SEÇİM HABERCİLİĞİNDE DENGELER

...

2007 seçimleri öncesinde Genelkurmay bildirisi, Cumhurbaşkanlığı seçimlerine yönelik projeler ve DYP-ANAP ittifakının çökertilmesi gibi seçmen iradesini yönlendirecek alengirli işler yaşanıyordu. Medya, bu kez de kasetlerle organize edilen “siyaset mühendisliği” sınavı ile karşı karşıya.

Maalesef seçim haberciliğinde “siyaset mühendisliği” dışında da sorunlar var. Bu seçimlerde medyadaki başat sorun, taraftar gazetecilik ve medyadaki kutuplaşmanın seçim haberciliğine yansımaları. İktidara ilişkin konumlanmalar, medyanın işlevini yerine getirmesinde aksamalara neden oluyor.

Nedir medyanın seçimlerdeki işlevi? Seçmen iradesinin özgürce sandığa yansıyabilmesini sağlayabilmek için insanlara doğru veriler sunmak ve seçim sürecinin demokratik biçimde işleyişini denetlemek.

Medya bu görevini hakkıyla yerine getirebilmek için öncelikli olarak bütün partilere eşit mesafede durmak zorunda. Bütün partilerin, adayların vaatlerini, programlarını, söylemlerini okurlarına, izleyicilerine duyurmak durumunda medya. Bunu yaparken gazeteciliğin özünü unutmamak, iktidar ya da muhalefet olduğuna bakmaksızın, herkese karşı sorgulayıcı ve eleştirel olmak da gerekli.

Elbette partiler ve adaylara ilişkin haberlerin verilmesi sırasında “haber değeri”ni esas alan editoryal tercihler devreye girecektir. Ancak “editoryal tercihler”, mutlak eşitlikçi olmasa da adil, hakkaniyete uygun olmak durumunda. Kitle haberciliği yapıyorsanız bundan kaçamazsınız. Tabii parti gazeteciliği yapıyorsanız, politik misyon üstlenmişseniz o başka.

Okurlarımızdan Ahmet Feridun Gündoğdu, Hürriyet’in seçim haberciliğini tam bu noktadan eleştirdi. Gündoğdu, “23 Nisan başlıklarınızı protesto ediyorum” diye başlayan mesajında özetle şu görüşü dile getiriyordu:

“Türkiye kader seçimlerinden birine gidiyor. Ana muhalefet partisi olan CHP seçim beyannamesini açıklıyor. Gazetenizde sağ altta küçücük bir yer bulabiliyor. Ama Başbakanın Gümüşhane’de Doğan grubunun ortak olduğu tesisi açması büyük başlık olabiliyor. Partilere eşit davranmak bu mudur? İçerideki sayfalarda daha fazla yer verilmesi mazeret olamaz. Başlıklar gazetenin ruhunu yansıtır.”

Gündoğdu’nun da mesajında kabul ettiği gibi, CHP’nin seçim beyannamesine ilişkin haber, gündem sayfalarında geniş biçimde verilmişti. Ama o bunun yeterli olmadığı görüşündeydi.

Bu eleştirinin haklı olup olmadığını söyleyebilmek için bir günlük Hürriyet’e bakmanın yeterli olmayacağı kanısındayım. Net bir sonuca ulaşmanın sağlıklı yolu, Hürriyet’in seçim dönemi boyunca yaptığı haberciliğin tamamının incelenmesi olurdu. Fakat bu hayli uzun zamanı ve bilimsel bir çalışmayı gerektireceği için bir fikir vermesi bakımından sadece lider konuşmaları ve birinci sayfalar ile ilgili sınırlı bir çalışma yaptım. Çünkü okurumuzun, “birinci sayfaların gazetenin ruhunu yansıttığı” görüşüne katılıyorum.

Seçim kampanyalarının yoğunlaştığı 1 Mayıs’tan itibaren üç liderin konuşmalarına ilişkin haberlerin kaç kez birinci sayfaya çıktığını inceledim. Hürriyet ile yetinmedim; Sabah, Zaman ve Habertürk gazetelerini de araştırmaya kattım. 1 Mayıs-22 Mayıs tarihleri arasında birinci sayfaya çıkan Erdoğan, Kılıçdaroğlu ve Bahçeli haberlerini sayarken, manşet ve sürmanşet olanları da ayrıca belirledim.

Sonuçta yandaki tabloyu elde ettim. Bu tabloya bakarak, Hürriyet’in, son 22 gün içerisinde liderlerin konuşmalarını dengeli biçimde verdiğini söyleyebilirim. Diğer gazetelere bakınca bu durum sanırım daha iyi anlaşılıyor. Zaten Hürriyet dışındaki üç gazetenin rakamsal göstergelerini vermemin nedeni biraz da gazetecilik yapılan zemine dikkat çekmek…

* Parantez içindeki rakamlar manşet ya da sürmanşetten verilen haber sayısı.

12 Haziran seçimleri öncesinde liderler meydanlarda, onları izleyen gazeteciler de peşlerinde. Liderleri onların gözünden izliyoruz ama o gazetecilerin yaşadıklarını göremiyor, izleyemiyoruz. Liderleri izleyen Hürriyet muhabirlerine gezilerdeki çalışma koşullarını sordum. Onlar da anlattı:

Selçuk Şenyüz ve Ümit Çetin (Başbakanlık ve AKP muhabirleri): Başbakan Erdoğan’ın mitinglerinde, kürsüye yakın bir yere TIR kasası çekilerek gazeteciler bunun üzerine alınıyor. Gazeteciler için bir basın görevlisi, bir de başbakanlık koruma polisi görevlendiriliyor. TV’ler için özel bir şirket parti adına profesyonel çekim yaparak, servis ediyor. Her şey mükemmel ancak, Erdoğan’ın konvoyunu takip edip etrafında çalışmak istersen, sıkıntı başlıyor. Görevliler buna izin vermiyor. Özetle, onların düzenlediği koşullarda, onların istediği yerlerde çalışabiliyoruz. Başbakan’a yaklaşıp soru sormak mümkün olmuyor. Nadiren de olsa gündemdeki bir konuyu basın görevlileri aracılığıyla iletip, Başbakan kabul ederse gezinin uygun bir bölümünde yanıt alabiliyoruz.

Okan Konuralp (CHP muhabiri): Kılıçdaroğlu’nun mitinglerinin izlenmesinde teknik sıkıntı çekmiyor muhabirler. Miting programlarının doğru bir içerikle ve zamanında bildirilmediği, muhabir emeğine asgari nezaketin dahi gösterilmediği bu süreçte örneğin muhabirlerin, Kılıçdaroğlu’nun bulunduğu otobüse rahatlıkla “biniyor, iniyor” olabilmesi ne kadar güzel, değil mi? Ancak muhabirlerin işini “kolaylaştıran” bu durumunun, CHP’nin muhalefet partisi olmasından kaynaklandığını, olası iktidarlarında bunun ortadan kalkacağını söylemek kahinlik olmayacak. Ez cümle Kılıçdaroğlu’nun ve bazı iyi niyetli çalışma arkadaşlarının düzeltmeye çalıştığı son derece bozuk bir planlama/ programlama durumu ve anlayışı mevcut.

Umut Erdem (MHP muhabiri): MHP, Bahçeli’nin seçim gezilerini izlemek isteyen gazeteciler için özel bir minibüs tahsis etti. İlçeler ve beldeler arasındaki virajlı, engebeli yollarda Bahçeli’ye yakın gidebilmek için yapılan yüksek hız gazetecileri programı izlemekten daha çok yoruyor. Yazılarımızı süratli ve sarsıntılı bir koşulda dizüstü bilgisayarda yazmak zorunda kalıyoruz. Küçük yerleşim merkezlerinde gazetecilerin konuşmaları dinlemeleri için özel yerler hazırlanmıyor. Uygun bir kahve veya restoranda oturarak notlarımızı alıyoruz. Bahçeli çoğu zaman kahvaltı ve akşam yemeklerinde kendisini izleyen gazetecilerle birlikte oluyor.