Rus Wagner’inkiler lejyoner de Suriyeli cihatçılar değil mi?

...

       Libya’da ordunun Hafter güçlerine karşı ilerleyişini zafer başlıklarıyla selamlayan haberler, Suriye’de iç savaşın başladığı günleri çağrıştırıyor.

     Türkiye ilk günden itibaren Suriye’deki iç savaşa taraftı. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Suriye’de ne işimiz var?” diyenlere 5 Eylül 2012’de şu yanıtı veriyordu:

     “Suriye halkı için Türkiye sıradan bir ülke değildir. 910 kilometre sınırı olan, akrabalık bağları olan, tarihten gelen birlikteliği olan bir ülkeyiz. Türkiye'nin kayıtsız kalması düşünülemez, böyle bir lüksümüz yok. O gün de yakın. İnşallah Selahaddin Eyyubi'nin kabri başında Fatiha okuyacak, Emevi Camisi'nde namazımızı da kılacağız.”

    Fakat Erdoğan’ın bu varsayımı gerçekleşmediği gibi dokuz yıllık iç savaşın Türkiye’ye maliyeti çok ağır oldu. 4 milyona yakın sığınmacı, Türkiye’nin her yayına yayıldı; “Fırat Kalkanı” ve “Zeytin Dalı” adlı iki büyük askeri harekât düzenlendi, binlerce asker hâlâ Suriye topraklarında. Bugüne kadar Suriye’de şehit olan asker sayısı -gazetelerdeki haberlere göre- 200’ü geçti. Ekonomik faturanın ise milyar dolarlarla ifade edilebilecek düzeyde olduğunu tahmin ediyoruz.

    Türkiye bu kadar büyük maliyet altında ezilirken yaygın medya iktidarın Suriye politikasına alkış tutuyordu. Eleştirmek, yanlışlara dikkat çekmek, barışın sağlanmasına çaba harcamak yerine propagandanın parçası olmayı yeğliyordu. Medya Suriye iç savaşında taraftı. Hâlâ da öyle.

     Medya Libya’da da taraf

    Suriye deneyimi hiç yaşanmamış gibi Libya’da da benzer bir süreç tekrarlanıyor. Yine “tarihten gelen birliktelik” ve “ülke çıkarları” gibi gerekçeler öne sürülüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Libya’da ne işimiz var?” diyenlere “Gazi Mustafa Kemal’in Libya’daki adımlarını biliyoruz. O zaman ne arıyordu? Bu adımlar Sevr’in tersyüz edilmesidir” karşılığını verdi.

     Artık tarihte kalmış Osmanlı İmparatorluğu’nun topraklarıyla ilgili bu tür idealler peşinde koşmanın getireceği tehlike yaygın medyada gündeme getirilmedi. Libya’daki iç savaşın Türkiye’nin beka sorunu gibi sunulmasının doğruluğu da sorgulanmadı.

     Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükümeti ile geçen yıl sonunda imzalanan askeri iş birliği ve deniz sınırı anlaşmalarına da eleştirel yaklaşılmadı. Türk ordusunun sınır ötesi operasyona girişmesinin askeri, siyasi, ekonomik ve sosyal maliyeti konuşulmadı. Trablus’a gönderilen askerler, silahlar, zırhlı araçlar, insansız araçlar, Suriyeli militanlar, ekonomiye nasıl bir yük getirdi? Kimlere ne ödendi? Bu soruların yanıtları açıklanmadı, gazeteciler tarafından da araştırılmadı.

   Orada yaşamını yitiren iki MİT görevlisinin isimlerinin yazılması Oda TV’nin hedef alınmasına, gazeteciler Barış Terkoğlu ile Barış Pehlivan’ın tutuklanmasına gerekçe yapıldı. Libya’da başka şehit askeri personel ya da istihbarat elemanı var mı, orası da belirsiz kaldı.  

    Bazı internet siteleri ve eleştirel yayın organlarında yazılanlar dışında Türkiye’nin oradaki rolü de ayrıntılı olarak yansıtılamadı. Suriye iç savaşında olduğu gibi yaygın medya yine Libya’da da taraf oldu; gazeteciliğin gereğini yerine getirmekten uzak kaldı.

     Kim meşru?

     Haberler “Birleşmiş Milletler destekli meşru hükümet ile terörist Hafter güçleri arasındaki savaş” formatında yazıldı. Oysa bu gerçeğin tamamı değil. Birleşmiş Milletler’in girişimiyle 2015’te yürütülen müzakereler sonucunda hazırlanan Libya Siyasi Anlaşması’na göre Trablus’taki Başkanlık Konseyi ve Ulusal Mutabakat Hükümeti yürütme organı, Tobruk’taki Temsilciler Meclisi de yasama organı olarak kabul edildi. Bu nedenle ikisi de meşru ve Libya’da BM’nin tanıdığı organlar.

    Ancak Tobruk’taki Temsilciler Meclisi, Fayiz es-Serrac başkanlığındaki Ulusal Mutabakat Hükümeti Başkanlık Konseyi’ni tanımıyor ve Hafter komutasındaki Libya Ulusal Ordusu ile savaş yürütüyor. Trablus’taki Ulusal Mutabakat Hükümeti de Tobruk’taki yönetimi tanımıyor.

     Durum böyleyken sadece Trablus yönetiminin meşru olduğu haberleri yazmak, Libya’daki gerçek durumu yansıtmıyor. Yaygın medyanın Tobruk yönetimini tümüyle gayrimeşru göstermesi yanlış.  Halbuki SETA’da Emrah Kekilli’nin geçen yıl hazırladığı “Libya krizinin geleceği” raporunda bile Libya’daki bu ikili meşruiyet durumu tüm yönleriyle yazılmış.

     Tabii bir de “BM’nin tanıdığı meşru yönetim” meselesinde çifte standart söz konusu. Libya haberlerinde Trablus yönetiminin “BM’nin tanıdığı meşru yönetim olması” Türkiye tarafından desteklenmesinin temel gerekçesi olarak gösteriliyor. Ama Türkiye, Suriye’de de BM’nin tanıdığı Esad yönetiminin karşısında! Yaygın medya bu çelişkinin de üzerinde pek durmuyor.

    Paralı askerler

   Erdoğan ve AKP yönetiminin dili neyse, Libya haberlerinde de öyle bir dil kullanılıyor. Libya’daki gelişmeleri iktidarın penceresinden ve onların istediği biçimde gösteren tek yanlı haberler sunuluyor insanlara. Nesnel olmayan haberler, insanların gerçeğin tümünü görmesini engelliyor.

   Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti hakkında bile yeterli bilgi verilmiyor haberlerde. “Meşru yönetim” kalıbından öteye gitmiyor savaşın bu cephesiyle ilgili bilgiler. Oysa Serrac, Trablus yönetiminin vitrinde görünen ismi. Arkada ise parçalı bir yapı var. Bu bileşenler içerisindeki en büyük grup ise Müslüman Kardeşler (İhvan). Medya, Türkiye’nin Libya’da desteklediği grubun siyasal İslamcılarla ilişkisini görmezden geliyor.

    Hafter liderliğindeki Libya Ulusal Ordusu güçlerinin açıklamalarına, hareketlerine haberlerde nadiren yer veriliyor. Hafter tarafı ne istiyor, kimdir, görüşleri nedir? Bu bilgiler yeterince aktarılmıyor.  

      Paralı askerler konusunda da medyada çifte standart hâkim. Kısa süre öncesine kadar Rus Wagner şirketinin paralı askerlerinin Hafter saflarında çarpıştığı yazılıyor, söyleniyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan da “Libya'da bulunan, 5 bini Sudan'dan, 2 bini Rusya'dan Wagner diye girenler hangi sıfatla geldiler, orada ne işleri, hangi bağlantıları var?” diyerek paralı askerlere dikkat çekiyordu.

      Fakat Türkiye’nin de Suriye’den binlerce militanı Libya’ya götürdüğü gizlenmişti. Bu militanların Libya’ya giderken havalimanında çektirdikleri fotoğrafları sosyal medyada paylaşmasına, Guardian ve BBC gibi batı medyasında bu bilgilerin yer almasına rağmen Türkiye’de yok sayılmıştı bu paralı savaşçılar.

     Hatta Anadolu Ajansı, 14 Nisan’da “Rusya Libya’ya Suriyeli savaşçı göndermeye hazırlanıyor” haberi yayımladığında dahi Türkiye’nin de oraya Suriyeli savaşçı götürdüğünden hiç bahsedilmedi.

     Tek yanlı yaklaşım Türkiye’nin Libya’da kullandığı SİHA’larla ilgili haberlerde de göze çarpıyor. Sık sık Türk SİHA’ların başarı haberleri yayımlandı. Savaşın kaderini de bu insansız uçakların değiştirdiği yazıldı. Hafter güçleri bu uçakları düşürdüğünü öne sürdüğünde ya da başarısız bir operasyon olduğunda ise medyada bunun haberi görülemedi. Gazetecilerin görevi sadece başarıları ve olumlu gelişmeleri yayımlamak değildir; gerçekleri saptırmadan, bozmadan aktarmaktır.

      Savaş bitmiş gibi

     Hafter liderliğindeki Libya Ulusal Ordusu güçleri, Trablus ablukasını kaldırıp geri çekilmek zorunda kaldı. Ardından Tarhune’den de çekildiler; Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti güçleri, Kaddafi’nin de doğum yeri olan Sirte kapılarına dayandı. İçsavaşta dengenin değiştiğini haber veriyordu bu gelişmeler.

     UMH Başbakanı Fayez El Serrac, 4 Haziran’da Ankara’da Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmeden sonra söylediği “Türkiye ile birlikte başardık” sözleri gazetelerde ön sayfalara çıkarıldı.  O günden beri de Hafter’in yenilgisiyle ilgili haber ve söyleşiler devam ediyor.

     “Zafer Yolları” (Yeni Şafak/7 Haziran), “Türkiye Libya’daki denklemi değiştirdi” (Sabah/8 Haziran), “Hedef Sirte” (Hürriyet/ 8 Haziran), “Hafter bozguna uğrayınca kaçtı” (Türkiye/ 11 Haziran) gibi haberlerin ortak yanı, Libya’daki savaşın sonu gelmiş gibi sunmaları.

     Halbuki Libya gibi karmaşık bir coğrafyada, Rusya, Fransa, Mısır, S. Arabistan, BAE ve ABD gibi güçlerin de devrede olduğu bir savaşın bittiğini söylemek için henüz çok erken. Libya’daki son durumu “Ankara Hafter'i mağlup etti, Erdoğan artık Libya'nın patronu” başlığıyla yansıtan İtalyan La Repubblica gazetesi de “Libya savaşı elbette hâlâ bitmiş değil” demeyi ihmal etmiyor. Tabii Libya’da olup bitenleri yakından izleyen uzmanların da katıldığı bu analiz önemli.  

   Kritik süreç uyarısı

    Libya’daki gelişmeleri Medyascope’ta yorumlayan yazar Aydın Sezer de Rusya’nın Hafter’den desteğini çektiğini ve tercihini Hafter’i de atayan Temsilciler Meclisi Başkanı Akile Salih’ten yana koyduğunu vurguluyor. Rusya’nın yeni bir oyun planı hazırladığına dikkat çekiyor:

     “BM kontrolünde yapılan gizli barış görüşmeleri 2 Haziran’da sonuçlandı. BM Libya temsilcisi tarafların ateşkesi kabul ettiğini 5+5 görüşmelere başlanacağını duyurdu. Bu açıklamayı bizim Anadolu Ajansı, ‘Hafter ateşkesi kabul etti’ şeklinde verdi.  Dünya medyası ise ‘Serrac’ın ateşkesi kabul ettiğini’ duyurdu. Ama Türkiye dönüşü bunu kabul etmediğini açıkladı.

      Sahada Hafter’in geriletilmiş olması Türkiye’nin desteğiyle alınan çok net bir zafer. Ancak Rusya’nın yeni bir oyun planı kurmaya çalıştığını hatırda tutmamız gerek. Örneğin Wagner’in çekilmesine mukabil Suriye’den 8-15 uçağın Libya’da konuşlandırılması da bunun işareti.

   Türkiye’nin Libya, Suriye, Rusya ilişkilerini bir arada değerlendirme ve dengelemesi açısından çok kritik bir döneme giriyoruz. Umarım özellikle Suriye sahasında bir sabotaj ile karşılaşmayız. Suriye çok daha kritik.”

    Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD Başkanı Trump’ın ardından Rusya Devlet Başkanı Putin ile yaptığı telefon görüşmesi Aydın Sezer’in dikkat çektiği kritik gelişmeler bakımından önemliydi. İçeriğiyle ilgili ayrıntılı bilgiye sahip olmadığımız bu görüşmenin yansımalarını önümüzdeki günlerde göreceğiz.

     Hem Suriye hem de Libya’daki iç savaşın nasıl bir rotada ilerlediğini hep birlikte izleyeceğiz. Umarım uzun sürmez, Libya barışa kavuşur. Unutmayalım, gazeteci her zaman barıştan yana tavır alır. Tek yanlı, propaganda amaçlı ve nesnel olmayan haberler barışa hizmet etmez.

                                                                                    Faruk BİLDİRİCİ/ 12 Haziran 2020