PLAKETSİZ TÜRK, ÖDÜLSÜZ GAZETECİ KALMASIN

...

KIRLANGIÇ YUVASI / 132

PLAKETSİZ TÜRK, ÖDÜLSÜZ GAZETECİ KALMASIN

Zeugma antik kentinin henüz arkeolog eli değmemiş bölümleri sular altında kalırken, bazı aklı evveller teselli demeçleri vermişlerdi:

- Merak etmeyin, ilerde sualtı arkeolojisi gelişince bugün sular altında kalan mozaikler de gün yüzüne çıkarılabilir.

Sualtı arkeolojisinin Zeugma’nın baraj suları altındaki bölümlerine ulaşacak aşamaya gelmesinin ne kadar zaman alacağı bilinmez.

Fakat bir gün Türkiye’de, bu bilim dalı söylendiği kadar gelişirse, sualtı arkeologlarının işlerinin hayli zor olacağı kesin.

Zeugma’da su altından çıkaracaklarının ne olduğunu keşfetmekte pek güçlük çekmeyeceklerdir. Romalı ustaların elinden çıkmış mozaikleri, vazoları bir bakışta tanıyacaklardır eminim.

Peki ya, denizden çıkaracakları nesnelerin ne olduğunu kolayca bilebilirler mi? İşte bu konuda kuşkuluyum. Diyelim 150-200 yıl geçmiş olsun. Örneğin Marmaris açıklarında dalacak bir sualtı arkeologu, titiz bir araştırma yapması halinde sicimlerle bağlanmış koca bir paket bulacaktır.

Müthiş bir tarihi eser bulduğunu sanabilir. Fakat kocaman paketi su yüzüne çıkarıp iplerini çözdükten sonra karşı karşıya kalacağı manzara ile şaşkına dönecektir!

Kim bilir, ne kadar uzun süre kafa patlatacaktır, paketin içinden çıkacak "tarihi eserler"in hangi medeniyete ait olduğunu anlamak için.

Eğer Kenan Evren o tarihte hâlâ bir "Türk büyüğü" olarak tanınmıyorsa -ki ihtimal hayli düşük- plaketlerin üzerindeki isimden iz sürerek önce onun kimliğini belirleyecek, müthiş bulgusuna ilişkin makalesini ondan sonra kaleme alacaktır:

"Kenan Evren, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin lideri. Yaptığı askeri darbenin siyasi ve sosyal sonuçlarına başkalarından çok şaşıran general.

Bir çeşit ödüllendirme aracı olan plaketleri de o yaydı. Herkesin birbirine plaket vermesi modasını 12 Eylül döneminde o kadar yaygınlaştırdı ki, sonunda kendisi de plaket mağduru oldu!

Emekli olduktan sonra plaketleri koyacak yer bulamayınca bir dostunun tavsiyesine uyup 750 plaketi iplerle bağlayıp tekneyle açıldı, kimselere görünmeden paketi denize attı."

Ve ardından plaket denilen şeyin ne olduğunu ayrıntılı biçimde tarif etmesi, insanların neden birbirine plaket verdiğini uzun uzun anlatması gerekecektir.

Çünkü muhtemelen o zaman plaketlerin miadı çoktan dolmuş olacak; insanlar plaketin ne olduğunu anladıklarında da dalga geçecek, kahkahalarla güleceklerdir Türkiye’de yaşanmış olan bu plaket çılgınlığına...

Evet, buraya kadar yazdıklarım tahminler üzerine dayalı bir senaryo. Ancak bugün içinde bulunduğumuz duruma bakınca ilerde böylesine bir tablonun yaşanmayacağını kim iddia edebilir?

Günümüzde sanki gizli ve uhrevi bir yerden "Her Türk plaketlensin" talimatı verilmişçesine plaket çılgınlığı yaşanıyor; bilumum resmi ya da özel kuruluşlar her bulduğuna plaket veriyor.

Devlet İstatistik Enstitüsü bir günlüğüne sokağa çıkma yasağı ilan edip, "Hane başına düşen plaket sayımı" yapsa, görülecek ki, her Türk plaketlenmekle kalmamış; üçer beşer plaket kapmış!

Medya mensuplarının durumu ise daha bir beter. Neredeyse toplumun bütün kesimleri onlara ödül plaketi vermek için yarışıyor. İlkokullardan fakültelere, veteriner hekimlerden esnaf odalarına kadar hemen herkes medya mensuplarına ödül yağdırıyor. Ödül plaketini alan medya mensubu da ertesi gün gazetesinden ya da televizyonundan duyuruyor; "Ben de ödül aldım."

Bu kadarla kalsa iyi ama bir de meslek örgütlerinin ödülleri var. Gazetecilik meslek örgütleri bölünerek çoğalıp "kılcal dernekler" halinde geldikleri için her dernek kendi ödülünü veriyor.

Kimi meslek örgütleri dikkatli bir seçim yapıyor başarısı tartışılamayacak kadar açık isimlere ödül veriyor; kimisi de medyanın iç dengelerini gözetip ona göre liste düzenliyor. Ve sonunda her yıl ödül alan haberciler listesi uzayıp gidiyor, kim kime neden ödül vermiş, karmakarışık hale geliyor. Ve tabii hakkıyla alınan ödüllerin değeri de ister istemez azalıyor.

Biz gazeteciler de bir gün arkeologları şaşırtmak istemiyorsak, bu ödül çılgınlığına son vermek durumundayız. Öncelikle meslek örgütleri dışındaki okulların, kuruluşların ve de plaket yaptırabilen herkesin medya mensuplarına ödül vermesine dur demek gerekiyor. O kuruluşlar tanıtımlarını başka yolla yapsınlar, plaket verip haber olmaktan vazgeçsinler.

Ardından meslek örgütleri de bir araya gelip ortak bir ödül sistemi geliştirsin. Gazetecilik örgütleri her yıl öyle bir ödül versin ki, alan haberciler Pulitzer almış kadar sevinsin, dünyalar onun olsun...

Faruk Bildirici / Tempo / 12-18 Haziran 2003