PELİN BATU

...

Pelin Batu, dizilerden uzak duran bir oyuncu. Bugünlerde yeni bir filme hazırlanıyor, bir yandan da doktora çalışmasına devam ediyor ve çevre etkinliklerine, protestolara katılıyor. Ama “Tarihin arka odası” programındaki davranışlarının yankısı bu faaliyetlerinden daha büyük yankı yapıyor medyada...

HEP AYNI ÖPÜŞME KARESİ: PORNO FİLM MUAMELESİ YAPIYORLAR

Sadece güzel kadına indirgenmek, süs objesi gibi bakılmak beni sinirlendiriyor. Sinemadaki ilkellikten sıkıldım. İki aşk filmindeki öpüşme sahneleri sürekli kullanılarak, film sadece sevişme ya da öpüşme sahnesine indirgeniyor. O da objeleştirmenin başka türü ve porno filminde oynamış muamelesi görüyorsunuz. Sanki başka bir kare yok! Tabii bu hem medyanın, hem de yapımcıların suçu.

MAHALLE BASKISI ARTTI: LAF ATTI EVE KADAR TAKİP ETTİ

Tepki olarak etek boyunu kısaltmıyorum ama istediğim gibi giyinmekte ısrar ediyorum. Tabii Nişantaşı’nda dolaşırken sorun yaşamıyorum. Ama İstanbul’un çoğu yerinde, kendi mahallem de dâhil son bir iki yıldır bu mahalle baskısı denen şey arttı. Taksi bulamadığım bir gün eve yürüyordum. Üzerimde diz üstünde bir etek ve bot vardı. Önce motorlu bir adam sıkıştırdı, “Şu haline bak” gibi şeyler söyledi. Sonra serseri tipli üç adam takip etmeye başlamış. Mahalleden biri uyardı, eve kadar da o getirdi. Tam girerken bu kez o motorlu kapının önüne geldi. Böyle şeylerin bir kere olması bile huzursuz ediyor. Bence mahalle baskısının AKP iktidarıyla ilgisi var. Ama Baykal’ın çarşaf açılımı, onların da paralel olduğunu gösterdi. Çarşafa rozet takmak ucuz politika.

ÇOK ÜLKE DOLAŞTIM: İLK ÖĞRENDİĞİM DİL URDUCA

Babam İnal Batu diplomat olduğu için çok ülke dolaştık. Okul ve ülke değiştirmenin zorluklarını çocukluğum boyunca yaşadım. İçine kapanık oldum, sanata ilgi duydum. Kendimi yazarak, resim yaparak rahatlattım. Pakistan’daki İngiliz okulu dışında herkes Urduca konuşuyordu. En iyi konuştuğum ilk dil Urduca oldu. Ankara’ya döndüğümüzde de Pakistan okuluna devam ettim. New York’ta yaşarken Hintli ve Pakistanlı taksi şoförleriyle hep Urduca konuştum.

UZUN YILLAR VEJETARYENDİM: İLK ŞİİRİMİ KUZUYA YAZDIM

İki dedem de ben doğmadan önce ölmüş, o yüzden hayatımda hep dede modelini aramışımdır. Dedemin şiirlerini bayağı geç okudum. Kendi ruhum konuşuyormuş gibi geldi bana. Yedi yaşımdayken Ankara’da bir köye gitmiştik. Kuzuları yediğimizi düşünüp çok üzülmüş, o kuzuya şiir yazmıştım. Uzun yıllar vejetaryendim. Anemi düzeyi had sayfaya çıkınca sekiz yıl önce istemeye istemeye et yemeye başladım. Daha çok balık ve tavuk yiyorum. Anglo Amerikan şairleri iyi biliyorum ve onların diliyle yazıyorum. Ezra Pound’u çok severim. Beni en çok etkileyen şair Arthur Rimbaud olmuştur. O hiç eskimiyor.

BELKİ DE YAKARIM: GÜNLÜK YAZMADAN DURAMAM

Okuma yazmayı üç yaşında öğrenmiştim. Annem kitaplar verip öğretiyordu. 6-7 yaşımdan beri günlük tuttuğum için öyle bir alışkanlık oldu ki yazmayınca rahatsız oluyorum. Defterimi yanımdan ayırmıyorum. Sıkılınca açıp yazıyorum. Amacım okunması değil. Anais Nin gibi yazmadığım ortada. Eskileri kaybettim ama yine 60-70 defter oldu. Bir noktada yakacağım herhalde günlüklerimi.

MOZART BENİ ÇOK ETKİLER: PİYANOYA BEŞ YAŞINDA BAŞLADIM

5 yaşında başladığım piyanoyu hocamdan nefret edince bıraktım. İki sene sonra Azeri hoca Namık Sultanov ile yeniden başladım. New York Üniversitesinde devam ettim. Şimdi terapi mahiyetinde zevk için çalıyorum, arada minik besteler de yapıyorum. Hâlâ Mozart çalınca kimyam değişir çok mutlu olurum.

OYUNCULUK: IŞIK YENERSU’DAN BÜYÜLENDİM

İlk kez Işık Yenersu’yu Ankara’da bir tiyatroda izlediğimde büyülenmiştim. O an oyuncu olmayı kafaya taktım. Kendimi hep okuduğum oyunlarda hayal ettim, lisede bir piyeste oynadım. Yıllar sonra Işık Yenersu ile bir kısa filmde birlikte rol aldım. O film için epey tango dersi aldım. Filmlerin güzel yanlarından biri, yapmadıklarınızı yapma fırsatı vermesi. “Yağmurdan sonra” filmini çekerken setten biri, aşağıda oturup, vites değiştiriyordu. O kadar çok araba sahnesi vardı ki, en sonunda “Tamam söyleyin ben kullanayım” dedim. Arabayı hareket ettirecek kadar öğrendim. Bisikleti de Gökçeada’da sette öğrendim.

BENİ BEN YAPAN HOCAYDI: AKADEMİSYENLİĞİ SEVİYORUM

New York Üniversitesinde üç sene okudum ve her bölüme burnumu soktum. Felsefe, tiyatro ve edebiyat dersleri aldım. Hocam Robert Jeske beni ben yapan adamdır. Onun yönetiminde oynadığım iki tiyatro oyunu, bana oyunculuk disiplinini, aşkını verdi. Amerika’dan sonra 1998’de Paris’e gidip, Sorbonne’da sanat tarihi, tiyatro ve sinema dersleri alacaktım. Buraya tatile geldim ve geliş o geliş. Amerika’da okuduğum Katolik Kız Lisesinde Amerikan tarihini öğrenmiştim. Önce de İngiliz, Pakistan-Hint tarihini öğrenmiştim ama Türk okuluna gitmediğim için Türk tarihini bilmiyordum. O nedenle Boğaziçi’nde tarih bölümünü seçtim. İlk iki yılım zor geçti. Şimdi okula gittiğimde dünyanın en mutlu insanı benim. Metamorfoz konulu tezimi bu sene bitirip okulda kalmayı planlıyorum. Filmlerin çekimi de dört beş hafta sürüyor. Bayağı zamanınız kalıyor. Oyunculukla akademisyenlik birkaç senedir birlikte gidiyor.

PAPA HİKÂYESİNE DÖNDÜ: EVDE ÇIPLAK DOLAŞMIYORUZ

Evde çıplak dolaşma meselesi, meşhur Papa hikâyesi gibi oldu. Kardeşimle birbirimize karşı çıplak olabiliyoruz, yani çok açık olabiliyoruz demeye çalışırken bu sözüm “Evde çıplak dolaşıyoruz”a döndü. O makaleden sonra her röportajımda düzeltme teşebbüsünde bulundum. Ama bir türlü kurtulamıyorum.

ROL MODELİM BABAMDI: DUBLİN RÜYASI YAŞIYORUM

Çocuklukta rol modelim babamdı. Sorulunca “Babam olacağım” derdim. Sonra bir ara “Diplomat olsam mı?” diye düşündüm. 13 yaşında annem ön plana çıktı. Annem, Dublin’de resim ve heykel okumuş. O yemyeşil Dublin’de resim okumak hâlâ içimde ukde. Uzun süre gidersem sinema biter diye korkuyorum, gelgitler yaşıyorum. Yakın arkadaşlarımın hepsi Dublin hikâyemi bilir.

HÂLÂ BİRLİKTE İZLERİZ: FENERBAHÇE TUTKUSU BABAMDAN

Fenerbahçe tutkusu babam ve kardeşimden geçti. Babam Afrika’dayken maçı radyodan dinlemek için yarım gün yol gidip dağın tepesine çıkıyormuş. Çocukluğumdan beri evde sürekli Fenerbahçe maçlarıyla ilgilenilir. Hâlâ da izlenir. Ukalalık gibi gelecek ama Türkiye liglerini ilkel buluyorum.

HOCA ÇOK ŞEKERDİ: KEDİ KUCAĞIMDA DOĞURDU

Çocukluğumdan beri hep kedimiz, köpeğimiz oldu. Boğaziçi’nde derste amfi tiyatroda en arkada oturuyorum. Bir kedi geldi, kucağıma oturdu. Birdenbire doğurmaya başladı, üç yavru çıkarttım. Kan içinde kaldım. Hocam diye seslendim, çok şekerdi, geldi, “Çocuklar kutu bulun” dedi. Birileri kutu getirdi.

YENİ FİLME HAZIRLANIYORUM: FERZAN İLE İYİ BİR GİRİŞ YAPTIM

Ferzan Özpetek’le İtalya’da tanıştım. Babam o sırada Roma Büyükelçisiydi. Hâlâ Türkiye’de o kadar düzgün işleyen öyle bir set görmedim. Ferzan’ın Harem Suare filminde oynadıktan sonra pek çok teklif geldi. Sinemaya çok iyi bir giriş yaptım. Oyunculuk eğitimi almadım. Okumayı çok sevdiğim için, sürekli oyunculukla ilgili okurum. Şimdi yeni bir filme hazırlanıyorum.

BÜTÜN DİNLER AYNI: BİR DEĞİL PEK ÇOK DİNE İNANIYORUM

Ben bir güce inanıyorum. Hepimizin içinde var olan vahşet vücutlar büyüdükçe katlanarak büyüyor. Dinlerin misyonu insanları iyiliğe sevk etmek. Bir değil pek çok dine inanıyorum. Bütün dinlerin aynı olduğunu düşünüyorum. Hepsi iyilik için yaratılmış ama tarih boyunca çok feci şekilde kullanılmış, suiistimal edilmiş.

DİZİLER ZAMAN ALIYOR: ERMENİLERLE SINIRDA ORTAK FESTİVAL

Dizileri küçümsemiyorum ama çok zaman alıyor. Şimdi doktora yapıyorum, tarih programı var, hem sivil toplum örgütleriyle çalışıyorum. Küresel Eylem Grubu’nun basın toplantılarına katılıyorum. Geçen hafta dört gün Ermenistan’daydım. Bir grup olarak gidip sivil diyalogu artırmayı konuştuk. Program arkadaşlarım bu diyalogu gereksiz buluyor. Bir hayalim var, bir aydır bunu düşünüyorum. Geçen sene Antalya Film Festivalinde ödül verdiğimiz “Sınır” adlı Ermeni filminin yapımcısı ve Kardeş Türküler’le irtibat halindeyim. Bu yaz Ani’de veya sınırda bir filmi birlikte izleyip sonra da konser dinlemeyi planlıyorum. Bir arkadaşım Abdullah Gül’den randevu aldı. Kapı bir saatliğine açılsa ve yürüyerek geçilse politikacıların yapamadığını yapmış olacağım.

TARİHİN ARKA ODASI: BENİ RAHATSIZ EDEN ATAERKİLLİK

Haber Türk’te “Kısa Devre” diye bir program yapıyordum. Bir gün Murat Bardakçı, tarih programına çağırdı. Önce konuk sandım. Programcı olarak davet ettiğini anlayınca afalladım. Tarihi seven ve araştıran bir insanım, ama tarihçi olma iddiasıyla programda değilim. Oradaki derdim; farklı bakış açısı ve farklı kaynaklar sunabilmek. Bir taraftan da programa acayip müteşekkirim. Tarih bölümünden mezun oldum ama bölümden daha çok öğrendim. Beni rahatsız eden ataerkillik. İnsanlar sokakta durdurup, “Çok sinirleniyoruz lafınızı kesiyorlar” diyorlar. İnanılmaz korumacı bir psikolojiye girmiş vaziyetteler. Ama Murat Bardakçı ve Erhan Afyoncu da birbirinin sözünü kesiyor. Bir kadına kabalık gibi algılanıyor ama bana has bir şey değil bu. Bir de 6-7 saat süren programda iki dakika gözümü kapatınca medyada program o iki dakikadan ibaret gösteriliyor. Medyaya kızmıyorum. Hatta sempatik de, uyuma meselesi için şeker şeyler yazıldı. Sonuçta kendi programımda uyuyakaldım. Programdan ayrılmayı düşünmüyorum. Belki tezimi bitirince İrlanda’ya gidip orada araştırmaya devam ederim. O zaman ister-istemez buradan gitmiş olurum.

SINIRSIZ ADLI PROGRAM: KONUKLARA MÜDAHALE ETTİLER

Nagehan Alçı ile yaptığımız “Sınırsız” adlı program bir ay sürdü. Konuklara müdahale edildiği doğru. Bitmesinde o da önemli bir etkendi. Söyleyecek çok şey var ama söylememek daha doğru.

YÜRÜMEYİ SEVERİM: YÜRÜYÜŞTE İMGE TOPLUYORUM

Sabah yatağın içinde kitap okumayı ve yürüyüşü çok seviyorum. Yürürken insan güzel düşünebiliyor, imge toplamak açısından da elverişli oluyor. Yürürken müziğin sözlerinin içinde kaybolup bambaşka düşüncelere dalıyorum.

YAHUDİLİK TARİHİ: O KİTAPTAN GURUR DUYMUYORUM

“Yahudilik Tarihi” kitabı çıkarken Ahmet Almaz’ın yazdığı bölüme bakmamıştım. Yahudi düşmanlığı değil ama gayriciddî şeyler yazmış. Gurur duyduğum bir iş değil.

36 BEBEK MAMADAN ÖLMÜŞ: ANNEM BEŞ AY DOKUNAMAMIŞ

Yedi aylık doğmuşum. Hastanede zamanı geçmiş mama verilen prematüre 35-36 bebek ölmüş. Zor kurtulan birkaç bebekten biri de benim. Mikrop kapmasın diye kuvöze kimseyi yaklaştırmamışlar. Annem dört beş ay hiç dokunamamış, en büyük acılarımdan biri diyor. İki yaşıma kadar üstüme titremişler.

DON KİŞOT’LAR DEVAM EDER: YAPIMCILARIN ÇOĞU DÖKÜLECEK

Türk sineması iyi gidiyor diyorlar ama bir yere kadar gider. Çoğu film gişe yapmıyor. Tabii “Recep İvedik” vesaire sorun yaşamaz. Popüler filmler para kazanır ama yüzde 80’i dökülür. Bazı Don Kişot’lar film yapmaya devam eder.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 11 NİSAN 2010