NAGEHAN ALÇI VE ERTUĞRUL ÖZKÖK’TEN GAZETECİLİK YANLIŞI

...

Bir yanlış sürekli hale gelince doğruluk kazanmaz. Yanlışı tekrarlayanlar çoğalsa, sıradanlaşsa da yanlış olarak kalır. Gazetecilik için de böyle. Bir gazeteci, mesleki hatasını sık tekrarlıyor ya da başka gazeteciler de aynı yöntemi kullanıyor diye doğru davranmış olmaz.

Son zamanlarda medyada yayılan iki yanlıştan söz edeceğim. Birincisi haber yazmak ve bilgi vermek yerine soru sormak. İkincisi bir olaydan söz ederken nerede meydana geldiğini yazmamak.

Sıradanlaşmış görünen bu yanlışlara son olarak Nagehan Alçı ve Ertuğrul Özkök’ün yazılarında rastladım. Nagehan Alçı, İsmail Küçükkaya’nın iki adayın karşı karşıya geldiği televizyon programı öncesinde Ekrem İmamoğlu ile görüşmesini ilk dile getiren gazeteci. Bu olayın öyküsünü Habertürk sitesinde 19 Haziran’da yayımlanan “Türkiye’nin konuştuğu otel haberinin hikâyesi” başlıklı yazısında aktardı. İki kaynağından yayın sırasında gelen mesajı katıldığı programda hemen dile getirmesini şöyle açıklıyor:

“Ben de her gazetecinin yapması gerekeni yaptım ve bu iddiayı bir soru olarak gündeme getirdim.”

Bu cümle sorunlu bir bakış açısını, bir gazetecilik yanlışını yansıtıyor. Bir iddiayı duyan her gazeteci Nagehan Alçı gibi davranmamalı. Hiçbir gazeteci duyduğu bir iddiayı soru olarak ortaya atmamalı.

Adı üzerinde “iddia”. İddia haber değildir, araştırılacak veridir. Gazetecinin, bir iddiayı duyduğunda ilk yapması gereken hemen yazmak, söylemek değil, araştırmaktır. Hatırlarsınız, bugünlerde ABD’ye iadesi tartışmaları nedeniyle gündemde olan Julian Assange’ın kurucusu olduğu WikiLeaks, on binlerce belgeyi kamuoyuyla paylaşmıştı. Kimileri bu faaliyete “sızıntı gazeteciliği” demişti ama sonra belge sızdırmanın gazetecilik olmadığı genel kabul gördü medya ve iletişim dünyasında.

Zira belge sızdırmak ile gazetecilik arasında büyük bir fark var. Gazeteci, bir belgeyi ele geçirdiğinde, bir iddia duyduğunda onu araştırıp, diğer boyutlarını öğrenir. Doğrulanan iddia “gazetecilik ürünü” haline gelir; kamuoyuyla paylaşılabilir.

Doğrulanmamış bir iddianın hemen söylenmesi veya yazılmasının en önemli sakıncası, yanlış çıkma olasılığıdır. Nagehan Alçı’nın o akşam televizyonda söylediği, “Küçükkaya, İmamoğlu ile bir otelde görüştü” iddiası yanlış çıksaydı ne olacaktı? Seçimler öncesinde hem Küçükkaya, hem de İmamoğlu töhmet altında kalacaktı.

Kaldı ki, bu iddianın araştırılması öyle zor da değildi. Nitekim Alçı, kendisi de bu iddiayı programda açıkladıktan kısa süre sonra İmamoğlu’nun danışmanına mesaj attığını, ardından telefonla görüştüklerini, onun görüşmeyi doğruladığını anlatıyor.

Sıralama yanlış. Önce görüşmesi, sonra açıklaması gerekirdi. Araştırmadan televizyonda söylediği iddianın doğru çıkmış olması, yöntemine haklılık kazandırmaz. Umarım diğer meslektaşlarım da bu yanlışı örnek alıp her duyduklarını haber sanıp yazmaz, söylemez, paylaşmaz.

Özkök, otelin adını neden vermedi?

Ertuğrul Özkök de Küçükkaya-İmamoğlu görüşmesiyle ilgili olarak 19 Haziran’da Hürriyet’te kaleme aldığı yazıya “Bu konuda açıklama yapılana kadar o otele adımımı atmam” başlığını atmıştı. Küçükkaya’nın görüşme öncesi oteldeki görüntülerinin Sabah gazetesinden Mahmut Övür’e sızdırılmasına tepki gösteriyor. “Gizli bir göz adeta Küçükkaya’yı adım adım izlemiş. O otele giden hiçbir müşterinin mahremiyeti artık güvende değildir” diyor, görüntülerin medyaya kim tarafından sızdırıldığını sorguluyor:

“Türk otelciliğine, Türk adalet sistemine, vatandaşın mahremiyet hakkına, Türk turizmine, Türk demokrasisine ve hepimizin mahremiyet hakkına bu büyük ihaneti kim yapmıştır?”

Özkök’ün, bu görüntülerin sızdırılmasının “mahremiyet hakkına ihanet olduğu” görüşüne katılıyorum. İlaveten mahrem alandaki kişisel verilerin gizliliğinin ihlali olduğu kanısındayım. Önde gelen insan hakları hukukçularından Yard. Doç. Dr. Kerem Altıparmak’ın Twitter’daki paylaşımı da bu yönde:

“İmamoğlu başkanı olduğu belediyenin zaten toplanmış verilerinin kopyasını çıkarınca kişisel veri ihlali oluyor ama İsmail Küçükkaya’yı takip edip otelden video görüntülerini alıp yayımlayınca kişisel veri ihlali olmuyor öyle mi? Ne ilginç bir kişisel veri anlayışı, değil mi?”

Otel yetkilileri, görüntülerin nasıl sızdığını açıklamak durumunda. Tabii savcıların da hukuku, adaleti gerçekten önemsiyorlarsa bu ihlalin üzerine gitmeleri gerekli.

Gelelim Özkök’ün yazısındaki yanlışa. Baştan aşağı bir otelden bahsediyor, yazının başlığında bile oteli eleştiriyor. Fakat bir türlü otelin adını vermiyor. Haberciliğin temel kurallarından biridir, 5N 1K kuralı. Gazetecinin, bir olaydan söz ediyorsa “Nerede” sorusuna yanıt vermesi gerekir. Özkök bu kuralı atladı.

Üstelik o gün gazetelerde, televizyonlarda ve internet sitelerinde görüşmenin The Marmara Oteli’nde olduğunun yazılmasına, söylenmesine rağmen yaptı bu kural ihlalini. Sonraki iki yazısında da isim vermemeyi yeğledi.

Medyada olumsuz vakaların yaşandığı yerlerin adını vermemek ama iş tanıtıma, övmeye gelince otellerin, restoranların, barların adını yazıların girişine koymak son dönemde yaygınlaşan yanlışlıklardan. Nedense şirketler, mekânlar konusunda korumacı bir tavır egemen.

Polat otelin güvenlikçisi görüntüler nedeniyle yargılanmıştı

2013 yılında da diyetisyen Şeyda Coşkun ve Galatasaray Liv Hospital takımının başantrenörü Ergin Ataman’ın Yeşilköy’deki Polat Renaissance Otel’deki bir odaya girerken çekilen güvenlik kamerası görüntülerinden alınmış fotoğraflar, Hürriyet’in Kelebek ekinde “1401 kaçamağı” manşetiyle yayımlanmıştı.

O zaman Hürriyet Okur Temsilcisi olarak bu görüntülerin yayımlanmasının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına aykırı ve “özel yaşam alanına müdahale” niteliğinde olduğunu yazmıştım. Sabah gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Erdal Şafak da 8 Nisan 2013 tarihli yazısında bu fotoğrafların kendilerine de geldiğini ama özel hayatın gizliliği ilkesine aykırı olduğu için Sabah ve Günaydın’da kullanmadıklarını belirterek, Hürriyet’in bu fotoğrafları yayımlamasını eleştirmişti.

Sonra otel yönetimi güvenlik müdürü Ali Hüseyin Çataltaş’ı, görüntü kayıtlarını alıp bir kişiye verdiği gerekçesiyle işinden atmıştı. Ergin Ataman şikayetçi olunca Çataltaş hakkında “özel hayatın gizliliğini ihlal ettiği” gerekçesiyle 5 yıla kadar hapis istemiyle dava açılmıştı. 23 Ocak 2015’te yapılan ilk duruşmada sanık Çataltaş, “mağdur olduğunu belirterek beraatini” istemişti.

Küçükkaya’nın The Marmara’daki görüntülerinin yayımlanmasının ardından bu dava haberlerine baktım ama davanın sonucuna ilişkin bir haber bulamadım.

Küçükkaya’nın yanlışı

Gelelim Küçükkaya-İmamoğlu görüşmesine. Seçim yarışının en önemli aşamalarından olan televizyon programını yöneten Küçükkaya’nın, her iki adaya da eşit mesafede durması gerekiyordu.

Ama Küçükkaya bu kuralı ilk olarak İmamoğlu, “Soruları önceden görüşmek istediler” dediğinde Fatih Altaylı’nın programına telefonla bağlanarak bozdu, onu yalanladı. Adaylardan birinin aleyhine tavır almış oldu. Kendisi de bunun farkında olacak ki, bu sözlerini Yıldırım-İmamoğlu programı sırasında düzeltti.

Böyle kutuplaşılmış bir ortamda adaylardan biriyle yüz yüze görüşmesi de yanlış ve gereksizdi. İmamoğlu lehine davrandığı spekülasyonlarına yol açabileceğini ve kendisini tartışılır hale getireceğini kestirebilmeliydi. Elbette İmamoğlu ile İstanbul’un merkezindeki bir otelde, basın toplantısı sonrasında buluşması gizli görüşme sayılamaz. Ama kamuya ve taraflara duyurulmuş bir görüşme de değil.

Eğer programın formatı ve benzeri konularda adaylarla görüşmesi gerekiyorsa, ikisinin de bulunduğu bir ortamda buluşabilir ya da programa biraz erken çağırıp yine ikisinin olduğu bir ortamda konuşabilirdi.

Bu yanlışına rağmen Küçükkaya’nın İmamoğlu’na soruları verdiği suçlamasını da haksız bulduğumu belirtmeliyim. Soruları vermek istese görüşmekten daha pratik bin bir yol bulabilirdi.

Daha da önemlisi, programı milyonlarca insan izledi. Orada beklenmeyen, önceden tahmin edilemeyecek tek bir soru bile yoktu ki…

Faruk Bildirici / 20 Haziran 2019