evden birkaç parça eşya alıp, köyden ayrıldılar. Diyarbakır’da birkaç gün kaldıktan sonra Adana’ya gitmeye karar verdi genç adam. Mevsim yazdı, pamuk toplayıp para kazanabilirlerdi!

Bekledikleri gibi gitmedi, kısa süreli iş bulabildiler. Çok az parayla Diyarbakır’a döndüler. Tek odalı bir ev bulup oraya yerleştiler. Adam iş aramaya başladı. Ama ne mümkün! Kendisi gibi yüzlerce işsiz dolaşıyordu kentte.

İlk işi odun kesmek oldu. Üç beş kuruş kazandı balta elinde evden eve dolaşarak. Sonra seyyar satıcılık yaptı yıllarca. Zor işti o da. Dolaşırken köyü aklına geliyordu sık sık. "Ne işim var benim burada? Orada toprağımızı ekip biçiyor, geçinip gidiyorduk. Hatta olmayana biz meyve sebze dağıtıyorduk."

Dinmek bilmeyen sıkıntı, ülserini azdırıyordu...

Ayşe kadın için de zordu hayat. Yokluklar içinde yedi çocuğa bakmak onu da erken yaşlandırdı. Birkaç yıl içerisinde yüzündeki çizgiler kalınlaştı, elleri buruştu, gözlerinin ışığı söndü...

Zaman zaman Güldiken köyünden kadınlarla bir araya gelip eski günleri anıyorlardı. Köyden ayrıldıkları 1993 yılındaki o felaket sırasında yaşadıklarını, Diyarbakır’daki ilk günlerde çektikleri sıkıntıları konuşup, dertleşiyorlardı.

Konuştukça kederlere boğuluyorlardı. Çünkü hiçbir öykü diğerinden daha az çarpıcı ya da daha az yürek dağlayıcı değildi:

- İlk gün bir apartmanın kömürlüğüne sığındık. Apartmandan bir kadın, bir yorgan verdi, bir de kilim. Geceleri üç çocukla birlikte o tek yorganın altında yattık. Sürekli yorgan bir o yana kayardı, bir bu yana.

Bir gün gelip de her birimizin üzerine örtecek birer yorganımızın, birer kaşığımızın olacağına inanamazdım. Sonra bir komşu yorgan verdi, öbürü yatak, bir başkası kaşık çatal getirdi. Öylece toparlandık...

Bu öykünün kahramanları olan kadın ve kocası, sığındıkları apartmanda kapıcılık yapıyorlardı. Durumlarından memnundular.

Fakat Ayşe kadın hâlâ köydeki rahatlığına erişememişti. Aradan sekiz yıl geçmiş, bir türlü düzen tutturamamışlardı. Yaz aylarında Adana’ya, Bursa’ya gidişler dışında hâlâ işsizdi kocası. Gülizar nine 65 yaşına gelmiş, devlet ona maaş bağlamıştı. Onun dışında evin tek geliri Hazal’ın kazandığı paraydı...

HAZAL BİR GÜZEL KIZ

Köyden kaçarken yedi yaşında olan Hazal, bugün 15 yaşında ufak tefek bir genç kız. Bir mühendisin evinde bebek bakıyor. Okul yüzü görmeyen Hazal’ın en büyük sevinci, en büyük umudu, kardeşlerinden ikisini okula gönderebilmesi. Bereket kardeşleri derslerinde başarılı...

Hazal’ın, Diyarbakır için sıradan mı sıradan olan öyküsünü dinlerken içim titredi. Köyünden koparılışını anlatırken kapkara gözlerinden yaşlar süzüldü. Fakat sesinin tınısındaki, gözlerinin derinlerindeki o mağrur, baş eğmez hali hiç bozulmadı sohbetimiz boyunca.

Sorularımı yanıtlarken, sözcüklerin arasına boşluklar koymadan konuştu. Kendi içinde çözmüştü her şeyi. Yeniden yeniden düşünmesine gerek yoktu hiç bir konuyu.

"Köyümüzü özledim. Devlet izin verse gideriz. Orada olsaydık, şimdi elalemin evinde çalışmaya muhtaç olmazdım" dedi. "Bence biz hak etmedik bunu" diye isyan ederken, bir yandan da gerçekçiliği elden bırakmadı, ekledi:

- Köyden çıkmamızın iyi yönü de oldu. Köyde dünyadan bihaberdik. Dünyayı tanıdık, beynimiz gelişti. Türkçeyi öğrendik. Kardeşlerim köyde olsa okuyamazdı. Şimdi okula gitme imkânı buldular.

Öldürülen Emniyet Müdürü Gaffar Okkan’dan söz ederken yine gözleri doldu. "Herkes onun için Diyarbakır’a yeni bir baba gelmiş diyordu" sözleriyle, ifade ettiği Okkan’ın onun gözündeki değeriydi:

- Onu tanımıyordum ama seviyordum. Öldükten sonra duyduklarım onu daha çok sevmeme neden oldu. Çok üzüldüm ölümüne. Kürtlere sahip çıkmıştı o. Türk-Kürt onun için fark etmezmiş, onun için herkes insanmış. Öyle derler.

Hazal, bana "Güneşe Yolculuk" filminde oynayan Nazmi Kırık adlı genci çağrıştırdı. O da Hazal ile aynı yaşlardaydı. Geçen yıl Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’nin açılışında yaptığı konuşmaya o gün hak ettiği anlamı verememiştim:

- Aslında hepinizden çok ben barış istiyorum. Çünkü ben Diyarbakır’da yaşıyordum.

Hazal’ın öyküsünü dinledikten sonra, Nazmi’nin barışı en çok kendisine layık görmesini daha iyi anlıyorum artık...

Faruk Bildirici / Tempo / 21-28 Şubat 2001

Maalesef gündemimiz yine “terör” haberleri. PKK’nın Çukurca’daki saldırısından sonra Başbakan Tayyip Erdoğan, “medyayı daha duy

Maalesef gündemimiz yine “terör” haberleri. PKK’nın Çukurca’daki saldırısından sonra Başbakan Tayyip Erdoğan, “medyayı daha duy

KIRLANGIÇ YUVASI / 125BÜYÜK ORDU GÜÇLÜ ORDUDUR EFSANESİ ÇÖKTÜSavaştan herkes kendine göre bir ders çıkardı. K

KIRLANGIÇ YUVASI / 125

BÜYÜK ORDU GÜÇLÜ ORDUDUR EFSANESİ ÇÖKTÜ

Savaştan herkes kendine göre bir ders çıkardı. K

Endişelenme! E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar doldurulmalıdır (*).

© 2019 Faruk Bildirici - Medya Ombudsmanı. Tüm Hakları Saklıdır.