SANA KİRPİKLERİMİ BİRİKTİRDİM ALIR MISIN?

...

KIRLANGIÇ YUVASI / 30

SANA KİRPİKLERİMİ BİRİKTİRDİM ALIR MISIN?

Kurşun kasığına saplandığında evde oturmuş televizyon seyrediyordu Filistinli Mahmut. Kırılan camın şangırtısını duydu duymasına ama filmden mi gelmişti bu ses, yoksa evlerinin camı mı kırılmıştı algılayamadı.

Nice saatler sonra Gazze hastanesinde gözlerini açtığında anladı kasığının parçalandığını. Yaraları temizlenmiş, sarılmıştı. Fakat karnındaki yara tam olarak kapatılmamış, bir torba hortumlarla bağırsağına bağlanmıştı. Dışkılar, torbada toplanıyordu.

Doktor, "Merak etme iyileşeceksin. Bir ameliyat olmak gerek" dedi, gitti. Mahmut, her gün onlarcasını gördüğü sıradan vakalardan biriydi doktor için. Bütün gün yaralıların birinden diğerine koşup duruyordu.

Babası Muhammed, yaklaştı yatağın kenarına. Üzgün olmak bir yana pişman görünüyordu. O gece, Mahmut’un arkadaşlarıyla sohbet için evlerinin yakınındaki karakola gitmesine izin vermemiş, ısrar edince de tokatlamıştı. Gitmesine izin verseydi, o mermiye hedef olmayacaktı! Alnından öptü oğlunu, sessizliğin diliyle anlattı duygularını.

Haftalarca hastanede kaldı Mahmut. Bulunduğu hastanede onu sağlığına kavuşturacak yeterli donanım yoktu. Mahmut, karnındaki torba ve hortumlara bir türlü alışamıyor; gözleri her gün biraz daha çukura kaçıyordu.

Mutlu haberi aldığında çok sevindi. Tedavi için Türkiye’ye gönderilecek, 47 kişilik listeye alınmıştı! 47’si de İsrail askerlerinin tüfeklerinden çıkan mermilerle yaralanan Filistinli gençlerdi.

THY uçağını Esenboğa’da, ambulanslar, doktorlar, gazeteciler ve Filistin Büyükelçiliği’nden görevliler karşıladı. Büyük bir titizlikle indirilip ambulanslara yerleştirildiler.

Hastanede gördükleri ilgi başlarını döndürdü. Doktorlar, hemşireler etraflarında pervane oluyorlardı. Mahmut, yatak komşusu Cihat’a döndü:

- Buradan en son ikimiz gideceğiz.

Cihat, aldırmadı, ne zaman dönecekleri çok önemli değildi zaten.

Filistin’li gençlerin Ankara’ya getirildiği duyulunca ertesi gün hastaneye ziyaretçi yağmaya başladı. Ziyaretçilerin arasında en kalabalık grup, türbanlı kızlardı. Evde hazırladıkları yiyecekleri getirmişlerdi.

Türbanlı kızlar, sonraki günler de eksik olmadı hastaneden. Yavaş yavaş kızlarla, gençler arasında arkadaşlıklar, hastaneden kaçıp Beğendik’te ya da internet kafelerde buluşmalar başladı.

Mahmut, 47 gencin en yakışıklısıydı. 1.70 boyunda, kumral bir gençti. İnce kırmızı dudakları, iri siyah gözleri, uzun kirpikleri, dalgalı saçları onu sevimli gösteriyordu. Tek kusuru, fazla sigara içmekten sararmış dişleriydi. O da fazla dikkat çekmiyordu.

Türbanla yetinmeyip, saçlarını bir de siyah bantlarla örten, vücut hatlarını hiç mi hiç belli etmeyecek kalın mantolar giyen, pamuk gibi beyaz, şişmanca bir genç kız, Mahmut’a hayran kaldı. 10 gün kadar geldi gitti. Nihayet konuşmaya karar verdiğinde de Filistinli bir genci, Mahmut ile konuşurken çevirmenlik yapması için ikna etti.

"Ayşe" diye tanıttı kendini. Mahmut’a, Filistin’de ne iş yaptığını sordu. "Gündüzleri elektrikçide, geceleri de bir düğün salonundaki büfede çalışıyorum" dedi Mahmut.

Sohbetler böylece sürdü. Bir gün Ayşe, hatıra defterini uzattı. Mahmut, arasında kalem olan sayfayı açtı. İç içe iki kalp çizilmiş, üzerine Arapça, yazılmıştı; "Benim gönlüm sende, senin gönlün bende mi?" Mahmut, kısa bir tereddüt geçirdikten sonra kalemi eline aldı. "Bana kalbin kadar temiz bir sayfa ayırdığın için teşekkür ederim."

Türbanlı kızları samimi bulmuyordu. "İslama aykırı bunların yaptıkları. Samimi değiller" diyordu. Muhafazakârdı, kızlarla asla tokalaşmıyor, erkeklerin yanında dolaşmalarına bile kızıyordu. Karnındaki torbaya rağmen, güçlükle de olsa yatağında oturarak namaz kılmayı ihmal etmiyordu.

Mahmut’un aklı Filistindeydi. Besma adlı bir sevgilisi vardı. Ondan gelecek mektupları bekliyordu. Sadece babasıyla telefonla konuşabiliyordu. Annesinin aramaması da canını sıkıyordu.

Başbakanlık’tan harçlık olarak verilen paraları biriktirip kendine küçük bir televizyon, cep telefonu aldı. Sevgilisine, annesine, babasına götürmek üzere hediyeler hazırladı.

Bir akşam, iki arkadaşı kollarından tuttu. Birisi de elindeki makasla, "meze meze", (şaka) diye gülerek bıyıklarını kesti. Mahmut, çok üzüldü bu olaya. Arkadaşlarına küstü, bir hafta sürekli ağladı.

Ameliyatı da sürekli erteleniyor, arkadaşları birer ikişer ülkelerine dönüyordu. İki ayın sonunda altı kişi kalmışlardı. Filistin Büyükelçiliği görevlileri ve Filistinli öğrenciler uğramaz olmuştu. Türbanlı kızlar bile çekilmiş, hastane görevlileri de eski ilgilerini kaybetmişlerdi.

Babası aradı, haber kötüydü. "Besma öldü" dedi. "Besma kansere yakalanmış." Kötü bir sürprizdi bu. Mahmut için yaşam durdu sanki. "İnşallah ben de ölürüm" diye sayıkladı.

Arkadaşlarının teselli çabaları sonuç vermedi. Mahmut, üç gün gözyaşı döktü. Üç gün sonra "Biz Filistinliler hepimiz ölürüz" demeye başladı. Bıyığı için bir hafta ağlayan Mahmut, ölüm travmasını çabuk atlatmıştı...

Üç kişi daha gitti; Abdülkerim, Cihat ve Mahmut kaldı. Yardım için gelen Filistinli öğrencilerin sayısı da bire indi. Sadece Şadi uğruyordu yanına.

"Çarşamba günü ameliyat olacaksın." Sevindi, nihayet kurtulacaktı doktorların "kolostomi" dedikleri sorundan. O gece ameliyata hazırladılar, lavman yaptılar. Sabah oldu ameliyata gitmeyi beklerken bir hemşire geldi. "Ameliyatın ertelendi" deyip gitti. Dört çarşamba tekrarlandı aynı tablo. Sonunda çarşamba değil, cuma günü ameliyat ettiler.

Ameliyat dört saat sürdü. Mahmut, ayıldıktan sonra gelen hemşireye, doktora tokat atmaya başladı. Hortumları çıkarmalarını istiyor, ancak Arapça konuştuğu için kimse bir şey anlamıyordu. Şadi de yoktu o gün...

Tokatlama krizi iki gün sonra geçti. Fakat eskisinden daha kötü görünüyordu. Sevdiği, kendisine iyi davranan tek hemşire vardı; öğrendiği ender Türkçe sözcüklerle durumunu anlatmaya çalıştı:

- Ruhum buruşuk...

Abdülkerim’in gitmesi, sıkıntısını daha da artırdı. İlk günkü kehaneti doğru çıkmış, Cihat ile ikisi en sona kalmıştı. Mahmut, sık sık "Külli hayat is bele" deyip duruyordu.

Parasız kalınca televizyonunu yine Filistinli bir öğrenciye 100 dolara sattı. Ancak bir hafta sonra 50 dolar verdiler. "Bu televizyon bozuk." Mahmut, sinirlendi, bir akşam hastaneden kaçıp evlerini aradı. Televizyonu kırmaya niyetliydi. Evi bulamayınca, öfkesini boşaltamadan döndü hastaneye.

Cihat da döndü. Hastanede tanıdıklarıyla vedalaştı. "Gidip şehit olacağız." Gülümsüyordu.

Yalnız kalınca Mahmut’a bir haller oldu. Kötü bir tesadüf daha yaşamış, tedavi eden doktorlardan biri o gün, "Çocuğun olmayabilir" demişti. Filistinli erkek için ölümden beter bir durumdaydı.

Artık Mahmut, sürekli gülüyor, tuvaletin önünde dans ediyordu. Kahkahaları etraftaki hastaları, doktorları kızdırıyordu. Yine böyle odada kahkahalarla güldüğü sırada, doktorlardan biri içeri girdi, üzerine yürüdü:

- Bu yatakta yatamayan kaç Türk evladı var biliyor musun?

Cevap beklemedi, odadan çıktı. Geri dönüp, bir daha bağırdı:

- Bana bak benim milliyetçilik duygularımı azdırma şimdi.

Mahmut, doktorun sözlerini anlamamıştı ama bağırmasından kötü şeyler söylediği belliydi. O da Arapça küfretti. Şadi, onu yatıştırıp, doktora koştu. Doktor hâlâ sinirliydi.

- Niye sırıtıp duruyor. Sırıtılacak bir şey mi var?

- O 18 yaşında bir çocuk, ne yapsın sıkıldı artık.

Az sonra, Mahmut’un eşyalarını çöp torbalarına doldurup kapının önüne bıraktılar. Mahmut’a vedalaşmak düştü. Hastaneden ayrılırken, sevdiği hemşireye gitti, küçük bir kâğıt paket uzattı. Şadi, Türkçeye çevirdi yine.

- Kirpiklerimi biriktirdim sana, alır mısın?

Hemşire, teşekkür ederek paketi aldı. Mahmut, dört ay boyunca tanıdığı diğer insanlara da teşekkür edip hastaneden ayrıldı.

Önce büyükelçiliğe gitti. Yapabilecekleri sınırlıydı. Şadi’nin evine gitmekten başka çaresi yoktu. Öyle yaptı. Gidiş işlemlerinin hazırlanması üç hafta kadar sürdü. Şadi, hastaneye gidip, Mahmut’a, "Çocuğun olmayabilir" diyen doktorla konuştu. Güzel haberlerle döndü. Sadece Mahmut yanlış anlamıştı, çocuğunun olmaması söz konusu değildi!

Mahmut, Şadi’ye inanmadı. Filistin’e giderken hâlâ kaygılıydı. Ama Gazze’de ailesine anlatamadı. Birkaç ay içinde evlendirdiler onu. Savaş yeni çocuklar istiyordu...

Faruk Bildirici / Tempo / 28 Haziran - 4 Temmuz 2001

KIRLANGIÇ YUVASI / 10EŞİMİ ÖPERİM ÖPMEM SANA NE BE KADIN!"Eşinizi en son ne zaman öptünüz?" sorusu, kısa bir

KIRLANGIÇ YUVASI / 10

EŞİMİ ÖPERİM ÖPMEM SANA NE BE KADIN!

"Eşinizi en son ne zaman öptünüz?" sorusu, kısa bir

KIRLANGIÇ YUVASI / 34UÇAN LİDERLER KAÇAN KONGRELERSanmayın ki, her zaman böyleydi! Parti kongrelerinde her za

KIRLANGIÇ YUVASI / 34

UÇAN LİDERLER KAÇAN KONGRELER

Sanmayın ki, her zaman böyleydi! Parti kongrelerinde her za

Endişelenme! E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar doldurulmalıdır (*).

© 2019 Faruk Bildirici - Medya Ombudsmanı. Tüm Hakları Saklıdır.