Medya Diyarbakırlı çocukların ticari amaçla kullanılmasına ortak oldu

...

İyi giyimli bir İstanbullunun beş parasız olamayacağını düşünüp yardım isteğini reddeden Diyarbakırlı çocuk görüntüleri sosyal medyada iş yapmazdı. Sosyal medyada pazarlamak için hemen kebap ısmarlayacak çocuk görüntüleri gerekliydi.

Mert Karakaş ve Burak Tutal adlı iki YouTuber, bunun için yola çıktı. Diyarbakır’da arayıp tarayıp, “Param yok, açım. Bana yemek alabilir misin?” diye sorduklarında hemen yardımı kabul edip kebap ısmarlayacak çocuklar buldular. Tablet bilgisayar hediye ederek de önceden kurguladıkları oyunu sergilediler. Sonra da bu görüntüleri o çocukların yüzlerini gizlemeye de gerek görmeden, ailelerinden onay almadan Youtube’a koydular.

Aslında bu iki YouTuber, önceden senaryosunu yazdıkları bir oyunu gerçekleştirmekle kalmayıp, aynı zamanda bir ticari faaliyette bulunmuş oldular. “Diyarbakır’da iyilik yapan çocuklara tablet vermek” adını verdikleri videoyu 1 milyondan fazla insan izledi. Onlar da bu çocukları kullanarak para kazandılar. Dağıtılan tabletler için sponsor olan kebapçı da görüntünün sonundaki duyuru sayesinde epey bir reklam yaptı.

Amaçlarının Diyarbakırlı çocukların ne kadar yardımsever olduğunu göstermek olmadığı, sosyal medyada pazarlanacak görüntü aradıkları en baştan belli. “Sosyal deney” adı verilmesi de işin ambalajı.

Sosyal medya “dâhisi” bu iki gencin İstanbul ya da sponsor kebapçının kenti olan Adana dururken örneğin Yozgat, Trabzon ya da başka bir kente değil de Diyarbakır’a gitmelerinin nedeni de orayı amaçlarına daha uygun bulmaları.

Aileden izin almaya gerek görmemişler

Ancak Diyarbakır’da sahnelenen bu oyun, YouTube’da kalmadı; internet siteleri, televizyonlar ve gazeteler, sosyal medyada ilgi çeken bu görüntüyü alıp 16 ve 17 Ağustos’ta “Güzel çocuklar”, “Yardımsever çocuklar” diye haber yaptılar.

Hem de asıl özne çocuklar olmasına rağmen görüntünün üzerine iki YouTuber ile konuşularak masabaşı haberler yazıldı. Çocukların kullanılması ve teşhirine dair sorular sorulmadı, yanıtı aranmadı. Çocukların görüntüleri alınırken ailelerinden onay alınıp alınmadığı da merak edilmedi.

Oysa Diyarbakır’daki bir gazetecinin küçük bir araştırmayla o çocukları bulması, görüntülerin kurgu olup olmadığını, görüntülerin yayımlanacağından bilgileri olup olmadığını, ailelerinden onayları alınıp alınmadığı gayet rahat öğrenmesi mümkündü. Sadece merak etmeleri yeterliydi.

Ancak bu haberlerin yayımlanmasının ardından arandı o çocuklar. DHA’dan Deniz Gök bir günlük gecikmeyle çocuklardan birini bulup konuştu. M.E. adlı 13 yaşındaki simitçi çocuğun anlatımı, ilk günkü haberlerde eksik kalan bilgileri içeriyordu:

“Aç olduğunu söyledi. Simit ve su istedi. Ben de verdim. Yedi içti. Bana 'Siz kaç kardeşsiniz?' dedi. Evimi sordu. Daha sonra ben de ona ‘Senin boyun uzun, bu simitle doymazsın’ dedim. Ona döner ve ayran aldım. Onu da yerken bana bir tablet uzattı. ‘Al, bu senin olsun’ dedi. Bunun bir kamera şakası olduğunu söyledi. 'Sosyal medyaya atacağız. Herkesle yaptık. Bir tane de senin nasibin' dedi. Ben ‘İnsanlık vazifem’ dedim.”

Görüldüğü gibi iki YouTuber, çocukların ailelerinden onay alma ihtiyacı duymadığı gibi, görüntüsünü aldıkları çocuğa “Kamera şakası” deyip geçmişler. Tablet hediye edince o çocukların görüntülerini yayımlama hakkını kendilerinde görmüşler.

Medyanın dört yanlışı

Peki, iki YouTuber’ın kurguladığı bu oyunun medyada haber yapılmasında gazetecilik ilkelerine uyuldu mu? Bu soruyu yanıtlamak için Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’ne bakalım. Bildirgede “çocuk” başlıklı maddede önce “suça itilmiş çocuklar” ve “cinsel saldırılar” ile ilgili ilkeye yer veriliyor; ardından da şu uyarıda bulunuluyor:

“Çocuğun kişiliğini ve davranışlarını etkileyebilecek durumlarda, gazeteci, bir aile büyüğünün veya çocuktan sorumlu bir başkasının izni olmaksızın çocukla röportaj yapmamalı veya görüntüsünü almaya çalışmamalıdır.

Çocuklarla ilgili haberlerde soruna dikkat çekmek, kamuoyunda yaratacağı etki ve yarar dikkate alınmalıdır.”

Diyarbakır’da çekilen görüntünün, “çocuğun kişiliğini ve davranışlarını etkileyebilecek bir durum” olduğunu söyleyebiliriz. Bu görüntülerin yayımlanmasının bu ülkedeki başka çocukların davranışları üzerinde olumlu ya da olumsuz başka etkisi de olabilir. Bunu da uzmanlar söyleyebilir.

Gazeteciler röportaj yapmamış olsa da “aile büyüğü” ya da “çocuktan sorumlu bir kişinin” izni olmadan, uzman görüşü alınmadan çekilen bu görüntüleri olduğu gibi yayımlayan medya kuruluşları, bildirgedeki çocuklarla ilgili bu ilkelere aykırı davranmış oldular.

Çocukların kullanıldığı bir sosyal medya ürününü tanıtarak çocukların kullanılmasına ve teşhirine aracı olmak yanlıştı. Çocukların mahremiyeti ihlal edildiği gibi yüzleri de kapatılmayarak ikinci yanlış yapıldı. Üçüncü yanlış da çocuklar ve ailelerinin aranıp bulunmaması, görüntülerin hiçbir araştırma ve sorgulamaya tabi tutulmadan yayımlanmasıydı. Dördüncü yanlış da çocuk işçiliğin normalmiş gibi sunularak meşrulaştırılması. Haberlerde çocuk işçiliğe yönelik bir uyarıda bulunulmadı.

Tepkiler görmezden gelindi

Ayrıca medyadaki haberlerin çoğunda çocukların -izinsiz ve onaysız şekilde- kullanılması ve teşhirine yönelik tepkilere de yer verilmedi. Diyarbakır Barosu’nun açıklamasındaki eleştiriler görüntüyü çeken iki YouTuber ile ilgili olduğu kadar üzerine o görüntüyü bilgi eklemeden yayımlayan medya kuruluşları için de geçerli:

“Kendilerini medeni, kendilerinden olmayanı ise temel insani özelliklerinden dahi mahrum gören üsttenci bir zihniyetin ürünü olan sosyal deney adlı video çocukların haklarına yönelik ihlal oluşturmaktadır.

Görünür olma arzusuyla paylaşılan video çocukların mahremiyetini ve unutulma hakkını ihlal etmektedir. Görüntüler paylaşılırken çocukların tanınmalarını ve herhangi bir tehlikeye maruz bırakılmalarını önleyecek şekilde paylaşım yapılması ve yine çocuklar ile velilerinin rızasının alınması gerekmektedir.

Bu önemli noktalara riayet edilmeden yapılan paylaşımlar çocuklar bakımından hayatlarının ileriki aşamalarında sorun teşkil edecektir. Bugün sessiz kaldığımız takdirde böylesi olayların daha çok yaşanacağını bildiğimizden tepkimizi dile getiriyor ve ilgili videonun daha fazla paylaşılmamasını temenni ediyoruz.”

Görüldüğü gibi, Diyarbakır Barosu’nun eleştirisi de Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’ndeki ilkelerle örtüşüyor. Baro da çocuk haklarına ve rıza alınmadan tanınır şekilde görüntülerinin yayımlanmasının yanlışlığına dikkat çekiyor.

Unutulma hakkı ileride doğacak

Ancak Diyarbakır Barosu’nun açıklamasında “unutulma hakkını ihlal etmektedir” ifadesinin kullanılmasının bir yanlış anlamadan doğduğunu düşünüyorum. Çocukların mahremiyetinin ihlal edildiği bu görüntülerin yayımlanmasından olumsuz etkilenecekleri değerlendirmesini şimdiden yapmak mümkün.

Unutulma hakkı ise kişisel verilerin korunması kavramı ile iç içe geçmiş bir kavram olsa da çocuklar açısından ileride doğacak bir kavram. Çünkü “unutulma hakkı” bir kişinin kendisiyle ilgili kişisel verileri ortadan kaldırma, sildirme ve düzeltme hakkını içeriyor.

Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın 95/46/Ec sayılı Direktifinde tanımlanan ve sınırları çizilen “unutulma hakkı”, daha sonra Avrupa Parlamentosu’nun 2016 yılında kabul ettiği Genel Veri Koruma Tüzüğü’nde ayrıntılı olarak düzenlendi. Tüzüğün “unutulma hakkı” ile ilgili 17. Maddesine göre, “kişisel verinin işlenmesinde ilgili kişinin rızasının bulunmaması veya itiraz etmesi” ve “kişisel verilerin hukuka aykırı şekilde işlenmiş olması” temel koşullar.

Diyarbakırlı çocukların söz konusu görüntüsü de rızaya dayalı olmadığı ve hukuka aykırı şekilde alındığı, yayına devam etmesi için başkaca meşru bir gerekçe de olmadığı için ileride “unutulma hakkı” kapsamına girecektir. Çocuklar, isterlerse “unutulma hakkı” gerekçesiyle başvurarak bu görüntüyü ve görüntüye dayanan haberleri sildirebilir, ortadan kaldırabilir.

Umarım medya yöneticileri bu eleştiriler ışığında çocuklarla ilgili yayınları yeniden değerlendirir, bu haberleri silmek için “unutulma hakkı”nın kullanılmasına kadar beklemez.

Faruk BİLDİRİCİ / 19 Ağustos 2020