MUHARREM İNCE

...

BİZDE HERKES GENERAL

Muharrem İnce, gençliğinde sol siyasi örgütlenmelerin içinde olmuş, sonra Atatürkçü Düşünce Derneği ve CHP Yalova il yönetimlerinde yer almış bir politikacı. Üç dönemdir de Meclis’te. CHP Grup Başkanvekili olarak Meclis kürsüsüne her çıktığında yıldızlaşıyor; kürsüyü özel bir şov alanı haline getirerek dikkatleri üzerine çekiyor.

NEDEN YENEMİYORUZ: CHP KENDİNİ SORGULAMALI

"Dokuz yıldır AKP’yi yenemediğimiz için özür dilerim bu partinin ve cumhuriyetin kurucularından" dedim. Atatürk ve İnönü’den özür dilememin, Dersim ile alakası yok. CHP’nin bunu sorgulaması lazım. Neden yenemiyoruz? Nedenlerin birincisi elitist yaklaşımlar. İkincisi herkesin general olması. Üçüncüsü yeterince çalışkan olmamak. Dördüncüsü halkın dilini konuşmamak. Beşincisi zaman zaman halkın değerleriyle çatışmak. Çok, bunlar sayılabilir. Karşımızda yüzde 50 oy alan bir parti var. Bu kadar yoksulluk olacak, bu kadar çatışma, terör olacak, 300 bin atanamamış öğretmen olacak, köylünün ürünü para etmeyecek, emekliler geçinemeyecek ve bir sosyal demokrat parti iktidara gelemeyecek! Buradan bir suçlama çıkartmıyorum, özeleştiri yapıyorum. Bunda benim de payım var, üç dönemdir milletvekiliyim. Ben de Yalova’dan birinci parti çıkamadım. Bize kızan Kürt vatandaşından da, başını kapayan genç kızlarımızdan da oy alınır, Rize’den de milletvekili çıkarılır. CHP’nin potansiyeli bu değildir, 50’nin üstüdür. Bu alınabilir yapılabilir. "İçimizdeki İrlandalılar" sözünü, 2011 seçimlerinde Yalova’da seçim çalışmalarına katılmayan 10-12 kişiyi kastederek söyledim. Çok yerel bir şeydi o.

CUMALARI KILARIM: MUHAFAZAKÂR YÖNÜM DE VAR

Ben kendimi solcu ve sosyal demokrat olarak tanımlıyorum. Atatürkçüyüm ama kendimi o keskin, katı çizgideki bir Kemalist olarak görmüyorum. Atatürk’ü, Cumhuriyet’i çok seviyorum. Konumumu, Atatürk’e, İsmet İnönü’ye borçlu olduğumu düşünüyorum. 1973 yılının Haziran ayıydı. İsmet Paşa köyümüze gelmişti. Yanında güzel pabuçlu bir kız çocuğu vardı, Gülsüm Bilgehan. Ben çoban çocuğuydum. Aradan 30 yıl geçti ben de milletvekili oldum Cumhurbaşkanının torunu da. Hatta ben üç kere milletvekili oldum, o iki. Muhafazakâr bir yönüm de var. Muhafazakârlık yanımı siyasetin içinde bir parça haline getirmiyorum. Cuma namazlarına üniversite yıllarından beri giderim. Üniversitede arkadaşlarım bana "Hacı" derlerdi. Orucu arada fire veriyorum. Bakın geçen yıl Bekir Bozdağ ile birlikte umre yaptık. Ama bunları pek kimseyle paylaşmadım. Geçen gün Mecliste Cuma namazından çıkarken kameraları gördüm, arka taraftan kaçtım. Ama AKP Grup Başkanvekili kameraların karşısına geçti konuştu. Bu benim yaşantım. İnançlar üzerinden siyaset yapılmasını doğru bulmuyorum. Belki de AKP’ye yaptığımız en büyük haksızlık irtica meselesi. Şeriat gelse kol kalmaz bunlarda. Bu kadar parayı sevenler, bu kadar kıblelerini ballı ihalelere çevirenlerin şeriatla ne işi olabilir?

ŞİİR YAZDIM: ŞİİRSEL DİL KULLANMAYI SEVERİM

Annem doğum yaptığında amcamın kızı, bir avuç, turfan kirazı getirmiş anneme. Hatta bu konuda şiir de yazdım. "Kirazlar yeni kızarmış doğduğumda/ Bir avuç ilk turfan kirazı getirmiş amcam kızı Şerife abla/ Anam yatarken doğum yatağında" diye. Şiiri severim. Ben bir şair tanırım, Nâzım Hikmet. Ona gıpta ederim, hayranım. "Tatanka" adlı bir şiir kitabım da var. Yeni milletvekili olmuştum o zaman. O kitabın geliriyle kendi okuduğum ilkokula bir fen bilgisi laboratuarı yaptım. Yeni şiirler hazır ama şiirle gündeme gelmek istemiyorum. O kitabım çıktığında medyada yazılanlar hoşuma gitmedi. Konuşmalarımda şiirsel bir dil kullanmak isterim; mutlaka uyaklı bir söz dizisi yazarım. Derim ki, "Türkiye’nin özeti, başbakana yağcılık, tarikata bağlılık, sünnete uygun bıyık." Sözlerim akıllarda kalsın isterim. Bir konuşmamı rap parçası yapmışlardı gençler. Konuşurken tarihten örnekler vermeyi de severim. Bir örnek anlattım mecliste. Şu anda pek çok CHP’linin dilinde o var. Bir çınarın dibine su kabağı tohum düşmüş. Su kabağı bir ayda gelip yetişmiş ona. Başlamış çınarla dalga geçmeye. Bak sen yıllardır buradasın. Ben bir ayda yetiştim sana. Çınar da demiş ki, "Güz gelsin, kırağı düşmeye başlasın görürüz."

KÖYDE BÜYÜDÜM: ÇOCUKLUĞUM ÇOBANLIKLA GEÇTİ

Yalova’nın Elmalık köyünde çobanlık yaparak geçti hayatımız. Telefonu ilk kez bir PTT acentasında gösterdi öğretmen bize. Kolla çevrilen manyetolu bir telefondu. "Kim konuşmak ister" dedi. Ben o cesur çocuk olamadım. Bir başka arkadaşımız oldu, o şimdi köyümüzün kahvecisi. Telefonu eline aldı, karşıda kimse olmamasına rağmen, "Alo" dedi. Bir yıl falan bize hava attı. Teyzemlerin Eskişehir’deki evinde televizyon olduğunu duyuyordum. Oraya giderken arkadaşlarıma hava attım, "Ben televizyon göreceğim" diye. Fakat bir düğüne gitmiştik, başka bir evde konuk edildik, televizyonu göremedim. Dönünce çocuklara hayalimdeki televizyonu anlattım. İki yıl sonra köye televizyon gelince çocuklar beni suçladı, "Bize yalan söyledin" diye. Ben televizyondaki kişiyle konuşulabileceğini anlatmıştım. Vizontele filmini izlerken gülünecek sahnelere ben ağladım. Aynı şeyleri yaşadım ben.

KİTAPLAR: ÇINARLARIN ALTINDA KÜTÜPHANE YAPTIM

Hep, siyaset vardı aklımın bir kenarında. "Büyüyünce ne olacaksın" diye sorduklarında "Milletvekili olacağım" diyordum. Vatan, Politika ve Cumhuriyet gazetesi okurdu, köyden CHP’li bir amca. Akşamları onun Yalova’dan dönmesini beklerdim, gazeteleri bana getirirdi. Çocuklar top oynarken bir kenara çekilir, gazeteleri okurdum. 11-12 yaşındaydım. Köyde bir incir ağacı kümesi vardı. O incirlerin arasına eğrelti otlarından üstünü kapatarak bir kütüphane yapmıştım. Sabahattin Ali, Kemal Tahir, Nâzım Hikmet, Cengiz Aytmatov ve Jack London’ın kitaplarını koyardım oraya. Bazen o kitaplara dalar hayvanları unuturdum, inekler mısır tarlalarına girerdi. Beni kitaplara yönlendiren edebiyat öğretmeni olan teyzem ve Galatasaray Lisesi’nde okuyan, köyden bir abimizdi. Bir köy çocuğu olarak şanslıydım, erken yaşta okudum. Endüstri meslek lisesinde torna tesviye bölümünü bitirdim. Babam üniversiteye gitmemi istemiyordu. İstanbul’a giderken gemide benden on yaş kadar büyük bir hanımefendi, "Hayatın kökeni" diye bir kitap okuyordu. Bana hediye ettiği o kitabı çok beğendim. Aldım biyoloji kitaplarını, çalıştım. Üniversite sınavında epeyce biyoloji sorusu yaptım. Fen tercihim bir fizik öğretmenliği vardı arada. Orası tuttu. Babam, öğretmenliği beğenmedi, tornacı ya da muhasebeci olmamı istiyordu. Annemin de diş sorunu vardı, o da diş hekimi olmamı istiyordu.

DERSHANE: HÜSEYİN GÜLERCE’YE SAYGIDA KUSUR ETMEM

Balıkesir’de Necatibey Eğitim Fakültesi’ni bitirdikten sonra Artvin’de İmam Hatip Lisesinde 2.5 yıl öğretmenlik yaptım. İmam Hatip’teki yapıyı bilirim yani. Onlar da bu ülkenin evlatları. Bazıları onları Oxfordlu, bazıları vebalı gibi göstermek istiyor, ikisi de değil bence. Eşim Ülkü de coğrafya öğretmeni, onun tayini çıkmamıştı. Geçim sıkıntısı nedeniyle istifa edip, Yalova’ya gittim. Tarlada kıvırcık ekecektim, projem oydu. Hüseyin Gülerce lisede fizik hocamdı. Ortak tanıdığımız biri beni tavsiye etmiş, Hüseyin Beyin dershanesinde bir yıl çalıştım. Hüseyin Bey, tanıştığım yıllarca cemaat ile ilişkisi böyle öne çıkmamıştı. Yalova’da sevilip sayılan, itibar gören birisidir. Ben de saygıda kusur etmem. Ama dünya görüşüyle yakından uzaktan bir ilişkim yoktur. 1990’da ortaklarımla kendim bir dershane açtım. Dershanecilik okuldaki öğretmenliğe göre çok daha zor bir iş. Pazar kavramını unutmuştum ben. 2002’de milletvekili olduğumda dershanemi ortağıma devrettim, sonra o da tasfiye etti. Şimdi hiçbir ticari faaliyetim yok.

MÜBADELE: LİSEYE KADAR DEDEMLE AYNI ODADA YATTIM

Kalabalık bir aile olarak yaşıyorduk. Liseye kadar dedemle aynı odada, aynı yatakta yattım. Dedem beni çok etkileyen insanlardan birisidir. Hep mübadele öykülerini dinledim. 1925’te, Drama’nın Demirciören köyünden ailesiyle birlikte geldiğinde 13 yaşındaymış. Çağan Irmak’ın Dedemin İnsanları’nı mutlaka göreceğim. Yusuf Halaçoğlu bana geçen gün dedemin babasının tapusunun örneğini getirdi. İlerde yazacağım, mübadele öykülerini topluyorum. Dersim’de de acılar yaşanmış mı, yaşanmış. Orantısız güç kullanılmış, yanlış işler de yapılmıştır. Bu memlekette sadece Dersim’de yanlış işler yapılmadı. 12 Eylül’de neler oldu? 650 bin kişi gözaltına alındı, işkence gördü. Mübadelede de acılar yaşanmış. Binlerce insan yollarda ölmüş. Anne tarafım Karadenizli. Rize’den, Çayeli’nden göç etmişler. Onlar da yokluk çekmişler, acılar yaşamışlar. Ama mübadele ailesinin çocuğu olarak bunları kaşımak istemiyorum. Bunlardan mutluluk çıkmaz. Geçmişle yüzleşmeye itirazım yok. Yüzleşirken samimi olmak gerek. Başbakan, Alevilerin CHP’ye verdiği kitlesel desteği parçalamak istiyor. Bir yandan "Beni Alevi hâkimler mahkûm etti" diyeceksiniz; bir yandan da bu insanlardan özür dileyeceksiniz. Bu samimiyetsizlik. Bunlarla hesaplaşalım ama toplumu ayrıştırmayalım. Bakın Van’ı tartışıyorduk. Bizim arkadaşımız bu konuyu gündeme getirdi, malzeme verdi. O da "Oh ne güzel malzeme buldum" dedi.

DEVRİMCİYDİM: 12 EYLÜL’DE BAŞIMA ÇOK İŞ GELECEKTİ

Gençlik örgütlenmeleri içinde tabii ki vardım. O zaman CHP’yi çok beğenmez, düzen partisi olarak görürdük. Hangi grup olduğu bende kalsın. 1970’lerin sonları. Bursa eğitim enstitüsündeki ağabeylerimizin yanına gidip, bildiri alıp dağıttığımı hatırlıyorum. Bir gece yazı yazarken kaymakamın şoförü gördü bizi şikâyet etmiş, o gece dayak yemiştik. Babam bir kamyon almıştı 79 senesinde. Ben de muavinlik yaptım. Şoför Salih abinin maaşının çok düşük olduğunu düşündüm. "Babam seni sömürüyor" dedim. O da babamdan zam istemiş, "Muharrem bile söyledi, beni sömürüyormuşsun" demiş. Geldi tokat attı bana. "Ben seni nasıl okutacağım? Sen benim başıma iş açıyorsun" diye. 12 Eylül’de çok arkadaşımız işini, sağlığını kaybetti. 12 Eylül, 1980’de değil de iki üç sene sonra olsaydı, başıma çok büyük şeyler gelecekti herhalde. Çünkü yaşım gereği yeni girmeye başlamıştım. 12 Eylül günü annem, "İnkilap olmuş" deyince pek çok insanın yaşadığını ben de yaşadım. Yani devrim olmuş, nasıl olur da bizim haberimiz olmaz? Demek biz iyi devrimci değiliz gibi. 13 ya da 14 Eylül günü Rahmetli Türkeş’in bizim köyde arandığı günü çok iyi hatırlıyorum. MHP milletvekili Turan Koçal, bizim köydendi. Bir arkadaşın evinde kâğıt oynadık, gece yarısı çıktık. Köy meydanından geçerken asker polis arabaları dolmuştu. Bendeki kâğıt destesine bir şey derler diye korktum, bir at arabasına attım. Bir gün tarlada elmaları sularken, yaşlı amca yanıma geldi. "Biliyorsun karakol komutanı benim evimde kiracı. Seni ve iki arkadaşını alacaklar" dedi. Gittik evdeki kitapları yaktık fırında. Bizi almadılar ama midem ağrıdı günlerce.

GENEL BAŞKANLIK: GEL OL DERLERSE NEDEN OLMASIN?

83’te üniversitede öğrenciyken Balıkesir’de SODEP’in kurulma çalışmalarına girmeye çalışmıştım. 91’de Yalova’da ilk kez CHP yönetimine girdim. 95’te bir ara ayrıldım, Atatürkçü Düşünce Derneği Yalova İl Başkanlığı yaptım. Düzenlediğimiz panelleri sayayım size. A.Taner Kışlalı, Emre Kongar, Mustafa Balbay. Başarılı bir başkanlık dönemim oldu. 96’da tekrar CHP il yönetimine girdim 3.5 yıl il başkanlığı yaptım. Ben milletvekili değil, belediye başkanı olmak istiyordum. Önder Sav, genel sekreterimizdi. Onun önerisiyle aday olmaya mecbur kaldım. Ama 2007 ve 2011’de ben istedim adaylığı. Sayın Baykal da, Kılıçdaroğlu, ikisi de beni listeye koydu. Her ikisine de teşekkür ederim tabii. Kılıçdaroğlu, Grup Başkanvekili iken odalarımız yan yanaydı. Hafta sonları gelir, saatlerce dosyalara kapanırdı. Ben onun kadar çalışkan olduğumu sanmıyorum. Genel Başkanımızla ortak yönümüz şu. İkimizin de karşısına kimse çıkmıyor. Sayın genel başkan bir numarayı televizyonda tartışmaya çağırıyor gelmiyor. Ben de iki ve üç numaraları çağırıyorum onlar da gelmiyor. Ben siyaseti bir saflık içinde yaparım. Yani o köylü delikanlılığından bir türlü kurtulamadım. Kimsenin altını oymadım. Sayın genel başkanımızın vekiliyim. Bu vekilliğim sürdüğü sürece aklımın kenarından bile geçmez böyle bir şey. Ama bu hiçbir zaman burayı düşünmüyorum anlamına gelmez. Gün ola harman ola. Bu partide yıllarca mücadele etmişim. Gün gelir bu parti beni üst noktalarda görmek isterse gel ol derlerse neden olmasın? Yapamam mı diyeceğim? Böyle demem, kimse kusura bakmasın. Ben o yetenekte değilim demem. O yetenekte olup olmadığıma zamanı geldiğinde örgüt karar verir.

FACEBOOK: SON KONUŞMAMI ONBİNLER TIKLADI

Teknolojiyi iyi kullanıyoruz herhalde. İletişim kanallarımız açık. Maillerim sürekli kontrol edilir. Facebook ve Twitter kullanılır. Kendi medyam oldu artık. Bakın Cuma gününe koydular gensoruyu. Neden? Televizyon yayınından kaçırmak için. Konuşmam bitince Meclis tv’den CD’sini aldım. Televizyonlara ben dağıttım. Artı, Facebook’ta on binler izledi o konuşmayı. Twitter’da 41-42 bin takipçim var. Facebook’ta, "Türk milleti olarak arkandayız" sayfasında 183 bin civarında var. Son dönemde ilginç bir şeyler olmaya başladı. Vatandaş Ordu’dan geldi, bana fındık getirdi. Senin sağlıklı beslenmen lazım dedi. Aydın’dan birisi incir getirdi. Senin sesine kuvvet, seni takdir ediyorum diye buraya gelen insanlar var. Çok mutlu oluyorum. Avukatım, Kayseri’den geliyor, yolda bir şeyler satan bir köylü kadın görüyor. Kadın, benim avukatım olduğunu öğrenince "O zaman sana bedava. Ben Yalovalıyı beğeniyorum" diyor. Onlarca davam var, benim açtığım, bana açılan. Başbakana karşı henüz kaybetmedik. Geçen bir dava kaybettik Melih Gökçek’e karşı. Bazı iftiralar vardı, iki gazeteden yeni kazandık daha. Haluk Özdalga’dan kazandık yeni. Geçenlerde Pamukova Savcılığı’ndan bir konuşmam nedeniyle fezleke gelmişti. Mecliste yırtıp attım, hükümeti eleştirmeyip de ne yapacağım?

SPOR: SABAHLARI MAKAM ARABAMA YÜRÜRÜM

Futbol ile ilgim yok ama bir zamanlar Yalovaspor’un yönetiminde bulundum. Lise ve üniversite yıllarımda voleybol oynadım. Artık oynayamıyorum. Sabahları makam arabası 2.5 kilometre kadar ilerde bekliyor beni. Hemen her gün yürüyorum oraya kadar. Bir ara çok alkol aldım. Bu konuda haksız bazı şeyler yazıldı hakkımda. Uzunca bir süredir dışarıda bir yerde pek oturduğum yok. Zamanım da yok artık. Ortalama bir Türk gibiyim. Resepsiyonlara gitmesini pek sevmem. Zaten çok yoğun çalışıyoruz burada. Üniversitelere, panellere, örgütlere davet ediliyorum. Yorulduğum zaman okulumda, çobanlık yaptığım dağlarda gezmesini severim. Balıkesir’e gitmişsem üniversitenin bahçesinde dolaşmasını, Yalova’da deniz kenarında yürümeyi çok severim.

FARUK BİLDİRİCİ / 4 ARALIK 2011 / HÜRRRİYET PAZAR

© 2019 Faruk Bildirici - Medya Ombudsmanı. Tüm Hakları Saklıdır.