SEN HASTALIKLI KORUK GİBİSİN

...

KIRLANGIÇ YUVASI / 87

SEN HASTALIKLI KORUK GİBİSİN

Kitaplar, erişkin evlatlara benzer. Her ne kadar, "Kitaplar ölümsüzdür, kitap yazanların bir muradı da ölümsüzleşmektir" dense de kitaplar, bir kere basıldı mı, yaratıcısından bağımsız bir kader çizgisi izler.

Yazar kendi kitabının kaderine hâkim olamaz ama aradan uzun zaman geçip de kitap ölümsüzleşmeyi başarınca yazarı üzerinde belirleyici hale gelir.

Mevlana ve ölümsüzleşen eseri Mesnevi’nin başına gelen de budur. Mevlana, artık 13.yüzyılda yazdığı Mesnevi’nin kaderine hâkim olamayacak kadar geride kaldı.

Mesnevi, yaratıcısı Mevlana ve yazıldığı dönemle ilgili yorumlara kaynaklık etmeyi sürdürüyor. "Mevlana’ya ajanlık suçlaması" olarak basına yansıyan tezin kaynağı da yine Mesnevi.

Prof. Dr. Mikail Bayram, 13.yüzyıl uzmanı bir tarihçi. Araştırmaları, incelemeleri bir yana, konu hakkında görüş beyan eden diğer kişilerden en önemli farkı, Mesnevi’yi "ilk okurlarının gözüyle okuyabilme" iddiası.

Mesnevi’yi okurken, kendini 13. yüzyıl insanının yerine koyuyor. O dönemde yaşayan bir insan gibi bakınca bizim gördüğümüzden bambaşka bir Mesnevi ile karşı karşıya kalıyor. Mevlana’nın, öykülerinde, Ahi Türkmenler’in "pir"lerinden Ahi Evren’i, (ahi evran) sürekli aşağıladığını fark ediyor. Hem de ne aşağılama?

Ahi Evren, Ahi Teşkilatının baş mimarı ve aynı zamanda "derici esnafının piri." Mesnevi’deki öykülerden biri de "Itır ve misk kokusundan bayılıp düşen dabbağ" ile ilgili. "Dabbağ" derici demek.

"Derici, bir gün Attarlar çarşısına varınca ıtır ve misk kokularından dolayı bayılıp düşmüş. Halk başına toplanır, kimisi kalbine masaj yapar, kimi sarhoş mudur diye ağzını koklar, kimisi yüzüne gül suyu sürer, kimi nabzını tutuyor fakat ayıltmak mümkün olmaz.

Birileri yakınlarına ve kardeşine koşup haber verir. Kardeşi, avucuna bir miktar köpek pisliği alarak olay yerine gelir. Hastalığın sebebi bilinirse tedavi kolay olurmuş.

Dericinin kardeşi, halkın arasından sokulup elindeki köpek pisliğini onun burnuna tutar. Bir saatten beri ölü gibiyken hareketlenir ve kendine gelir. Onun çirkef beyninin ilacı o pislik imiş. Çünkü o daima pislik içinde yaşayan, burnu pis kokulara alışık biridir."

Prof. Bayram’ın "Tarihin ışığında Nasrettin Hoca ve Ahi Evren" adlı çalışması, benzer öykülerle dolu. Tümünde de Mevlana, Ahi Evren’e inanılmaz bir dille saldırıyor.

Ünleri bugüne değin uzayıp gelen bu iki ismin çatışmasını saptamak önemli. Çünkü Ahi Evren, Selçuklu sultanlarını yenerek kendine bağlayan Moğollar’a baş eğmeyen, onlarla savaşan Ahi Türkmenler’in lideri. Ahi Türkmenler’in karşısındaki güç ise Moğollar.

Prof. Bayram, işte buradan hareketle Mevlana’nın, Moğollar’dan yana tavır koyduğunu yazıyor. Suçlama değil, bilim adamı gözüyle bir tespitte bulunuyor.

Aslında ikinci tespiti, ilkinden daha az şaşırtıcı değil. "Ahi Evren’in asıl adı, Hace Nasiru’ddin Mahmud olup, bu şahıs, Latifeler’in sahibi Nasrettin Hoca ile aynı kişidir."

Yine kanıtlar için Mesnevi’ye dönüyor, oradan Nasrettin Hoca’nın bugün de bilinen fıkralarının, Mevlana’nın kitabında da yer tuttuğunu örnekliyor.

"Adamın biri evine yarım okka et getirir ve karısına bu eti pişirmesini söyler. Adam akşam eve gelir, hanımı sofrayı kurar. Adam sofrada et göremeyince hanımına niçin eti pişirmediğini sorar. Hanımı, `Eti kedi yedi’ deyince adam evin kedisini tartar. Kedi de yarım okka gelir. Hanımına sorar: `Eğer bu et ise kedi nerede, yok eğer kedi ise et nerede."

Mevlana’nın çok bilinen bu öyküyü anlatmasının amacı, Nasrettin Hoca ile dalga geçmek, "akıl yürütme ve kıyas metodu" uygulayıcılarını eleştirmektir. Bu ve benzer ipuçlarından yola çıkan Prof. Bayram, Nasrettin Hoca ile Ahi Evren’in aynı kişi olduğu sonucuna varır.

Prof. Bayram’ın, Anadolu’nun tarihini sil baştan yeniden yazmak anlamına gelen tezlerinin doğruluğu ya da yanlışlığı konusunda fikir yürütmek tarihçilere düşer. Ancak bilimsel bulgulara baştan "edepsizlik" diye karşı çıkmak bağnazlıktır. Mevlana’nın dediği gibi biz ölümlülere yakışmaz.

Ne demişti Mevlana? "Sen hastalıklı koruk gibisin. Bütün koruklar üzüm oldu, sen hâlâ hamsın."

Faruk Bildirici / Tempo / 1-7 Ağustos 2002