SACİT KAYASU

...

SACİT KAYASU:  YA EVREN VE ŞAHİNKAYA TUTUKLANMALI YA DA BAŞBUĞ VE DİĞERLERİ SERBEST BIRAKILMALI

Sacit Kayasu, darbecilere karşı bakışın yerli yerine oturduğu bugünlerde değil, tam 12 yıl önce 12 Eylül darbecileri hakkında iddianame hazırlamış bir savcı. Ama maalesef bu bir ödül değil de cezalandırma vesilesi sayılıp, meslekten ihraç edildi. AİHM’de açtığı davayı kazanmasına, hazırladığı iddianame Evren ve Şahinkaya iddianamesine belge olarak alınmasına rağmen HSYK, onu savcılığa iade etmedi. Ona da AİHM’e yeniden başvurmak ve avukatlığa dönmek düştü. 

İADEİ İTİBAR: BU BENİM GÖNLÜMDEKİ İADEİ İTİBAR DEĞİL 

Benim hazırladığım iddianamenin 12 Eylül ile ilgili yeni iddianameye konulması benim için iadei itibar ama gönlümdeki iade değil. Gönlümdeki iade savcılığa dönmemdir. Bu davanın savcısı yapsalar fevkalade olurdu, yapmazlar. Savcının 12 Eylül ile ilgili hazırladığı iddianame geniş kapsamlı. Fakat sadece Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya ile sınırlı kalacaksa yetersiz. İki kişi nasıl yapar darbeyi, mümkün mü? Emir komuta zinciri içerisinde kim var? Bir tugay komutanı bile karşı çıksa darbe olmazdı,  o zaman iç savaş çıkardı.   Fakat halk bile ordu gelsin diye bekliyordu. Ama o koşulları kim neden getirdi, hiç onları hiç kimse sorgulamıyor. İddianame Maraş katliamından tutun da Çorum’a kadar hepsini mantık olarak ortaya koyuyor ki doğrusu da o. Sırf darbeyi yapabilmek için bunlar tezgahlandı. Peki tezgahlandığını söylüyorsan faillerini bul, onları ayrı bir iddianameye dahil et, yargıla. Ta 77’ye kadar, 1 Mayıs olaylarına kadar git. Yazık değil mi orada 33 gencecik insan öldü. Ne yapmış, silah mı kullanmış, provokasyon mu yapmış? Provokasyonlar ona karşı yapılmış.

DARBELER: EVREN VE ŞAHİNKAYA BU DAVAYLA NE KAYBETTİ?

1982’deki Anayasa referandumunda evet oyu kullandım, gitsinler, bir an önce gitsinler diye. Haksızlığın, zulmün haddi hesabı yoktu. 57 hakimin işine son verdiler darbe döneminde. Niye? Çünkü onların istediği şekilde karar vermediler. Son referanduma elbette evet verdim, niye? Çünkü Erdoğan çıktı meydanlara dedi ki, “Biz bunları yargılayacağız”. Ama AK Parti’ye hiç oy vermedim onu söyleyeyim. O ayrı. Bu iktidarın bu davanın açılmasını pek istediğini zannetmiyorum. Bir yerde mecbur kaldılar, çünkü referandumda bunun sözünü vermişlerdi oy alabilmek için. Ama tutuklanmadıktan sonra bu davanın hiçbir kıymeti yok. Evren hala Cumhurbaşkanlığı’nın her imkanından faydalanıyor. Bu davanın sonunu görmeye ömürleri yetmez bir kere. Bu dava açılmakla ne kaybedecekler? Darbeye teşebbüs ettiği iddia edilenler Balyoz davasında tutuklanıyor. En son Genelkurmay Başkanı tutuklanmadı mı darbeye teşebbüsten? Ama öbüründe darbe yapıldığı sabit. Burada da bir çifte standart var. Ya onlar serbest bırakılmalı ya da bunlar da tutuklanmalı.

BABAM: SAHTE CİNAYET SUÇLAMASIYLA 18 AY HAPİS YATTI

Denizli Babadağ’ın yerlisi olan bir ailenin beyiyle doktorun karısı ilişki kuruyor, bu ilişki ortaya çıkarsa o zengin ailenin itibarı iki paralık olacak. Bundan kurtulmak istiyorlar, doktor öldürülüyor. Babam da Demokrat Parti belde Başkanı ve Babadağ’a çok yenilikler getiriyor, hastane açılması için öncü oluyor. Hem bir siyasi rakipten kurtulmak, hem kendilerini temize çıkartabilmek istiyorlar.  Öyle bir şey kuruyorlar ki, hatta onun kitabını da yazmaya başladım şimdi. İşin enteresan tarafı, suçu babama yıkabilmek için karakolda iki şahidi döverek öldürüyorlar. Cinci hocalar getiriliyor ve devenin çöktüğü yerde cinayet silah bulunuyor, “Ha diyorlar cinayet aleti” bulundu falan. Bunlar masal değil gerçek. Hadi bakalım tutuklama derken babam 18 ay içeride. Allah’tan parmak izi incelemesi o günlerde de yapılıyor. Yıl 1956. Babam öyle kurtuluyor. Ama o arada dedem üzüntüsünden kalp krizi geçirip ölüyor, biz memleketi terk etmek zorunda kalıyoruz. Denizli’ye taşınıyoruz. Babam siyaseti bıraktı ve bize de “Sakın siyasete bulaşmayın” diye vasiyet etti. O zaman 4 yaşındaydım. Herkes katilin oğlu diyor, kimse konuşmuyor, dalga geçiyordu. Bunlar unutulacak şeyler mi?  O günlerden beri kafamda hakim olmak vardı. Ama Denizli’de avukatlık stajı yaparken baktık ki dürüst hakim bu memlekette imkansız. Var fakat bazı davalar o hakime düşmüyor nedense. Dedik ki, bu iş bize göre değil. Askere gittiğimde iki ay kalmıştı stajın bitmesine. Bitirseydim askeri hakim olarak kalacaktım, o imkan da elimizden alındı.

SİYASET: İL BAŞKANLIĞIMI TÜRKEŞ VETO ETTİ

Öğrenciyken siyasete bulaşmadım. Benim gayem okumaktı, ki bulaşmadığım halde okula doğru dürüst gidemedim. İstanbul Hukuk’ta her gün olay vardı. Bir gün gidiyor, iki gün gidemiyorsun. Hatta hoca ders veriyordu, geldi militanın birisi, hocayı itti, dedi ki: Arkadaşlar, falan saatte forumumuz var, dersi bırakın oraya geleceksiniz. Ama her gün müfredat neyse ona uygun ders çalıştık, okulu kazasız belasız bitirdik. Ben oraya militanlığa gitmedim ki. Daha sonra, avukatlık döneminde, kısa bir dönem politika yaptım. MHP’de üç sefer il başkanı seçildik, fakat üçünde de Genel Başkan Alparslan Türkeş veto etti. Öyle olunca dedim siyaset bana göre değil. Madem yukarıdan emirle bu iş olacak bitecek, eksik olsun dedim. Milletvekilliği teklifi gelmedi mi? ANAP’tan geldi, Allah rahmet eylesin Özal zamanında. Açığa imza atacaksın öyle aday olacaksın dediler. Yok kardeşim! O tarihte siyaseti bitirdim, yani 83’de noktayı koydum.

LİSE: DUVAR GAZETESİ ÇIKARDIM

Duvar gazetesine okul yönetiminin hoşuna gitmeyecek şeyler yazdığım halde, baktım tuttu. Öyle olunca, normal gazeteye çevirdik. Okullara götürüyordum. Satılmayanı geri alıyordum. İşin ticari yönünü bilemediğimizden 35 kuruşa mal oldu, 25 kuruşa sattık gazeteyi. 67 veya 68’deydi galiba, 16 yaşındaydık. Ve o güne kadar yapılmayan şeyler yaptık. Dedim ki, 5 kupon biriktirene kitap, 10 kupon biriktirene bedava konser. Avukatlığım sırasında da yerel gazetelere hukuk yazdım. Vatandaşın ücretsiz yararlanacağı dava dilekçeleri yazdım gazetede yayınladım. Avukatlığı hep ideal gözüyle gördüm. Sırf inandığım için cebimden masraf yaptığım davalar oldu. Birisi “Allah razı olsun, bu adam gerçek avukat” dese yeter bana.  Para her şey değil. Dindar bir insanım ama yobaz değilim. Beş vakit namazımı kılarım, orucumu tutarım. Ama sigara içiyorum mesela. Alkol alıyordum, şimdi sağlık nedeniyle almıyorum.

EVLİLİK: ÇOCUKLARIMIN ADALETE İNANCI KALMADI

Bakırköy Askerlik Şubesinde askerlik yaptım. Eşimin evi, Bakırköy Askerlik Şubesinin arkasında ama hiç birbirimizi görmedik. Tesadüf benim halaoğlu, onların mal sahibiymiş. Tutturdu seni evereceğim, İstanbul’da güzel bir kız var. Sırf çenesi kapansın diye geldik. Gördük ondan sonra vurulduk. 79’da evlendik. O günden beri de Allah’a çok şükür evliliğimiz devam ediyor. Üç çocuğumuz var. Hukukçu olan kızım Gonca ile beraber çalışıyoruz. Yeditepe’yi üçüncülükle bitirdi. Aslında diğer çocuklarım da hukuku seçeceklerdi de benim bu olaydan sonra kızım bile hukuku bırakıyordu. Düşünebiliyor musunuz, babaları görevden alınıyor, yıllarca açıkta kalıyor! Adalete inançları kalmadı. Ha bitirdi fakülteyi 5-6 yıl boyunca hiç adliyeye girmedi. Uluslararası hukuk alanında çalıştı. Ben avukatlığa döndükten sonra zor bela avukatlığa başladı.

KİTABINI YAZIYORUM: AVUKATLIĞI BIRAKIP SAVCI OLDUM

12 yıl avukatlık yaptım. Sonra bırakıp savcı oldum. Herkes diyor ki, delisin, aptalsın. Avukatlığı niye bırakıyorsun? Biliyorlar bir sürü davam, beş hukuk müşavirliğim vardı. 80’li yıllarda Denizli’de tıkır tıkır her ay kesiyordum faturayı. Yani sırf hukuk müşavirliğinden aldığım para bile savcılıktan fazlaydı. Sorun şuydu; Adalet yerine gelmiyordu, getiremiyordum. Bir vatandaşın aynı mahkemede iki davası oldu, birini kazandık, birini kaybettik. Aynı hakim, aynı konu. Mesela bir müvekkilim vardı, hakkında asılsız bir dava açıldı diye üzüntüsünden kanser oldu öldü. Denizli’nin tanınmış bir ailesi, varlıklı, emniyeti suiistimal yapması mümkün değil. Belki ölmese aklanacaktı. Belki de ölmesi daha iyi oldu. Hem haksızlığa maruz kalacaksın, hem de haksız yere suçlu olacaksın, ceza alacaksın. Baktık olacak gibi değil. Dedik ki hiç olmazsa kaleyi içten fethedelim. Hakim olmak istedim, savcı yaptılar. Baştan üzüldüm ama sonra baktım iyi ki savcı olmuşum. Savcılık özellikle ceza davalarında daha önemli. Hakim eğer önüne bir dava gelmezse ne yapacak? Hiçbir şey yapamaz. Allah kısmet ederse avukatlığım sırasında yaşadıklarımı da yazacağım. “Adaletin bu mu dünya?” olacak adı. Şimdi üçüncü ve son kitap “Savcısını Yiyen Yargı” o yayınlanacak.

SAVCILIK: KANAATİM ÖDEMİŞ’TEKİ O CESET YEŞİL’Dİ

Ben savcılığımda önüme gelen dosyaları iş olarak değil insan olarak gördüm.  Yani öyle davalar oldu ki açmadım davayı. İlk görev yerim Çamlıhemşin. Oğuzeli, Iğdır, Adıyaman, Ödemiş ve Adana’da görev yaptım. Aradan 30 sene geçmiş, adam hala telefonla arıyor beni ne mutlu. Hele Karadenizliler hiç unutmadı, yani ilk görev yerim olduğu halde hiç unutmadılar. Ödemiş Savcılığım sırasında bir olayla kamuoyunda tanındım. Benden önceki nöbetçi savcının zamanında bulunuyor ceset. O üşeniyor otopsi yapmaya, ertesi güne bıraktırıyor, o gün de nöbetçi benim. İhale bize kaldı. Otopsi yapan doktor, “Yahu, bu Mahmut Yıldırım olmasın sakın” dedi öylesine. Çünkü cesedin derileri yüzülmüş kimlik belli olmasın diye. Baktım kakikaten benziyor. Emniyet’ten eşgal bilgilerini istedim. Gelen bilgilerde sırf Mahmut Yıldırım’da olması gereken bir şey var, o da uyuyor; o zaman dedik bu. O özelliği söylemeyelim, dosyanın gizliliği denilen bir şey var. Yeşil’in ölmediğini söyleyenler de var. O da olabilir ama benim kanaatim Yeşil olduğu yönünde. O dosyayı benden almak için genelge çıkardılar. “Faili meçhul cinayetlere başsavcılar bakacak” diye. Dosyayı aldılar, sonra genelge kaldırıldı. Dertleri benden almaktı, aldılar rahatladılar.

12 EYLÜL DAVASI:  ŞAHİNKAYA LOCHEED’TEN RÜŞVET ALDI 

Önce 12 Eylül hakkında suç duyusunda bulundum. Mutlaka ben dava açacağım diye bir derdim yoktu. Suç duyurusundan dolayı kınama cezası verdiler. Arkadaşlarım iddianame hazırlamamam için uyardı, “Başına iş açarsın” dediler. Riskin farkındaydım fakat emekli olmayı bekleseydim zaman aşımı dolacaktı. Efendim, her şeyi inceden inceye hesapladım; ihraç kararı verirlerse, şu kadar zamanda tebliğ edilir, itiraz şu kadar sürer diye. Bir yerde kendimi riske attım. Emekliliğim 2002’nin Aralığında doldu. Fakat en azından dava mahkemenin önüne gider diye düşündüm ben. Yeter ki Türkiye şu darbecilerle yüzleşsin dedim. 12 Eylül, bana kişisel olarak bir zarar vermedi. İddianameyi darbelerin bu ülkeye zarar verdiğini düşündüğüm için hazırladım. Benim orduyla alıp veremediğim yok, darbecilerle var. Çünkü darbe dönemlerine tavan yapıyor yolsuzluk. Tahsin Şahinkaya, dünyada Lockheed uçak firmasından rüşvet alıp da yargılanmayan tek kişi. O günün parasıyla 500 bin dolar olduğu söyleniyor. Açarlar Lockheed’e sorarlar, derler ki kardeşim kaç para verdin, kayıtlar ortada. O dönemde Japonya Başbakanı bile sırf bu rüşvet olayından dolayı intihar etti. Biz beyler paşalar gibi besliyoruz. Bir de Genelkurmay Başkanı yapıyoruz veya cumhurbaşkanı! Darbeye teşebbüs eden Talat Aydemir’i biz idam ettik mi? Ettik. Başaramayanı herkes yargılar. Niye? Başaramamış çünkü o vatan haini.  Darbelerde ülkenin kalkınması duruyor, insanların siyasete girmesi engelleniyor.

İHRAÇ: CUMHURİYET TARİHİ YAZMADI 3 YIL AÇIĞA ALMAYI

İddianameyi hazırladıktan sonra Genelkurmay Başkanlığı şikayet ediyor, ertesi gün açığa aldılar. İhraç kararı verilmeden önce 3 yıl açıkta kaldım ben. Bunu Türkiye Cumhuriyeti tarihi yazmadı, bırakın savcıyı hademeyi bile 3 yıl açığa almamışlardır. Ne yaptık biz ya, adam mı öldürdük? El insaf. Açığa alınınca maaşın da üçte birini kesiyorlar.  Kimse kapını çalmıyor, adliyeye gitmesin diye odanın anahtarları değiştiriliyor anında.  Bir arkadaşımız, 12 Eylül’de gözaltına alındı 90 gün ondan haber alamadık. Aradık durduk. Ve ben iddianameyi tanzim ettiğimde “12 Eylülcüler yargılanamaz” dedi. O kadar gücüme gitti ki. Emekli olma niyetim yoktu. İhraç kararı verilince kesinleşmesinden önce emekli oldum mecburen. Tamamen mesleğinizi elinizden alıyorlar. O yaşta birine kim niye iş versin? Bir özel dershanede 1-2 ay hukuk dersi verdim, bir gazetede 1-2 ay koordinatörlük yaptım. Onun haricinde kitap yazdık, onların gelirlerinden istifade ettik. Eşim öğretmendi, emekli oldu o da. Emekli maaşlarıyla geçindik. Allah’tan birikmiş param vardı, yani ailem varlıklıydı. Tayyip Bey ile görüştüm Başbakan olmadan önce.  İşte sordu, “Ne oldu?” diye. Dedik, “Ona bir şey olmadı olan bize oldu.” Dedi, “Ya öyle mi, vah vah”. Açıkçası milletvekili adayı olmak için gittim oraya. Onların 2002 seçimlerinde iktidar olabileceğini aklım kestiği için. Henüz ihraç yoktu, açıktaydım. Meclis’te bulunursam sesimi duyulabilir, belki ihracı engellerim düşüncesiyle gitmiştim. Belki iddianameyi tekrar işleme koydurabilirdim. Belki Adalet Bakanı olur, emir verirdik.  Hüseyin Çelik dedi ki, “Efendim hangi ilden seçileceksen o ilin parti teşkilatına başvurun. “ Ben siyasetçi değilim ki, niye beni oradan aday göstersin?

AİHM’DE DAVA: SARIKAYA’YI ATADILAR BU ÇİFTE STANDART

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde kazandık davayı. Kesinleşmesi 13 Şubat 2009. Hem HSYK’ya başvurdum savcılığa alın diye, hem İstanbul Barosu’na başvurdum avukatlığa alın diye. Eski HSYK önce cevap bile vermedi. İstanbul Barosu, ihraç kararı kaldırılmadığı için başvurumu reddetti. Hem de iki sefer.  Sonra Barolar Birliği itirazımı kabul etti. 13 Ocak 2010’da avukatlığa hak kazandım. Asıl istediğim savcılığa devam etmek olduğu için bekledim önce. Baktık yeni HSYK’da da karar gecikiyor, “Açalım da avukatlık bürosunu oyalanalım” dedik. Gene dava almıyorum doğru düzgün. 26 Nisan’da karar çıkınca beynimden vurulmuşa döndüm. İnanın çok zoruma gitti. HSYK’nın gerekçelerinden biri ne biliyor musunuz? Emeklilerin geriye dönüşünü engelleyen kanun maddesi olmasa bile, bu adam 58 yaşına geldiğinden bizim işimize yaramaz! Ayıp yahu, şu anda 60-63 yaşında bir sürü hakim, savcı var. Hepsini emekli etsinler o zaman. Şimdi tekrar AİHM’e gittim. Hem savcılığa dönemediğim için, hem özlük haklarımı vermediler, yani her ikisi yönünden.  Özlük haklarım az değil, bugünkü parayla 1 milyon lira tutuyor. Avukatlık yapamadığım 12 yılı hesap edin. Ha iade olduktan sonra 1 gün görev yapacağım, ertesi gün ayrılacağım. Beni istemiyorlar ki. AİHM’de bu davayı kazanmanın ne faydası oldu bana? Hiç. Haklı olduğumu dünya alem biliyordu zaten. Ferhat Sarıkaya’yı atadılar, orada bir çifte standart var tabii. Çünkü ben iktidarın adamı değilim, hiçbir iktidarın adamı olmadım. Ben adaletten zerre kadar taviz vermem. Partiyle, siyasetle alakam yok. Bundan dolayı beni kabul etmiyorlarsa büyük hata yapıyorlar; eski HSYK’nın yaptığını yapıyorlar onlar da.

ADALET: GİZLİ TANIKLIK ÇOK YANLIŞ

Ergenekon ahtapotun bir kolu. Hem Ergenekon’un, hem Balyoz’un başı aynı kişiler. O baş 2007’lerde gündeme geldi sonra unutuldu. Bir numarayı gazeteciler unutursa, vatandaş haydi haydi unutur. Daha Türkiye’nin kat etmesi gereken çok yol var. İnşallah iyi yöne kat ederiz.  Bu davalar iyi ki var, kamuoyunda ses getiriyor, hukukun aksaklıkları ortaya çıkıyor. İyi ki Oda TV, Balyoz vesaire davaları var da bunlar gündeme geliyor. Gizli tanıklık çok yanlış. Yüzünü, ismini, sesini değiştiriyorsun, dolayısıyla sanığın kendini o gizli tanık karşısında savunma imkanını elinden alıyorsun. O zaman yargılamanın adil olduğundan nasıl bahsedeceğiz? Soruşturma gizli olduğuna göre gizli tanıklık soruşturmada olabilir amenna. Ama yargılama açıktır, alenidir. Yargı aşamasında açık olması lazım. Sonra da devletin onun güvenliğini sağlaması, yüzünü ve ismini değiştirmesi gerekebilir; ona hiç itirazım yok. 

Faruk BİLDİRİCİ / 5 Şubat 2012