RAHMİ SALTUK

...

YASAKLARLA ESKİ KUŞAKLARA UNUTTURDULAR YENİ KUŞAKLARIN TANIMASINI ENGELLEDİLER

Türkülerin “Ezgili Yüreği” Ruhi Su’nun izinden gitmiş, Ahmed Arif ve Hasan Hüseyin’in şiirlerini bestelemiş bir sanatçı Rahmi Saltuk. Ama onun sanat yaşamı, yasaklar ve engellemelerle dolu uzun ve zorlu bir yolculuk. Her ne kadar yıllar önce o tok sesiyle “Dağlarına bahar gelmiş memleketimin” diye umutlu türküler söylemiş olsa da iki askeri darbeyle kesintiye uğrayan sanat yolculuğunda bir türlü bahara ulaşamamış kendisi.

DENİZ GEZMİŞ: ÜNİVERSİTE İŞGALİNDE BANA TÜRKÜ SÖYLETTİ

Ortaokulu Tunceli’de Mehmet Saltuk’un ağabeyimin yanında okudum. Lise için Balıkesir’deki diğer abim Hüseyin Saltuk’un yanına geldim, o askeri hâkimdi, çok ilgiliydi solla. Orada başladı benim siyasete ilgim. 1965’te İstanbul’a gelince TİP’e üye oldum. Önce General Motors oto montaj fabrikasında çalıştım. Kapı ayarcısıydım. Kamyon üretiliyordu Kozyatağı’ndaki fabrikada. Bir yıl çalıştım. Sendika hareketi başladı fabrikada, biz de öncülük ediyorduk. İşime son verdiler, fazla üstünde durmadım. Artık okumak istiyordum. 66’da yedek listeden girdim Hukuk Fakültesine. Neredeyse birinci sömestr bitmek üzereydi. O sene partidaşım olan Profesör İdris Küçükömer’in dersinden borçlu geçtim. Diğer bütün derslerimi verdim. 68 işgal olayları işin içine karışınca biraz aksadı o sınavlar falan. Deniz, Hüseyin ve Yusuf’un katledildiği gün orada hukuk işlemedi. Deniz Gezmiş’i, Hukuk Fakültesi’nden önce Türkiye İşçi Partisi üyesiyken tanımıştım. Ben Kadıköy ilçesi üyesiydim, Deniz de Üsküdar ilçesi üyesiydi. Daha sanat anlamında benimle ilgili ufukta bir şey gözükmezken Deniz sürekli bana türkü söyletmek isterdi her gördüğü yerde. İşgal gecesi de öyle. Sazla bir süre söyledim profesörlerin toplantı masasının üstünde, öyle fotoğraflarım var benim. Sonra sabaha karşı beni yakaladı saz yoktu yanımda. Belki on kez tekrar tekrar “15’lere Ağıt”ı söyletti. Çok seviyordu. Biliyorsunuz, Ruhi Su’nun, Komünist Partisi’nin 15 merkez komite üyesinin Karadeniz’de boğdurulmasıyla ilgili bestesidir. Denizler idam edildiğinde Almanya’daydım. İçim kan ağlayarak izledim tabii.

HUKUK: AVUKATLIK CÜBBESİNİ BİR KERE GİYDİM

Ailem, akrabalarım, çoğu saz çalar, deyiş söyler. Babam cem-cemaat yürütürdü Dersim’de. Sarı Saltuklu Seyit İsmail (Gekıl İsmail) derlerdi, yani Seyit’ti. Bir erkek kardeşim öldükten sonra babamın hiç saz çaldığını görmedim, sazla, cem-cemaatle olan ilişkisini kesti. Herhalde çok büyük üzüntü yaşadı. Amcalarım türkü söylerler, saz çalarlardı, bu aileden gelen bir şey. Kendiliğimden öğrendim saz çalmayı, yani ben alaylıyım. İlk konserleri Balıkesir Radyosu’nda verdim. İl Radyosu’nda Cumartesi günleri 1 saat program yapardık. Bir yıl kadar sürdü o programlar. Hem şansım, hem şanssızlığım üniversitedeki işgallerden sonra birdenbire çok tutulan Pir Sultan Abdal oyununda oynamam, öne çıkmamdır. O oyunla hayat yolum değişti. Ozan rolündeydim. Sürekli sahnenin bir kenarında oturuyordum, oyunu açıyordum. İkinci perdede de yine ben açıyordum oyunu. Ve yeri geldikçe bazı türküleri, Pir Sultan’ın deyişlerini söylüyordum. Şöyle bir sahne de hatırlıyorum. “Boş vermişim, boş vermişim dünyaya” şarkısı çok meşhurdu o zaman. Ajda Pekkan’ın sesi veriliyordu efekt olarak. Sonra ben diyordum ki, “Hayır dostlar biz boş vermeyeceğiz.” Sonra “Gelin canlar bir olalım”dan bir dörtlük söylüyordum. Türkiye’yi dolaştık, hep kapalı gişe oynadı. Yıl 69. Tunceli’de gözaltına aldılar, tutuklamalar oldu. Bize işkenceler yapıldı. Pir Sultan’da oynarken okulu alargaya almıştım ben. Halk Oyuncuları’nın buradaki tiyatro salonu yanınca ekip Ankara’ya gitmeye karar verdi. Bana da sordular yani ister misin? Ben de gittim, kaydımı da Ankara Hukuk’a naklettim. Hatta 12 Mart’tan sonra Almanya’da fakülteye kayıt yaptırdım hukuk okumak üzere. Ama dönünce yine Ankara’da bitirdim, inat ettim yani. Baroya kayıtlıyım, fakat avukatlık hiç yapmadım. Ama Ahmed Arif bana çok güvendiği için vekâletini verdi, “Ben başka avukatlara vermem, sen tevkil yoluyla güvendiğin başka avukatlara verirsin” dedi. Sembolik olarak DİSK davalarına girdim. Ahmed Arif’in yanında Fehmi Işıklar’ın da avukatı oldum ben, tutukluydular ya 12 Eylül’den sonra.

12 MART: İHBARI DUYUNCA ALMANYA’YA KAÇTIM

12 Mart’tan sonra o gençliğin verdiği şeyle seyyar yaşamaya başladım. Bir evim vardı ama oraya fazla gitmiyor, arkadaşlarda kalıyordum falan. Sonra kaldığım bir arkadaşımın evini biz yokken bastı polis. O zaman tedirgin olmaya başladım. Sonra Rus asıllı bir arkadaşımız vardı Natali, Ankara’da avukatlık stajını yapıyordu. Mülkiyeliler Birliğinde yemek yerken geldi beni buldu, “Bir vatandaş senin 45’liğini getirip savcıya ihbar etti, haberin olsun.” Bir de giderek ağırlaşmaya başladı olaylar. Tanıdık, beni seven polisler vardı. Dediler ki, “Dosyana bakarlarsa sonra sana pasaport vermezler. Araya birini koy, dosyaya bakılmadan hızlıca pasaport al.” Ulus Gazetesi’nde gittim durumu Cemal amcama anlattım; kendisi halen en sevdiğim akrabalarımdan biridir, uzun ömürler dilerim. Hemen telefon etti, Emniyet Genel Müdürü Özel Kalemi’ne, gelsin demişler. Adam beni güzel karşıladı. Öğlene kadar aldık pasaportu. Birkaç gün sonra Almanya’ya gider gitmez oradaki Komünist Partisi’nden arkadaşları bulduk ve onlarla beraber yürümeye başladım. Sonra konserler verdim, onların gecelerinde çaldım. Almanya’da, Fransa’da, mesela Nâzım Hikmet’in 10. ölüm yılında anma toplantısı ki Güzin Dino ve Abidin Dino, Abidin Ağabey öncülük etmişti. Ona katıldım evet. Doğu Almanya’da, Berlin’de yapılan 10. Dünya Gençlik Festivali’nde de konser verdim. Konserlerde ne veriyorlarsa onu alıyordum, profesyonel bir ilişki değildi tabii. Yabancı işçilerin de işyeri temsilcisi olmasıyla ilgili bir yasa çıkmıştı Almanya’da. Onun tanıtımı için bir organizasyon yapıldı. Köln’den başlayıp 40 yere gittim türküler söyledim, 7-8 bin mark gibi bir para aldım oradan. İyi paraydı o günkü şartlarda. 74’te seçim olup, ortam biraz yumuşayınca döndüm Türkiye’ye. Fakat tespitlerim TİP ile aramda sıkıntıya neden oluyordu. Yalçın Küçük’e yapılanları kabul edemedim. Tuttum 79’da istifa ettim. Ve bir karar aldım; artık organik olarak politikayla ilgilenmeyeceğim. Sıcak siyasete bir daha girmedim. Hatta Fehmi Işıklar, HEP’e kurucu olmamı önerdi, çok ısrar etti. Aynı gerekçeyi söyledim. Ben bağımsız olarak politika yaparım, yani sanatımla.

ALMANYA ACI VATAN: HÜLYA KOÇYİĞİT İLE OYNADIM

İki filmde oynadım. Bebek ve Almanya Acı Vatan. Yaşar Kemal’in bir hikâyesi Bebek. Onu İsveç televizyonu adına Barburo ve Güneş Karabuda 73’te çekti. Adana’da çekilecekti ama o darbe döneminin sıkıntısıyla Cezayir’de, Akdeniz kenarında, Alje’de çektiler. Orada kısa bir rolüm vardı, ozan olarak. Daha izlemedim ben o filmi. Hep aklımda Güneş Abiye söyleyeyim de şunu bir izleyeyim diyorum. Bir türlü olmadı. Almanya Acı Vatan, çok farklı. Orada Hülya Koçyiğit’le başroldeydim. O dönemin önemli filmlerinden birisi. İlk teklifte fazla sıcak bakmadım. Şerif Gören’in birkaç filminde alakasız yerlerde yatak sahnesi girdiğini görmüştüm. O nedenle çekindim. Rahmetli Demirtaş Ceyhun ile komşuyduk, ağabeyim gibiydi, çok severdim. “Vay, ulan nasıl bunu reddedersin” dedi duyunca. Şerif Gören gibi birisi, Hülya Koçyiğit’le oynayacaksın! Bir marj da koymuştuk. Beni bir daha aradıklarında kabul ettim. Aktör olarak yönetmen ne dediyse yaptık tabii. Yine de belli sınırlar içinde. Berlin’de yapıldı çekimler. Bir yatak sahnesi de vardı, Şerif’i ikna etmeye çalıştım, “Hayır” dedi, oynadık. Türkiye’de de çekilecek sahneler vardı. Gümüşsuyu’nda, Sinan Çetin’in evinin mutfağında çekim yapılacaktı. Sinan Çetin, benim ilk en önemli fotoğraflarımı çeken kişidir. Bir gün geldi, “Ağabey, senin fotoğraflarını çekebilir miyim?” Çek dedim ya ne olacak? Güzel fotoğraflar çekti, Dosttan Dosta-1 albümünün kapağında kullandık. Sonra tabii yollar ayrıldı gitti. Neyse çekimin yapılacağı gün Hafta Sonu manşet atmış. “Devrimci türkücü seks filminde mi oynadı”. Telefonlar geldi, “Hafta Sonu’nu okudun mu?” Ben bayiden aldım baktım resimler bilmem ne. Tabii bunu görünce Şerif Gören’lerde şafak atmış, çekimin kalanına Rahmi Saltuk ya gelmezse? Bebek dolmuşuyla Gümüşsuyu’na geldim. Sahne amiri karşıladı beni. Meğer beni sakinleştirmesi için göndermişler adamcağızı. Gittik, o sahneyi de çektik. O zaman kızmış, üzülmüştüm ama duruşum sağlam olduğu için önemsemedim.

KÜRTÇE: ŞİVAN’I YURT DIŞINA BEN GÖNDERDİM

Çocukken Zazaca bilirdim. Biraz gayret etsem bazı şeyleri anlıyorum. Babam hem Kürtçe bilirdi, hem Türkçe; annem de Türkçeyi konuşurdu. Zaten deyişleri hep Türkçe söylüyorlar. Fakat bizim Sarı Saltuklar, Kürtlüğü kabul etmezler ve galiba doğru da. 12 Eylül yönetiminin, darbenin Kürtçeyi yasaklama kararına karşı büyük mücadele verdim bu sahada, çok rahatlıkla söylerim. O yasaya karşı olmak üzere Kürtçe türkü söyledim. Albüm de yaptık. Ve mahkemeye verdiler, toplatıldı. Sonra yargılandım, beraat ettim. Danıştay kararıyla iptal ettirdim, toplatma kararını. “Hoy Nare” diye iki Türkçe, sekiz Kürtçe türküyle albüm şekline dönüştürdüm, çıkardım 93’te. Şimdi artık herkes Kürtçe okumaya başladı. Legal, illegal her türlü yolla, yani ipin ucu kaçtı. Tabii bu kanalı açmaktı benim amacım da. Ayrıca Şivan’ın yurt dışına gitmesine en büyük yardımcı ben oldum, ben gönderdim. Sonra gönderdiğim Mahmut Baksi uzun yıllar onun menajerliğini yaptı, beraber çalıştılar yani.

SALTUK PLAK: DOSTLARIMDAN ALDIĞIM BORÇLARLA YAŞADIM

Her yerde iktidara karşı olanların, muhalefetin mücadelesi vardır, doğaldır bu. Ama Türkiye’de iktidardakiler, muhalefetle yalnızca mücadele etmiyor, kendisine benzeyinceye kadar peşini bırakmıyorlar. Özellikle sanat camiası için bu çok belirgin. Ya onun sınırlarının dışına çıkmayacak şekilde icrayı sanat edeceksin ya da boğuşacaksın, yani başka yolu yok. İyi bir ses olduğumu, sahnemin iyi olduğunu biliyorum ve bu nedenle de hep profesyonellerle çalışmak istedim. Egemen Bostancı, 1982’de askerden geldikten sonra beraber çalışma teklif etti. Yani müthiş mutlu oldum. 29 Kasım, 26 Aralık 1982 ve 3 Ocak 1983’te Şan Tiyatrosu’nda toplam üç konser verdik, biletler çıkar çıkmaz tükendi, kuyruklar oluştu. Sonra Ankara Arı Sineması’na gittik, 1700 kişilik salon. 10 gün öncesinden biletler bitti. Böyle keyifli bir şekilde çalışıyoruz. 9-10 Nisan’a Ankara’ya tekrar konser koydular Arı Sineması’na. O zaman Egemen’i salonla tehdit ettiler; ya Rahmi Saltuk, ya salon! Beni çağırdı Egemen, durumu anlattı, “şimdi ne yapacağız Rahmi?”dedi. “Nasıl istersen öyle yaparız” dememi bekliyordu, ama zurnanın zırt dediği yer. “Salon senin için önemli” dedim. Böylece ayrıldık. Çok net söyleyeyim, müzik gelir getirmedi. İlk defa söylüyorum bunu. Herhalde ayıp etmiyorumdur, yakın arkadaşlarıma bayağı dolar, euro borçlarım var. İşte beni seven dostlarımdan aldığım borçlarımı bir türlü ödeyemedim, ama onunla yaşamışım. Saltuk Plak şirketini Mehmet abimin oğlu Hasan Saltuk askerdeyken onu düşünerek kurdum. Doğru tahmin etmişim, bu işi iyi yapacağını biliyordum ama işleri öğrenince bıraktı gitti beni. Hasan, Kalan Müziği kurdu, iyi de götürüyor. Saltuk Plak da öyle sürünerek geldi. Bunu baştan biliyordum, bir sanatçının öyle kendi plağını yapması, ticaretle uğraşması mümkün değil.

İZMİR KONSERİ: 86’DAKİ İZMİR KONSERİMİ HATIRLADIM

Piyasada zaten az bir şey vardı, kırık dökük gidiyordu, ilgilenemiyordum. Doğan Müzik ile anlaştık, hepsini topladık. “Acıyı Bal Eyledik”i bir çıkardılar 1 yıl sonra, ondan sonra ne ses var ne soluk. Anlaşma devam ediyor. 2008’den bu yana piyasada hiçbir şeyim yok. Şimdi İzmir konserim vardı geçen hafta. Epeydir uzak kaldığım için İzmir konserini yapmak istemediler. Belediyeler halk konserleri veriyor, festivaller oluyor. Profesyoneller de artık bunu anlamış; diyorlar ki, “Ağabey artık insanlar gelip gişeden bilet almıyor.” Buna rağmen zorladım, iyi de oldu. 700 kişilik salondu. Çok keyifli oldu İzmir konseri, yıllar sonra yine bağıra çığıra beraber türkü söylemek güzel. Ama 1986’da Ekici Över’de konser vermiştim. Cebelleşerek izin aldığımızda konsere üç saat kalmıştı. Vallahi üç saat içinde 5 bin kişi biletleri uçururcasına tüketmişti. Şimdi bu İzmir konserinde söylerken gözümün önüne hep o fotoğraf geliyordu. En keyif aldığım şey, sahnede dinleyicilerle beraber türkü söylemek. O Ruhi Su’dan, Ruhi Ağabeyden bana miras kaldı. Bazı türküleri sanki beraber çalışmışız gibi söylüyorlar, hakikaten müthiş keyif. “Bilmem şu feleğin bende nesi var” çok güzel bir türküdür; beraber söylenir. Dediğim gibi, ben türkü söylemeyi çok seviyorum, sahnede söylemeyi çok seviyorum. Konser vermek beni canlı ve hayatta tutuyor; içime sinecek bir konser organizasyonunda yer almak ve halkla, sevenlerimle tekrar buluşmak en büyük arzum.

AHMED ARİF: DARBEDEN SONRA 33 KURŞUN’DAN BAZI DİZELERİ ÇIKARDI

Benim besteci yanım çok ağır değil ben sesimi kullanan birisiyim daha fazla. Acıyı Bal Eyledik, Dağlarına Bahar Gelmiş, Sevdam Benim, Hadi Gülümse gibi çok tutulan birkaç bestem var. Ama ben asıl geleneksel halk türkülerini çok geniş bir yelpazede söylüyorum. Ruhi Su, Hasan Hüseyin ve Ahmed Arif, sanat yaşamımda önemli isimlerdir. Victor Jara’ların Venceremos’u ilk gelip Türkiye’de tanıtan, söyleyen benim. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın Deli Kuşun Öttüğü’nü de çok güzel söylerim ben. Nâzım’ı da söylerim ama Ahmed Arif’le Hasan Hüseyin ayrıca ağabeyim gibilerdi. Hasan Hüseyin’i TİP’ten tanıyorum; Ahmed Arif’in, en güvendiği 3-5 adamdan birisiydim. Ahmed Arif’in kendi sesinden Hasretinden Prangalar’ı kaydederken fark ettim ki “33 Kurşun”daki “Kürdün gelini” ve “Şifre buyurmuş bir paşa, vurulmuşum hiç sorgusuz sualsiz” dizeleri yok. Yapımcısı bendim, zaten benim dışımda kimseyle çalışmaz, okumazdı. Neden o dizeleri okumadığını sorunca “Bilmiyor musun, darbeden sonra bunları çıkarttım” dedi. Ben dedim ki, “Ahh, Ahmed Ağabey, nasıl yaptın? Eski haliyle olmazsa piyasaya çıkartmam, sana bu kötülüğü yapamam” dedim. Kabul etti eski haliyle okumayı. Cem Yayınevi’ne, dostum Ali Uğur’a da telefon ettim. 12 Eylül darbesiyle 89 arasındaki basımlarda bu dizeler yoktu, sonra yeniden konuldu. Ahmed Arif’le birlikte konser verecektik İstanbul Açık Hava’da. Yasaklandı. Ahmed Arif vefat edince o öyle yarım kaldı. Bu durum benim için kırılma noktası oldu; çünkü o konserle ilgili büyük borcun altına girdim. Ahmed Arif şiirleri için MESAM orada yanlış yaptı bana. İlgili olan biliyor haksızlık yaptığını da, nasıl geriye döndüreceklerini, onu bilemiyorlar. 14 yıldır yaptığım, piyasada olan “Hasretinden Prangalar Eskittim” albümünü mirasçılarının itirazı üzerine durdurdular. Ben hayatımı vermişim bu işe bilmez miyim? Ahmed Arif’in mirasçılarıyla beni tokuşturacak, üstünde tepinecekler. Ben ona fırsat verir miyim? Dava açmıyorum ama size açacağım dedim, siz yaptınız bunu. Dokuz yıldır piyasada yok. Ayrıca korsanı yapıldı.

12 EYLÜL: MEHDİ ZANA EVİMDE YAKALANDI

Şerif Gören’in “Almanya acı vatan” filmi, Berlin Film Festivalinde gösterilirken Dışişlerinin verdiği sanatçı pasaportuyla çıktım yurt dışına. Yoksa başka türlü çıkamazdım, daha askerlik yapmamıştım. Paris’te bir aya yakın kaldım, o sırada bir menajerle anlaştık. Türkiye’ye gelip hazırlıklarımı yapıp Ekim ayında falan Paris’e gidecektim. 12 Eylül darbesi olunca işler karıştı. Üstüne üstlük Diyarbakır belediye başkanı Mehdi Zana benim evimde yakalandı. Paris projesi için yurtdışına çıkamadım tabii. Eğirdir’de yedek subay olarak askerlik yaptım. 83 yazında Bodrum’da liste dışı türkü söylemekten hakkımda dava açıldı. Vilayete verdiğim listede “Tanrı Baba” türküsü yoktu. Onu söyleyince anladım ipin ucunun kaçtığını. Salonda bir hareket oldu falan. Mahkûm oldum üç aya, sonra Yargıtay’dan döndü dosya. TÜYAB Berlin’de kitap fuarı yapıyor; orada iki konser vereceğim, biletler bitmiş ve pasaport verilmiyor 84’te. 85’te Şan Tiyatrosunda konser vermek istedim, tak diye sakıncalıdır dediler. 87’ye kadar pasaport bile alamadım. Bakın, Derya Sinemasında vereceğim üç konserim 1988’de yasaklandı. Bir sahne sanatçısı için bu zulüm değil midir? 93’e kadar SHP il yönetimleri de özel konsere çağırıyorlardı. Mesela Adana, Kayseri, Kırşehir, Balıkesir’e. Kürtçe söyleyince onlar da çağırmaz oldu. Yasaklar profesyonel çalışmamı kesti. Anayasa teminatı altında olan çalışma hakkını yok ediyorsun; bana yapılan o. Bu konser yasaklama değil, benim çalışma hakkıma sürekli müdahale edildi ve çalışma hayatımı bitirdiler. 93’ten sonra neredeyse 2000 yılına kadar hiç konser vermedim. “Eski kuşaklara seni unutturdular, yeni kuşakların da seni tanımasını engellediler” dedi bir dostum. Öyle oldu maalesef.

CUMHURİYET MİTİNGİ: TÜRKAN ABLANIN ZORUYLA GİTTİM

Samsun’da Cumhuriyet mitingde sahne aldım. Ama dikkat ederseniz diğerlerinde yokum ben. Samsun’a, Türkan ablanın (Saylan) zorlamasıyla yani “Gönül korum, illa geleceksin, ben gidiyorum, sen de geleceksin” demesiyle gittim. İyi ki de gitmişim. Tek türkü söyledim orada, “Acıyı Bal Eyledik”i söyledim. İki cümle kurdum, o kadar. Şunu söyleyeyim: Ben mitingi organize edenlerle kitleleri ayırıyorum. İstanbul’da katılmamamın nedeni de oydu. O bir kitle hareketiydi, insanların bir rahatsızlığını meydanlara dökmesiydi. Keşke hep öyle olsa, insanlar haklarını örgütlü mitinglerle, protestolarla kansız, şiddetsiz isteseler. “Eğer sol kesim üzerinden buldozer gibi geçmeselerdi Erdoğan Başbakan olamazdı” demiştim. Tabii ki beni daha çok sanat olayı ilgilendiriyor ama bütün bu garabetler benim başıma gelirken bu vatandaşlar politika yapıyorlardı, hiç sesleri çıktı mı bu haksızlıktır, sanatçıya baskıdır diye? Şimdi en somut örnek Şehir Tiyatrolarının başına gelen değil mi?

OĞLUM: BUNDAN SONRA TÜRKÜLERİ OĞLUM İÇİN SÖYLEYECEĞİM

Çok büyük bir acı yaşadım, iki saat önce bana “Baba, iyi geceler” diyen oğlum pencereden düştü. 21 yaşındaydı. Hani kuzguna yavrusu derler ya, öyle değil Baran hakikaten iyi bir gençti. Şimdi arkadaşlarının anlattıklarından fark ediyorum çok merhametli, çok iyi birisiydi. Yani mesela Türkiye Komünist Partisi’ne hemen üye olsun istemedim. “Sempatizansın, git oğlum, bir bak, acele etme” dedim. Sosyalist olmak zor bir iştir. Bir hafta sonra geldi, müracaatını yapmış. Ve bu seçimlerde helak oldu, gece-gündüz, sabahlara kadar çalıştılar. Sonra yaz dönemine kalıp okulu da bitirmişti, çok keyifliydi ama böyle büyük bir talihsizlik oldu. Adli tıptan daha raporu almadık, henüz çıkmadı. Ama savcının da kanaati düşme olduğu yönünde. Yani bir de biz çocuğumuzu tanıyoruz, intihar etmesine neden olacak hiçbir problemi yoktu. Bundan sonra türkülerimi oğlumu düşünerek, oğlum için söyleyeceğim. Bir de ablası var, İlke, onu da kollayıp korumaya çalışıyoruz. Eşim, hayat arkadaşım Asuman ile birbirimize tutunmaya ve acıyı yenmeye çalışıyoruz, acının bizi yenmesine izin vermemeye uğraş veriyoruz. Asuman ressam ve şimdilerde resimleriyle, tablolarıyla kendini meşgul ediyor; her sene bir kaç sergi açardı, bu sene Bodrum’da 21 Temmuz’da sergi açacak. Mükemmel bir eş, iyi bir annedir. Bu süreçte dostlarımız da bizi yalnız bırakmıyorlar, Başsağlığı için Kemal Kılıçdaroğlu da geldi, Ertuğrul Günay da. Benim sınıf arkadaşım, mücadele arkadaşım idi Ertuğrul. Bağımız kopmadı, telefonlaşırdık eskiden. Kimsenin böyle bir acı yaşamamasını yürekten dilerim, hani derler ya “düşmanımın başına gelmesini istemem” işte son 6 aydır bunu yaşıyoruz...

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 3 HAZİRAN 2012

© 2019 Faruk Bildirici - Medya Ombudsmanı. Tüm Hakları Saklıdır.