ORADA BİR PARK VARDI

...

KIRLANGIÇ YUVASI / 6

ORADA BİR PARK VARDI

"Lütfen" diye başlıyordu kampanya çağrısı. "Lütfen sesimizi duyunuz Sayın Başkan."

Şantiye binası parkın üzerinde yükselince harekete geçmişlerdi. Yeşilin kent merkezindeki son kalesini savunmaya kararlıydılar. Betonun o parkı da zapt etmesini istemiyorlardı.

Ne bir partileri vardı, ne bir dernekleri ya da başkaca bir örgütleri. Tek ortak kimlikleri kentli, Ankaralı olmaktı.

Kampanyanın başlama vuruşu, üç Ankaralının İdare Mahkemesi’nde dava açmasıyla yapılmıştı. Parkı sahiplenenler hızla çoğalmış, giderek artmıştı o üç kişinin çevresindeki enerji.

"Lütfen otopark projesinden vazgeçip köklerini toprağa salmış ağaçlarıyla Güvenpark’ı ellerimizden almayınız."

Bu kadar yalındı istekleri. Bu kadar içten. Belediye Başkanına kabul ettiremediler yine de. Büyük Başkan bir kere karar vermişti. "Çare yoktu, Güvenpark olacaktı otopark." Seçilmişti ya bir kere, ne isterse yapabilirdi kente. Öyle sanıyordu!

Ankaralıların, parkı ne kadar sahiplendiklerinin farkında değildi. Tepkiyi hissedemiyordu başkan. Geri adım atmayı aklının ucundan bile geçiremiyordu.

Bir gün parkın orta yerinde bir masa belirdi. "Otopark değil Güvenpark" yazılı kartonlarla bezenen masa, imza kampanyasının merkeziydi. Masanın etrafında küçük bir kalabalık oluştu. Kalabalığı gören iki polis ne olduğunu anlamak istedi. "Ne oluyor burada? İzin aldınız mı?"

Tedirgin oldu kampanyayı yürütenler. Çekinerek, imza kampanyası metinlerini gösterdiler. "Biz bu parkın yerine otopark yapılmasını istemiyoruz." Kısaca anlattılar otoparka neden karşı çıktıklarını.

Resmi giysili iki polis, hiç beklemedikleri bir tepki verdi. "Madem park için çalışıyorsunuz. Getirin biz de imzalayalım." Sevinçle imzalattılar polislere. O iki imzanın değeri büyüktü, kampanyanın hızla büyüyeceğinin sinyalini veriyordu.

TUVALET KÂĞIDIYLA AMBALAJ

Sonrası, baharlara layık şenliklerle geçti. 70 yıla yakın ömrünün en mutlu günlerini yaşayan Güvenpark, her cumartesi canlandı. Gitar dinletileri, balon şenliği, karikatür yarışması ve daha nice etkinlikle renklendi. İmzalar bir yandan artarken, bir yandan parkın "kanserli" hücreleri temizlendi, her köşesi yeniden kazanıldı.

Köşedeki çocuk parkının üzerinde yükselen şantiye binasını yıkmak mümkün değildi. Bir basın toplantısı düzenlendi. Binanın her yanı tuvalet kâğıtlarıyla sarıldı, sarmalandı; gazetecilere gösterildi. "Sayın Başkana armağanımızdır, lütfen kabul buyursun."

Kampanyanın tek sıkıntısı paraydı. Ona da çare bulundu. Karikatür, çiçek, kek ve de rozet satıldı cumartesi şenliklerinde. Ankaralılar satın almakla kalmayıp, "Otopark değil Güvenpark" yazılı rozetleri gururla taşıdılar yakalarında.

Başlangıçta hedef 10 bin imzaydı. Hedef, kısa sürede aşıldı. Toplanan imzaların sayısı, iki ay içerisinde 65 bine ulaştı. Bir park için bunca imza toplanmasının ilk örneğiydi.

Mutlu haber de o sırada geldi. İdare Mahkemesi, davayı sonuçlandırmıştı; "Güvenpark’a otopark yapılamaz." Zafer çığlıkları arasında kampanya noktalandı; 65 bin imzayı Ankara Belediyesine götürme onuru da davayı açan o üç kişiye, Aydan Erim, Akın Atauz ve Mehmet Adam’a verildi.

Sayın Başkan dilekçeyi getirenlerle görüşmedi ama yenilgiyi kabullenmekten başka seçeneği de yoktu. Otopark projesini rafa kaldırdı.

CUMHURİYETİN İZLERİ NEREDE

Güvenpark, 1987 baharındaki o zaferin saltanatını üç yıl kadar sürebildi. Yeni gelen başkan metro projesini uygulamaya karar verince Güvenpark, yeniden şantiye yerine döndü. Güvenlik Anıtı ile meydan arasında kalan bölümdeki ağaçlar da söküldü. "Ağaçların tayini çıktı, metro inşaatı bitince yerlerine dönecekler" diye açıklamada bulundu Başkan.

Geri dönmeye ne o ağaçların ömrü yetti, ne de o başkanın hizmet süresi. Ağaçlar tayin edildikleri yerde kurudular; onları Güvenpark’a iade etme sözü veren başkan da ayrıldı gitti koltuğundan.

Metroyu tamamlamak yeni başkana kaldı. Yeni belediye başkanı, parkın altını kazıp otopark yapmak isteyen ilk başkanın siyasi mirasçısıydı. Güvenpark’a sempatiyle yaklaşması zaten beklenemezdi.

Nitekim aradan aylar geçip tahta perdeler söküldüğünde parkın eskisiyle hiç mi hiç ilgisinin kalmadığı ortayla çıktı. Ağaçların yeniden dönecekleri ilan edilen bölümde zerre kadar toprak kalmamış, her taraf betonla kaplanmıştı. Parkın ilk günlerinden kalan o güzelim beyaz mermer oturaklar bile beton üzerine iğreti biçimde tutturulmuştu öylesine.

Metro çıkışları da park alanından tırtıklanarak yapılmıştı. Metrodan çıkanlar, parka mı, yoksa kaldırıma mı ayak basıyorlar belli değildi. Böylece Güvenpark’ın neredeyse üçte biri çalınmış, meydana katılmıştı.

Sessizce yapılan bu değişiklikler, metronun açılış gürültüsüne geldi. Kimseler fark etmedi Cumhuriyet’in ilk yıllarında Osmanlı’nın İstanbul’una karşı Ankara’yı var etme yolunda verilen imar çabalarının bir parçası olan Güvenpark’ın başına gelenleri.

Aradan geçen her yıl, parkın daha da daralmasına, kötülemesine yol açtı. Bir zamanlar koruluk bir alan olan Güvenpark’taki ağaçlar seyreldi, parmakla sayılabilecek kadar azaldı. Bakımsız kalan park, çöplüğe döndü.

Büyükşehir Belediyesi’nin ilgili ilgisiz birimleri, parkın değişik köşelerine beş baraka kurdu. Bakanlıklar tarafındaki ağaçlar kesilip Ramazan çadırına yer açıldı, çadıra giden beton yolun iki tarafı bakır benzeri metal kaplamalı acayip lambalarla süslendi.

Acı olan tarafı, 13 yıl önce "Betonpark değil Güvenpark" diyen Ankaralıların Güvenpark’ta olup bitenlere ilgisiz kalmaları. 65 bin imza toplayan, sonra "Çevre Duyarlılığını Yayma Grubu" adını alan insanlar da artık dağılmış durumda. O muhteşem kampanyanın bayrağını yeniden dalgalandıracak kimseler yok etrafta.

Hadi çevreci hareketler artık geriledi; siyasi alanda da kendilerini temsil edemiyorlar diyelim. İyi de Cumhuriyetin kuruluş günlerinin izlerinin bu kentten silinmesine neden itiraz edilmiyor?

Başkentin tarihini hoyratça yok eden ellerin, kente Osmanlı kapıları yapmaya kalkışmaları da bir tesadüf olmasa gerek.

Faruk Bildirici / Tempo / 10-17 Ocak 2001