METİN KAÇAN

...

Roman karakterlerine hakim olamayan yazar

    “Türkiye'nin Bukowski’si olup çıktım” diye yakınıyordu Metin Kaçan. Pezevenkler, uyuşturucu müptelaları, fahişeler, seksomanyaklarla dolu “Ağır Roman”daki karakterlerle özdeşleştirilmekten, yazdıklarını kendisinin de yaşadığının sanılmasından muzdaripti.

    O, romanında yarattığı karakterlere hakim olamayan bir yazardı. Hatta karakterler öyle serbest kalmış, öyle kontrolsüz büyümüştü ki, yazarın hayatının belirleyicisi olmuşlardı. Yazar, kendi hayatının kontrolünü de kaybetmişti. "Ağır Roman"ın ikinci cildini yakıp küllerini Haliç’e savursa da o kitabı yazarak, hayat denilen oyunda kendine biçtiği rolden kurtaramadı kendisini...

  Ağır Roman'ın kahramanlarının hayat bulduğu yer, Dolapdere sokaklarıydı. Metin Kaçan, berber olan babasının dükkanında dinlediklerinden esinlemişti. Traşa gelen Dolapdere  sakinlerinin anlattıklarının çoğu da hayali öykülerdi. Argodan beslenen, cinsellikle renklendirilip, heyecan unsuru katılan öyküler...

Fantastik bir evren

  İnsanların böyle öyküler anlatması doğaldı. Dolapdere, bildik İstanbul ile ilgisi olmayan fantastik bir evrendi. Hollywood filmlerinden fırlamış bir kovboy kasabası gibiydi. Bir yanıyla varoş kültürü,bir yanıyla yeraltı dünyası içiçe geçmişti bu mahallede. Her biri ayrı bir roman karakteri olacak kadar gerçeküstü yaşamların kahramanları dolaşıyordu metropolün arka sokaklarında. “Kimi bakışıyla, kimisi yürüyüşüyle meşhurdu o çevrede. Kimi meyhane kültürünün kimisi de entelektüel düşüncenin duayeniydi.” (Bahar Akgün, Akşam, 17 Şubat 2003)

   Eğlenceli olduğu kadar sert, ağır, insanı derinden sarsan bir sosyolojik yapıya sahipti Dolapdere. Orada ayakta kalabilmek kolay değildi. Metin Kaçan için o çarka ayak uydurabilmek zor olmadı. O insanlardan biriydi o da. Dışarıdan gelenler için kapalı bir kutu olan Dolapdere'nin sokaklarında yetişmiş, orada şekillenmişti.

    Ailesi Kayseri'nin İncesu ilçesinden Dolapdere'ye göç ettiğinde henüz altı aylıktı Metin Kaçan. Okumayı sevse de okulla ilişkisi hiçbir zaman parlak olmadı. Yeraltı dünyası ilgisini çekiyordu. Babasının bütün koruma kollama çabasına rağmen “Beyaz eldiven” çetesini kurduğunda 16 yaşındaydı. Çetedeki arkadaşları birer birer öldürülünce ikinci sınıftayken Kasımpaşa Lisesi’nden ayrıldı.  Otomobil tamirciliği, marangozluk, musluk tamirciliği, barmenlik gibi işler yaptı, bir yandan da yazdı.

   Politik bir yönü yoktu yazdıklarının. Hep başkalarının hayatlarını, ışıkları yanan evlerdeki insanları merak etmiş, onlara yaşamlar kurgulamıştı. (Fuat Uğur, Aktüel dergisi) İyi bir gözlemci ve çok iyi bir dinleyici olarak epey öykü biriktirmişti belleğinde. Sokaklarda biriktirdiklerini yine o sokakların diliyle kağıda dökmeye başladı.

Anlatırken düşüp bayılıyordu

   Mizah dergilerine kısa öyküler göndererek katıldı yazarlar dünyasına. İlk kısa öyküsü 1985 yılında Gırgır dergisinde yayınlandı.  Öykülerinde kendi adının yerine Jak Laban ve Andante gibi takma isimler kullanıyordu.

   Öykülerden romana dönüşü hızlı oldu. İlk romanı olan “Ağır Roman”ı  yazmaya başladığı gün heyecan içindeydi. Yazmanın şehvetine kendini o kadar kaptırmıştı ki, günün sonunda 70 sayfayı buldu romanı. Fakat tekrar okuduğunda utandı yazdıklarından, yakıp yok etti hemen.  O yakma eylemi, ilk otosansürüydü, son da olmadı.

    Yeniden başlamış olmak heyecanını azaltmadı. Yazdıklarını şair arkadaşı Adnan Özer’e aktarıyordu her gün. Anlatırken heyecandan, zevkten düşüp bayılıyordu. Defalarca yaşandı bu sahne. ( Ferhat Uludere, Akşam, 14 Ekim 2012)

   “Ağır Roman”, Dolapdere’yi anımsatan Kolera Mahallesinde geçiyordu. İçinde yaşadığı toplumu şiddet yoluyla protesto eden, tüm baskılardan uzakta olmak isteyen, büyük bir kent cangılında özgür yaşamakta direten bireyi konu ediniyordu. (Yıldız Ecevit, Türk romanında Postmodernist Açılımlar)

    Eski kabadayı Arap Sado’nun, sokağın hakimiyetini Gıli Gıli Salih'e bırakması etrafında kurgulamıştı romanı. Salih’in Tina'yla yaşadığı aşk ve beklenmeyen olaylar, Metin Kaçan’ın kendine özgü, argo ile zenginleştirilmiş Türkçesiyle okuru kendine çeken eşsiz bir edebi serüvene dönüşüyordu.  Türk edebiyatında ilk kez argo, roman kahramanlarının değil, anlatıcının da diliydi.   

    Roman, 1990 yılında piyasaya çıktı. Metin Kaçan’ın beklemediği kadar da ilgi gördü, çok satıldı. Metin Kaçan bir anda popüler bir isim haline geldi.   

O gece

    Kaçan’ın yaşamını altüst eden olay, 29 Ocak 1995 gecesi yaşandı. Kız arkadaşı Güneş K’nın, yüzü gözü şiş, vücudu ezikler, morluklar içindeki fotoğrafları hemen bütün gazetelerin birinci sayfasındaydı. Hastanede yatan genç kız, Metin Kaçan’ın, spiker Alp Buğdaycı ile kendisini yumrukladıklarını, sigaralarını vücudunda söndürdüklerini ve tecavüz ettiklerini anlatıyordu.

   Metin Kaçan reddetti tecavüz iddiasını. “Komplo” dedi, “..iki salon tokatı, birkaç tekme ve birbirimize tükürmenin dışında başka bir şey olmadı. Tecavüz-mecavüz asla!” Ama bir yandan da “o gecenin inanılmaz flu olduğunu” söylüyordu. (Ayşe Arman, Hürriyet Pazar, 7 Nisan 2002.)

    Kadın hakları savunucuları ayağa kalkmış; medya toplu saldırıya geçmişti.   Tutuklandı, cezaevine girdi Metin Kaçan. Çok geçmeden de Bayrampaşa Cezaevinden şişlendiği haberi geldi. Cezaevinde onu gören “kapkaççısından, hırsızına kadar herkes ahlakçı olmuştu.” Şişledikten sonra da duvarlara, demirlere vurarak “Bırakın öldüreceğiz bunu” diye bağırmıştı mahkumlar. Hastanedeki doktorlar bile “Ölsün bu adi tecavüzcü” tavrı içindeydi. Ona bakmak istememişler, ancak dostlarının araya girmesiyle ölümden dönmüştü.

    İyileştikten sonra özel koğuşa konuldu Metin Kaçan. Sekiz ay kadar sonra 50 bin lira kefaletle tahliye oldu. Yeni kitaplar yazıp, hayatını yeniden yoluna koymak istedi. Önceleri bir iki yeltendi o gece yaşananları kendi penceresinden anlatmaya. Ama “tecavüzcü” damgasını silemedi üzerinden. Bir de davadan 8 yıl 9 aylık mahkumiyet kararı çıkıp, Yargıtay da onaylayınca kimseleri inandırma şansı kalmadı anlattıklarına. Bıkkın, bezgin bir yaşama esir oldu, tek sığınağı edebiyattı.  Deli ruh dizginlenmişti artık. Kalemini, özgürce oynatamıyor, cinsellik, seks yazamıyordu. İç dünyasına yöneldi. Kızgınlıklarını, intikam duygularını, yaratıcı ruhunu hep oraya akıttı. Edebiyat dergisi çıkarıyor, bir yayınevinde çalışıyor, ortalarda pek görünmüyordu…

Ağır bir yüktü o hüküm

    Ağır aksak da olsa onun yeniden hayata tutunmasını sağlayan yine “Ağır Roman” oldu. 1996 yılında, Mustafa Altıoklar yönetmenliğinde sinemaya uyarlandı. Müjde Ar ve Okan Bayülgen’in oynadığı film, “Ağır Roman” ı destansı bir sinema şölenine dönüştürmüştü. Film, büyük başarı kazandı, ödüller aldı. Ağır Roman, Fransızca’ya çevrilip bu ülkede de yayınlandı.

   Bu başarıdan güç alan Metin Kaçan, tiner ve uçucu madde kullanan sokak çocuklarının yaşamının anlatıldığı “İstedikleri Yere Giderler” adlı bir çizgi roman hazırladı.  Kemal Aratan ile ortak çalışmaydı bu kitap.

   Ardından 1997’de ikinci romanını yayınladı. Altı baskı yaptı “Fındık Sekiz” adlı bu romanı da. Yaşamını bir yana koyup,  edebiyatçı olarak ona hayranlık duyan bir okur kitlesi oluşmuştu. Önce “Ağır Roman”, birkaç yıl sonra da “Fındık Sekiz” Almanca’ya çevrildi.  O da kendini yazmaya kaptırıp devam etti romanlara. 1999’da Harman Kaplan, 2002’de Adalara Vapur, 2005’te de Cervantes'in Yeğeni kitapları yayınlandı.

   Fakat o gece yaşananlar, bir gölge gibi izliyordu onu.  Yeniden cezaevine girmek istemiyor, o yüzden de kaçıyordu polisten. 2006’ya kadar da başardı yakalanmamayı.  O yıl, amcasının cenazesi için memleketi İncesu’ya gidince polisler ensesinde bitiverdi. Cezaevine götürülürken bağırdı gazetecilere “İstersen grup resmi de verebilirim”…

    Üç yıl kadar yattı cezaevinde. Çıktıktan sonra şevki kırılmış olsa da yazmaya, yeni projeler üretmeye devam etti. Her yeni proje ile görünüyor, sonra kayboluyordu ortalardan. Kimi kez Kaş’a gidiyordu, kimi zaman başka yerlerde dolanıyordu.  Karikatürist, sinema oyuncusu ağabeyi Hasan Kaçan ve oyuncu olan küçük kardeşi Fatih Kaçan’ın da desteğini görüyordu.

   Eski hızı yoktu kaleminin. Kendi “çocukluğunun mistik ve bedensel yolculuğunu” konu alan ve Kapadokya atmosferinde geçen sıradışı romanını bir türlü bitiremedi.  Senaryosunu yazdığı Fındık Sekiz’in filminin çekimleri de başlayamadı bir türlü.

    Onu mutlu eden, müzikali de yapılan “Ağır Roman”ın televizyon dizisi olmasıydı. Ne yazık ki, dizi tutmadı, kısa sürede kaldırıldı yayından.

   Çelişik ruh hali içindeydi son aylarda. Twitterda “Menekşe menekşe gidiyorsun kalbimden mezardaki kefenime. Ah menekşe ah menekşe” diye ölümden bahseden mesajlar da yazıyordu. “Akrep burcu bu sene dünyanın en şanslı burcu olacak akrep erkeği erkek kadını kadın olacak cepleri para dolacak bitmeyen bir ask yaşayacak” diye geleceğe dair umut dolu mesajlar da…

    5 Ocak gecesi, Boğaz köprüsünden atlaması sürpriz miydi? Sanmıyorum. Yakınları ve izleyenleri, yaşamının travmalarına da tanıktı. Mahkemelerin verdiği hükmü, insanların vurduğu damga ağır bir yük olmuştu.

    Muhtemelen o yükü daha fazla taşıyamadı. Bedenini çekti aldı bu ağırlığın altından. Yine kendi kaderine hakim olabildi sadece. Ağır Roman yaşamını sürdürecek, onun yazarı edebiyatçı Metin Kaçan da uzun yıllar varolacak.