SEVİŞMEK ERKEĞE ÖDÜLSE KADINA CEZA MI?

...

KIRLANGIÇ YUVASI / 40

SEVİŞMEK ERKEĞE ÖDÜLSE KADINA CEZA MI?

Makbule hanım teyze sesini alçalttı. Kimseler duymasın istiyordu herhalde. "Bak anam, erkekleri ancak yatakta yola getirirsin, yanına yanaştırmazsan mum gibi olurlar."

Çocukluğumdan belleğimde bu kadarı kalmış. Cümlenin ne önünü hatırlayabiliyorum, ne de ardını. Şu kadarını biliyorum, bu cümleyi duyduğumda artık annemle birlikte kadınlar hamamına gidemeyecek yaştaydım. Küçük değildim ama cinsellik dünyasının örtü altında tutulan sırlarına vakıf olacak kadar da büyümemiştim henüz.

O cümleden çok etkilendim. "Demek ki, kadınlarda erkeklerin sadece yatakta alabileceği ve çok hoşlandıkları güzel bir şeyler var. Kadınlar, onu vermeyerek lafını dinlemeyen erkekleri cezalandırabiliyor" dedim kendi kendime. Nedenini, nasılını bilemedim. Anlayamadığım cümleyi, belleğimin kuytusuna sakladım.

Sonra da orada unuttum. Ta ki, Manavgat’ın Sırt köyündeki kadınların köye su getiremeyen erkeklere "seks cezası" verdiği haberlerini okuyana kadar. Sırt köylü kadınlar, Makbule hanım teyzenin o cümlesini anımsattı. Artık şifresini çözme zamanı gelmişti.

Aynı mantıkla yeniden karşı karşıyaydım. Sırt köylü kadınlar için de sevişmek, erkeklere karşı kullanabilecekleri bir silahtı! Tıpkı Makbule hanım teyzenin dediği gibi.

Erkek güçlüdür, kuvvetlidir, evin reisidir. Ama kadının da mucize bir silahı vardır, seks. Laf anlamayan erkeği önünde diz çöktürmenin yolu ona "vermemek"ten geçer!

"Onlar erkekliklerini gösterip köye su getirene kadar yatağımıza giremezler" demiş köylü kadınlar. Erkeklerin cezasını böyle ilan etmişler.

Cezanın etkili olduğu da ortada. Erkekler hemen ayaklanmış, kaymakama gitmiş, yalvarmışlar.

- Paraları siz verin biz işçiliği yapalım. Kaymakam bey halimizden anla ne olur?

Erkeklerin halinden, erkek vali anlamış gerçekten. Antalya Valisi, köyün içme suyu şebekesini 2002 yatırım programına koymuş, cezanın "affı" için kadınlara dil dökmüş:

- Köye su gelecek. Bakın ben size söz veriyorum, siz de yatağınızı açın erkeklere.

Vali açık açık diyemese de sözlerinin anlamı açık. "Hadi artık ceza vermeyi bırakın. Bacağınızı açın, ödüllerini alsınlar."

Yasak kalkacak, eskinin köy romanlarında tanımlanan muntazam sevişmeler, Sırt köyünde tekrarlanacaktır! "Lamba söner. Yorganın altında eller hareketlenir, kadın bacaklarını açar. Erkek üstüne çıkar, birkaç dakika sonra yan tarafa yığılır."

Makbule hanım teyzenin de sözünü ettiği işte buydu. Kadınların bacaklarının arasında saklı duran bir "büyük ödül" vardır, erkekler hep onu almak için çırpınır durur!

Bir arkadaşım anlatmıştı. Bir grup mühendis, Avusturya’ya gitmiş, Viyana’da dolaşırken, fahişelerin olduğu bir caddeye gelmişler. Kadınlar, önlerinden geçenlerin gözlerinin içine davetkâr bakışlar fırlatıyormuş:

- Mister seks.. Mister seks...

Grubun kendilerine aldırmadan geçip gittiğini gören fahişelerden biri, gruptakilerden birinin yolunu kesmiş. Kıpkırmızı olan adam şaşkınlıkla Türkçe konuşmuş. "Hayır."

Kadın irkilmiş. Meğer o da Türkmüş, "Ama siz Türksünüz!" Adam iyice büzülmüş kadının karşısında. "Ne işiniz var burada?" faslından sonra kadın, yine başa dönmüş, mesleğini icraya kararlıymış. Adam, "Yapamam" demiş, gerekçesine güveniyormuş:

- Ben Müslümanım, haram.

Kadın, gülmüş. "İyi işte sen Müslüman, ben Müslüman. Sana vereyim, yabancıya gitmesin."

Bence Sırt köylü kadınların mantığında da en az Viyana’daki bu fahişe kadının sözlerindeki kadar vahim bir sorun var. Sevişmeyerek erkeği cezalandıran kadın, aynı zamanda kendi kendisini de cezalandırmış olmaz mı?

Sırt köylü kadınlar, eğer erkekleri cezalandırırken kendilerinin de güzel bir şeyden mahrum kaldıklarını düşünselerdi böyle bir eyleme kalkışamazlardı. Maalesef sevişmemeyi sadece erkekler için bir ceza olarak görüyorlar...

Bırakın erkekleri, aslında o kadınlar açısından üzücü bir durum. Yataktaki bu ilişki biçiminin o kadınlara ev içinde iktidarı ele geçirmelerini sağlar gibi görünse de durum gerçekte tam tersidir. İlişkinin böyle koşullandırılması, kadını farkında olmadan geleneksel erkek egemen toplum anlayışının uzantısı haline getirir.

Kadının yataktaki rolü, salt erkeğin zevk aracı haline indirgenmiş olur. İndirgenmiş rolünü gönüllü olarak oynayan kadınların yaşam damarları tıkanır, kurur.

Halbuki kadınlar, yatakta eşit zevk istese, eşit rol üstlense, sevişmeler, köy edebiyatındaki yorgan altı hikâyeler olmaktan çıkıp, çağdaş edebiyatın parlak sayfalarında yer alan çırılçıplak birleşmeler haline gelebilir.

Şehvet geri dönünce, yatak, döşek olmaktan çıkıp, gerçek ahengini bulur. İşte o zaman yatak, Enis Batur’un tanımladığı "erotik ülke" haline gelir.

"Yatak erotik bir ülkedir. Yatakta başlar her şey. Yatakta biter. Öteki’ne en çok yatakta yaklaşırız. Kendimizden en fazla yatakta uzaklaşırız."

Başka bir deyişle, kendimizi "bulma"nın yolu da "Öteki"ne yaklaşmaktan geçer. "Öteki"ne yaklaştıkça da kendimi benliğimizi "çıplak"yakalama şansımız artar.

Tensel temas, var olduğunu hissetmenin kestirme sokağıdır. Hele bu sokaktan geçerken her iki taraf da tatminkâr coşkular içindeyse mutluluk yatağın dışına taşar. Yaşamın bizatihi kendisi daha da güzelleşir, renklenir.

Hatta daha da ileri gidelim, yatakta rolleri ve de zevkleri eşit paylaşan kadın, yaşamı da eşit paylaşabilir. Kimi işleri erkek işi, kimi işleri de kadın işi olarak algılamaktan kurtulabilir.

Örnek olayımıza dönersek, Sırt köyü kadınları çıkıp da "Erkekliğinizi gösterin suyu getirin" demezler öyle bir noktada. Erkeklerle el ele verip, kaymakamın karşısına birlikte çıkarlar.

Sorunun başka bir yüzü de kadının yataktaki "veren ama almayan" rolünden erkeklerin memnun olup olmadıkları! Son yıllarda Sovyet artığı ülkelerden akın eden fahişelerin erkekleri bu denli etkilenmelerinin nedenlerinden biri de tatmini aramak yerine bacaklarını açıp uzanan kadınlardan bıkmaları olamaz mı?

Yataklarını "erotik bir ülke" haline getirebilselerdi belki de böyle bir sorunla hiç karşılaşmazlardı...

Faruk Bildirici / Tempo / 6-12 Eylül 2001