MUSTAFA İSEN

...

Bakmayın Prof. Dr. Mustafa İsen’in Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri olduğuna. O bürokrasinin değil edebiyat dünyasının insanı. Daha doğru bir tanımla “kültür araştırmacısı” bir akademisyen. Hayatının rotası 2002’de Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı olmasıyla birlikte üniversiteden bürokrasiye yöneldi. O tarihten itibaren dört bakan değişti, o müsteşarlıkta kaldı. Taa ki Abdullah Gül, cumhurbaşkanı olana değin. Gül, İsen’i yanına aldı. İsen de farklı işlere imza attı, “Çankaya sofraları” gibi…

O ÖĞRETMEN OLMASAYDI: HEP YENİ UFUKLARI ARARIM

Köyümüze öğretmen okulunu yeni bitirmiş genç bir adam geldi. Farklı olduğumu görmüş olacak ki, beni okutması için babamın çok üzerine gitti. Beni bir sürü yatılı okul imtihanına soktu. Çorum imam hatip lisesini kazandım. Sakarya’nın Ferizli ilçesine bağlı Nalköyünden çıkıp Çorum’a gittim. Başka türlü okuma şansım yoktu. Oradan Erzurum Üniversitesi Edebiyat Fakültesine gittim. Yetiştiğim o küçük ortamda ben ancak öğretmen olmayı hayal edebilirdim. Ufkum orasıydı. Fakat her ufuk çizgisine vardığımda ötesinde ne olduğunu merak ettim. Bir işi başardığım andan itibaren yeni bir şeye odaklanırım. Bir şeye kilitlenince de sağımda solumda ne oluyor beni ilgilendirmez.

ÇOCUKLUK ANIM: PERDENİN ALTINDAN AYAKLARI GÖRDÜM

Üç dört yaşındayken bir gün perdenin altından çok sayıda yürüyen ayak gördüm. Merakla perdeyi araladım ve insanların bir tabut taşıdıklarına şahit oldum. Komşularımızdan birinin oğlunun cenazesiydi. O ölüm hadisesi hayatımda öylesine ciddi izler bırakmış olmalı ki, beni ölümle sanat ilişkisi konusunda bir doçentlik tezine götürdü. “Acıyı Bal Eylemek” kitabım, klasik kültürdeki ölüm anlayışı ve ölüm-sanat ilişkisini anlatan bir çalışmadır. Hâlâ çok mecbur kalmadıkça cenazelere gitmekten kaçınırım. Kendi ölümüme ise artık çok hazırım. Gelecekten tek korkum Alzheimer’a yakalanmak.

ANNEM ÇOK ETKİLİYDİ: BABAMDAN DOĞAYI ÖĞRENDİM

Biz yedi kardeşiz, ben ailenin en büyüğüyüm. Annemin hayatımız üzerinde tartışmasız etkisi vardır. Annem bizi Prusya disiplini içinde yetiştirmiştir. Babam çiftçilikle uğraşır, meyve aşılama konusunda ileri düzeyde bilgi birikimine sahiptir. Bitkilere karşı alakayı ondan öğrendim. Köşk, orta Anadolu bozkırı içinde bir vaha gibi 450 dönümlük güzel bir alan. Bu bahçeyi sil baştan ele aldık, bu büyük ölçüde babamdan gelen bir bakış açısıdır.

HAYATIMIN YOL AYRIMI: BALKANLAR BENİ HİÇ BIRAKMADI

Belgrad Üniversitesi’ndeki öğretim üyeliği hayatımda çok ufuk açmıştır. Belgrad, bana yeni fırsatlar sundu. Zaten Balkan kökenli bir ailenin çocuğuyum. Ailem 1882’de göç etmiş. Orada geçen 2.5 yıl içinde Belgrad’la yetinmedim, eski Yugoslavya’yı adım adım gezdim. Balkanlardaki kültürel birikimimiz, bıraktıklarımız, etkilerimiz bildiğimin fersah fersah ötesinde bir tabloydu. O tarihten itibaren de Balkanlar bir daha beni bırakmadı. TRT’de “Dünden bugüne Balkanlar” adlı 14 bölümlük bir dizinin metin yazarlığını ve danışmanlığını yaptım. Balkanlara yönelik bir gezi rehberi hazırladım.

EŞİM MACERACI RUHUMA DESTEK OLDU

Maceracı ruhumu eşim (Reyhan) frenleyebilirdi; tersine hep destek oldu. Asistanlık sınavını kazandığımda İstanbul’da öğretmendim. Henüz 1.5 yıllık evliydik. Edirne’de doğmuş büyümüş bir öğretmen hanım, Erzurum’a gelmeyi kabullenir mi diye endişeliydim. O tereddütsüz kabul etti. Belgrad’a giderken de yine tereddüt etmeden istifa etti, benimle geldi. Müsteşarlığım sırasında Edirne’de bir turizm destinasyonu etkinliği yaptık. Oradaki konuşmamda Edirne’yi anlattıktan sonra “Şimdi size Edirne’yle ilgili kişisel görüşümü anlatacağım” dedim. “Ben yıllar önce bu şehirden yürüyüşünü Tunca nehrinin akışından, gözlerinin rengini Meriç’in sularından almış bir kıza aşık oldum” diye başlayan duygusal bir konuşma yaptım. Salondakilerin çoğu bayandı, müthiş bir şaşkınlıkla dinlediler.

HOBİM MESLEĞİM OLDU: KİTAP OKUMAK HAYATIMIN PARÇASI

Çorum imam hatip lisesinde altı yıl kaldım. Üçüncü sınıftayken bir etüd ağabeyi kolumdan tuttu okulun kütüphanesine götürdü. Ondan sonra kitap okumak hayatımın bir parçası oldu. Yazarları hep külliyat olarak okudum. O yıllarda imam hatip mezunlarını bir tek Erzurum Üniversitesi alıyordu. Orada tercihimi Türkoloji bölümünden yana yaparak kitap okumayı meslek haline getirmek istedim. Birinci sınıfta, Prof. Dr. Haluk İpekten’in şairlerin biyografi kitapları olan “Şuara tezkereleri” dersi ilgimi çekti. Akademisyen olmaya o zaman karar verdim. Eski Türk edebiyatı ve biyografi geleneği üzerine çalışacağım diye düşündüm. Fakülteyi bitir bitirmez hemen “Türk biyografisi” üzerine doktora çalışmasına başladım.

ERZURUM’DA OLAY YOKTU: HAREKET VE HİSAR DERGİLERİNİ OKURDUM

1971-75 yıllarında Erzurum Üniversitesi’nde İstanbul, Ankara’daki gibi olaylar yoktu. Sağ ağırlıktaydı. Ben de muhafazakar eğilimdeydim. Doğal olarak imam hatipli arkadaşlarım vardı. Birbirimize kitaplar tavsiye ederdik. “Büyük Doğu” büyük ölçüde etkisini kaybetmişti. İstanbul’da Nurettin Topçu grubunun çıkardığı “Hareket” dergisi daha gündemdeydi. Bir de “Hisar” dergisini okurdum. Milli Türk Talebe Birliği’nde de birtakım görevlerim oldu.

ÖĞRETMENLİK GÜNLERİM: NİHAT ERİM’İN KATİLLERİ ÖĞRENCİMDİ

Öğretmenlik hatıralarım maalesef çok olumlu değil. İstanbul’da Çatalca Lisesi’nde üç ay öğretmenlik yaptım. 75 mezunuyum, bizi hemen askere aldılar. Askerliğimi bitirince Bakırköy’de bir liseye edebiyat öğretmeni oldum. İstanbul’un en sorunlu liselerinden birisiydi. Üzülerek belirteyim ki, oradaki öğrencilerimin bir kısmı daha sonra Nihat Erim’in katili oldular. Hayatımda ilk defa bir işe giderken ayaklarım geri geri gidiyordu. Her gün olay oluyordu. Erzurum Üniversitesi’ne asistan olarak o ortamdan da kurtulmuş oldum.

MÜSTEŞAR OLMAM: HÜSEYİN ÇELİK ÖNERDİ

Erzurum’da doçentken Van’a üniversite yeni kuruluyordu, iki yıl oraya derse gittim. Hüseyin Çelik’le orada tanıştık. O zaman genç bir okutmandı. Sonra alakamız hep devam etti. 2002’de bakan olduğunda tebrik için telefon ettim. Beni görüşmeye çağırdı. “Kültür Bakanlığını aldık üstümüze, herhalde bize yardım edeceksin” dedi. “Elbette, müsteşar önemli. Kafanda bir isim var mı?” dedim. “Evet” dedi. “Mahsuru yoksa öğrenebilir miyim?” deyince “Yok mahsuru Mustafa İsen’i düşünüyoruz” cevabını verdi. Ben asla beklenti içinde değildim.

A, B VE C PLANLARIM OLUR: ERKAN MUMCU GÖNDERMEDİ

Hüseyin Bey bakan olunca muhakkak Milli Eğitim Bakanlığına beraber gitmemiz gerektiğini söyledi. Yazışmalar yapıldı, fakat Allah biliyor, Milli Eğitim Bakanlığı beni ürkütüyordu. Erkan bey (Mumcu) bakan oldu geldi, gitmek istemediğimi anlayınca bırakmadı. Sonra Atilla (Koç) Bey geldi, Ertuğrul (Günay) Bey geldi, her ikisine brifinglerimi verdikte sonra “Efendim, hayırlı olsun Bakanlığınız, görevim burada sona eriyor, benim A planım, B planım, C planım vardır” dedim. Fakat her iki bakan da birlikte çalışmak istedi. Özellikle Atilla Beyle birlikte iyi şeyler de yaptığım kanaatindeyim ve çok inisiyatif kullanarak hareket ettim.

TARİKATLARLA İLİŞKİM OLMAZ: MİT RAPORUNU ÖĞRENEBİLİRDİM

Müsteşarlığa atanırken MİT’in hakkımda olumsuz yazılar yazdığını sonradan duydum. Neden öyle yazdıklarını öğrenebilecek konumdayım. Merak etmedim. Kim bilir nasıl garip bir gerekçedir, o hiç umurumda değil. Şimdi YÖK üyeliğine atandıktan sonra tarikat bağlantılarımdan bahseden bir yazı çıktı yine bir yerde. Eşim şunu söyledi: Aşk olsun dedi, benden bile 35 yıldır sakladın, hangi tarikat olduğunu bilsek! Ben dini değerlere önem veren birisiyim, ama kişisel özgürlüğümü her şeyin önünde tutarım. Ne bir tarikatla, ne bir cemaatle o manada hayatımın hiçbir aşamasında bağlantım olmuştur.

ANKARA’YA GELİŞİM: MİLLİ EĞİTİMDE MÜŞAVİRLİK YAPTIM

Belgrad’tan sonra yeniden Erzurum’a döndüm. 1988’de Hasan Celal Güzel bey döneminde Milli Eğitim Bakanlığı Müşaviri olunca Ankara’ya geldim. Cemil Çiçek döneminde Başbakanlık Aile Araştırma Kurumunda da bir süre müşavirliğim var. Ankara’yı sevdim, kadromu Gazi Üniversitesine getirdim. 2000 yılına kadar orada çalıştım. Sonra Başkent Üniversitesi’nde Türkoloji Bölümünü kurduk. Üniversitelerde rektörlük dışında bütün idari görevleri yaptım. Hepsi benim tercihlerimle oldu. Hayatta hep sevdiğim işleri yaptım. Her girdiğim işe derhal adapte oldum.

MÜSTEŞARLIK MİSYONUM: GRİ DE GÜZEL RENKTİR

Gri de güzel bir renktir. Hayatın siyah-beyaz olmadığı kanaatindeyim. Kültür Bakanlığında müsteşarlık yapan birisinin Türkiye gerçeğini iyi fark etmek için Doğan Hızlan’la da iyi ilişkileri olmalıdır, Mehmet Şevket Eygi ile de. İlla birinden yana, birine karşı olmak gibi bir durum söz konusu değil. Bu bugün de önüme koyduğum misyonlardan birisidir.

MİLLETVEKİLİ ADAYLIĞIM: BÖYLESİ HAYIRLI OLDU

2007 seçimlerinden önce Atilla bey (Koç) geldi, “Sayın Başbakanın talimatı var istifa edip başvurmanızı söylüyor” dedi. Ben de başvurdum. Listeler açıklandığında ismim yoktu. Şaşırdım. Sonradan bana burada bir dosya karışıklığı olduğu söylendi. Bu işlerde nasibe inanırım.

CUMHURBAŞKANLIĞI’NA GEÇİŞİM: BAŞIM GÖĞE ERDİ

Abdullah Gül Bey, Refah-Yol hükümetinde Türk Dünyasından sorumlu Devlet Bakanıydı. O zaman zaman kısa süreli bir tanışıklığımız oldu. Ondan sonra bazen bir yerlerde karşılaştık, bir iş ilişkimiz olmadı. Cumhurbaşkanı seçildiğinin ertesi günü veya üç gün sonraydı. Beni köşke çağırdı, gittim. Hal hatır sorduktan sonra dedi ki, “Genel Sekreterlik için sizin üzerinizde karar kıldık, birlikte çalışacağız.” Ben de kendisine şunu söyledim; “Sayın Cumhurbaşkanım, bana öyle bir görev teklif ettiniz ki, başım göğe erdi. Türkiye’de bu işi en iyi yapacak kişi kimse o gelmeli. ” Bana “Biz pek çok bakımdan değerlendirme yaptık, siz kendinizi hazırlayın” dedi. İki gün sonra da kararname çıktı, işte böyle başladık.

YÖK ÜYELİĞİM: CUMHURBAŞKANI TEKLİF ETTİ

Genel Sekreter Yardımcım Emin Kuz, YÖK üyesiydi. O temdit etmek istemedi. Sayın cumhurbaşkanı bu görevi benim üstlenmemi istedi. Benim açımdan da uygun oldu. Biliyorsunuz, Cumhurbaşkanı YÖK açısından önemli sorumluluk üstleniyor. Bu manada içerden bir temsilcinin buradaki birinci elden kendisine bilgi sunmasını uygun gördü herhalde.

YAŞAM ÖYKÜMÜ YAZSAM: ORTAÇAĞIN UCUNDAN AZICIK

Yaşam öyküsü tasarım var. Hani çocukların sünnet arabalarının önünde “Ucundan azıcık” yazar ya, kitabımın adı da “Ortaçağın ucundan azıcık” olacak. 53 doğumluyum, toplum 70’lerden itibaren müthiş bir değişime uğradı. Bacalı ocakta pişmiş yemek yedim. Sonra sırasıyla kuzinede, ispirtolu ocakta, Aygaz’da pişen yedim. Şimdi mikrodalgadayız. Bu çok az nesle nasip olabilecek bir değişim öyküsü. Bu bakımdan Ortaçağı çok ucundan gördüm.

ÇOCUKLUK HAYALİMDİ: ATMACAM OLSUN İSTERDİM

Çocukluğumda hep bir atmacayı yuvasından alıp ehlileştirmeyi hayal ettim. Bu çocukluk hatıramı Çevre Bakanlığı’ndan bir uzmana anlattım. “Çankaya’da atmaca yaşar mı?” dedim. Bunu duyup, durumdan vazife çıkaran bir Köşk görevlisi Artvin’den atmaca getirmiş. Bir hafta baktık hayvana. Sonra doğaya bırakılmak kaydıyla Artvin’e geri gönderdim. Çünkü atmaca bu iklimde kalamaz.

BİRİNCİ SINIF GURMEYİM: OHRİ’NİN KEÇİ PEYNİRİ TERCİHİM

Kendimi birinci sınıf bir gurme olarak tanımlarım. En sevdiğim yemek, kuru fasulyedir. Ama farklı yemekler denemek nerdeyse hayatımın amaçlarından birisidir. Peynirde Türkiye’nin sayılı uzmanlarından birisiyim. Keçi peyniri birinci tercihim. Hayatımın en güzel keçi peynirini Ohri’de yedim. Türkiye’de 20 şehirden keçi peyniri getirttim, hiçbiri oranın peynirine benzemiyor.

ÇOK ŞÜKÜR OKUYORUM: YAZACAK ZAMAN BULAMIYORUM

Okuma düzenini hiç kesmedim, çok şükür akşamları okuyorum. Hatırat olarak ne çıkarsa okuyorum. Maalesef ben yazmıyorum. Hayatımın erken döneminde günlük tutmuştum. Yeni bir şey yazmıyorum, ama eski başladıklarım var. Bir hafta vakit ayırsam bitirebileceğim “Şiirlerin sultanları, Sultanların Şiirleri” adını vereceğim bir kitabım var. Biyografiyle ilgili makalelerimi toplayacağım, adı da “Türk biyografi geleneği üzerine notlar” olacak.

SAHNEYE TAŞINMALI: TOMRİS GİRİTLİOĞLU İLE ÇALIŞIYORUZ

Klasik birikimimizin sahne sanatlarına taşınması gerektiğini düşünüyorum. Nitekim Şeyh Galip’in Hüsnü Aşk’ını Beyhan Murphy operaya taşıdı. Batı kültürü kendi edebiyat eserlerini sahneye taşıdı. Anna Karenina’ın 20 ayrı versiyonunu izledik. Önümüzdeki günlerde benim önerimle ortaya çıkacak çalışmalar var. Hadi birini vereyim; Tomris Giritlioğlu, benim de katkıda bulunduğum ciddi bir Balkan dizisi üzerinde çalışıyor, ben de katkı sağlıyorum.

HAYALİM: HAFTADA BİR GÜN YAZMAK

Bundan sonrası için birkaç hayalim var. Bir özel üniversitede yöneticilik yapmak, haftada bir gün olmak kaydıyla bir gazetede köşe yazarı olmak ve Sapanca’da yaşamak.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 8 KASIM 2009