MEHMET TERZİ

...

YÜCEL KOP, SÜREYYA AYHAN'I BU DURUMA GETİRDİ

Londra Olimpiyatları’nda Türkiye’nin yüzünü güldüren, umut veren dal atletizmdi. Bu başarının ardındaki isim de Atletizm Federasyonu Başkanı Mehmet Terzi. O da eski bir atlet. Maratonda halen kırılamayan Türkiye rekorunun da sahibi.

İDOL SPORCUYDU: DİSİPLİN KURULU DOĞRU YAPTI

Süreyya Ayhan, bizi suçluyor medyada. Ben Federasyon Başkanlığı’na gelmeden önce Edirne’de doping numunesi alımıyla ilgili bir sorun yaşamışlardı. Oradaki olaylar WADA’nın raporlarında belli. Yücel Kop tutuyor, WADA yetkilini yumrukluyor. Odaya sokuyor, kilitliyor. Anti doping yönetmeliği, numune vermekten kaçan, imza atıp tekrar numune vermekte zorluk çıkaran sporcu dopingli sayılır diyor. Bunun kaçışı yok. Süreyya Ayhan, bundan iki yıl ceza aldıktan sonra ben onu 2006 yılında Avrupa Şampiyonasında yarıştırmak için uğraştım. IAAF’a dilekçe verip cezanın bitişini 1 Haziran’a aldırdık. Fakat koşmadılar. Ertesi yıl 2007’de Dünya Şampiyonası vardı. Ben gittim çalıştığı yere. “Mehmet abi, devlet desteği istiyorum” dedi. Altı aylığına Amerika’ya göndermemizi istedi. Tamam dedik, gönderdik. Çoğu insan eleştirdi beni bu yüzden. Bir şans tanımıştım. Amerika’dan döndüler, Almanya’ya doktoruna göndermemizi istediler. Kabul ettik ama bir sponsor bulup gittiler. Orada performansına bakmak için gönderdiğim arkadaşlardan kaçtılar. Sonra çıktılar bunlar, “Biz sakatız Dünya Şampiyonasında koşmayacağız” diye. Geldiler Ankara’ya. Saat 4.5’ta dilekçe veriyorlar; “Bir yıllığına Amerika’ya gidiyoruz. İzin yazısı” diye. Ertesi sabah da Amerika’ya uçtular. Amerika’da yine doping meselesi çıktı. Sonra kendi hatalarını başkalarının üzerine atmaya çalıştılar. “Bizi savunmadı” diyor, burada savunacak bir durum yok! Türk atletizminin idol sporcusuydu. Kurumları saymayacak, devamlı kindar davranışlarda bulunacaksınız, sporun verdiği erdemlilik içinde davranmayacaksınız; bakanlık, genel müdürlükle ilgili ağzınıza geleni söyleyeceksiniz. Bizim sporcularımız bunu mu örnek alacak? Doping yönetmeliği kesindir. Ben bir hukukçu değilim ama bizim disiplin kurulu doğru yapmıştır. Edirne’deki ilk numune olayında bize görüşümüzü sordular. “Süreyya Ayhan’ın suçu yoktur. Suç antrenörünündür” diye yazdık. Süreyya’yı korudum. Hakikaten de doğruydu. Yücel Kop, Süreyya’yı bu duruma getirdi.

SPOR: ATLETİZME GEÇ BAŞLADIM

Bilecik Kurtköy doğumluyum ama ortaokul ve liseyi Eskişehir’de okudum. Lise ikinci sınıftayken bir arkadaşımız Ankara’daki Atatürk yarışına katılmıştı. Pazartesi günü lise müdürü o arkadaşımızı çıkardı, öğrencilerin önüne. Dedi ki, “Rafet, koşuda Türkiye 18.si oldu.” Okulda seçmeler yapılması için o arkadaşa görev verilince beni de yazmasını istedim. “Ben de iyi koşarım” dedim, “Çoluk çocukla mı uğraşacağız” diye kabul etmiyor. Zayıftım ama gözü karaydım. Eskişehirspor’da Gegiç vardı, futbol okulu kurulmuştu. Ben de orada futbol oynadım. İki defa kaleci ile çarpışıp kolumu kırmıştım, babam da sporu yasak etmişti bana. Aynı sırada oturduğumuz güçlü kuvvetli bir arkadaşımız vardı Vasfi. Ondan rica ettim, o zorla yazdırdı yani. Okulun etrafında üç tur koştuk seçmelerde. Ben üçüncü geldim. Yıl 1970’ti, öyle başladım spora. Sonra bir gün sahada koşarken eski milli atletlerden Şükrü Saban geldi yanıma. Ben tanımıyorum tabii. “Sen yetenekli birine benziyorsun, benimle çalışır mısın?” dedi. Olur dedim. Beni çalıştırmaya başladı. Yarışlara giriyorum burada. Hep üçüncü geliyorum. Bir gün bana dedi ki, “Bak bu kadar çalışıyoruz, senin gücün de var. Nezaketen geçmiyorsun ağabeylerini.” Ben yıldızım, büyüklerle koşuyordum. “Ya bu işi yap ya defol git” diye sert çıktı bana. Böyle davranış görmemiştim kimseden. Düşündüm falan. Ertesi hafta bölgelerarası yarış vardı, 1500’de ben dördüncü oldum fakat 3 binde ikinci oldum. 1500’de de Eskişehirli atletlerin hepsini geçmiştim. Ondan sonra beni geçen olmadı Eskişehir’den. O zamandan itibaren atletizm benim hayatım oldu. Keşke daha erken başlayabilseydim. Uzun mesafeyle başladım ama aslında süratle başlamam gerekiyordu. İlk kros yarışmam Adana’daydı. Liselerarası bu yarışmada şampiyon oldum. Madalyalar gelmeye başlayınca babam da destekledi. Allah Rahmet eylesin, Türkiye’deki bütün yarışlarıma geliyordu.

YARIŞLAR: TÜRKİYE REKORUM KIRILIRSA MUTLU OLURUM

1973’te Mersin’e transfer oldum. Lise son sınıfı orada okudum. İl Müdürü Seyfi Alanya, Türkiye’den en yeteneklileri toplamış; Mersin Atletizm İhtisas Kulübünü kurmuştu. Kulübümüz çok iyiydi, şampiyonlukta Galatasaray ile mücadele ediyordu. Ben hem 1500 metrede hem de 10 bin metrede giriyordum takıma. O takıma girmek milli takıma girmek gibiydi, Ekrem Özdamar’dan, Nurullah Candan’a kadar Türkiye’nin en iyileri oradaydı. Sonra Spor Akademisi’ni kazandım, Ankara’ya geldim. Okulu da ihmal etmedim. İyi bir eğitim gördük. 1970’ten 78’e kadar 1500, 5 bin ve 10 bin metrelerde kros milli takımlarında yer aldım. 1978 yılında ilk maratonumu koştum. 1978 Paris maratonunda 2 saat 22 dakika 12 saniye ile ikinci oldum. O ilk maratonumdu. 1979’da Akdeniz oyunlarında Spilt’te üçüncü oldum. Veli abi (Ballı) ile yarışmıştık orada. Ama benim çıkış yıllarım, en iyi yıllarım 1983-87 yıllarıdır. Fenerbahçe’de yarıştım o zaman. Sonra da 1985’te de Şişecam’a transfer olmuştum. 83’te Kazablanka’da Akdeniz Oyunları şampiyonu oldum. 84’te Los Angeles olimpiyatlarında 16. geldim. Berlin 25 Km yarışları, sonra üç kez Offenbach Yarı Maratonunu kazandım. 1979’dan 87’ye kadar Türkiye şampiyonalarını hep ben kazandım. Dünyanın her yerindeki maratonlarda büyük sporcularla mücadele ettim. Maratonda antrenörüm olmadı. Kendi bilgimle koştum, kendi periyotlarımı yaptım. 150’nin üzerinde uluslararası yarış kazandım. 1987 yılında Londra’da 2 saat 1o dakika 25 saniye ile Dünya klasman altıncısı oldum. Hem de Türkiye rekoru kırdım, o rekor halen devam ediyor. Spor hayatımda beni en çok mutlu eden başarım oydu. Şimdi federasyon başkanı olarak o rekorun kırılmasına çalışıyoruz. Atletlerimiz o rekoru benim dönemimde kırarlarsa mutlu olacağım.

MARATON : 23 YILDA 380 BİN KİLOMETRE KOŞTUM

Artık spor kazanç açısından da bir meslek. Ödüllerin yüksek olması gerekiyor. Türkiye daha önce bunları yaşamamış. Dört olimpiyat madalyamız vardı bizim. Hayatlarını kurtarıyorlar. O ödülleri vermek bence doğru. Neden? Alttan gelenlere büyük bir teşvik aslında. Bizim sporculuk dönemimizde böyle paralar kazanılmıyordu. Bizde kamplar bile yoktu. Ben hem spor yaptım ve okudum, hem de memurluk yaptım. Spor Şube Müdürüydüm Eskişehir’de. Sabah önce antrenman yapıp mesaime de yetişiyordum, akşam beşbuçuktan sonra ışıkların altında antrenman yapıyordum. Sabah altıda kalkıyordum. Bizim antrenman sahası vardır, orman. Oraya giderken eşimin öğretmen arkadaşları, “Biz saate bakmıyoruz. Mehmet Terzi geçince saatin geldiğini anlıyoruz” diyorlarmış. Her gün dakik biçimde geçiyordum oradan. Öyle ibadet gibi de antrenman yapardık. Günde 35 kilometre yapıyorduk. 23 yılda 380 bin kilometre koştum. Dünyanın çevresini 9.5 kez dolaşmışım yani. Bu da bir rekor. Tabii başarı kolay gelmiyor. Bu çocukların çektiklerini ben bilirim. Spor, bütün hayatını kaplar. Bizim de öyleydi. Başarmak için monoton bir hayat yaşarsın. İşte eşimin de büyük fedakarlıkları vardır. Ben eve geldim eve çocuk sesi var. Bir hafta önce kızım doğmuş! Ben Romanya’da yarışlardaydım. Oğlumun doğumunda buradaydım. 93’te sporu bıraktım, 23 yıl sonra. Gençliğim sporla geçti. Eskişehir Atletizm Spor Kulübüm vardı, sporu bıraktıktan sonra o kulübün başkanlığını, antrenörlüğünü yaptım. Aynı zamanda sporla ilgili organizasyonlar yaptık burada. 87’de memurluğu bırakmıştım. Ticaretle de uğraştım. Spor mağazaları açtım. O mağazaları iki yıl önce bıraktım. Kızım orduya girdi, yüzbaşı oldu. Oğlum da atletizm antrenörü. Fizik öğretmeni olan eşim de emekli şimdi.

DOPİNG: KORKUDAN ASPRİN İÇEMEZDİM

Artık spor laboratuar işi. Kobay gibi yetiştiriyorlar. Bizim zamanımızda öyle değildi. Kandaki eksiklikleri tespit edip ona göre vitaminini, mineralini veriyorlar. Antrenman dozlarını ona göre ayarlıyorlar. Artık doktoruyla, masörüyle, fizyoterapistiyle, mentörüyle bir ekip işi. Biz bunu tam olarak bir sporcu üzerinde uygulamıyoruz ama değişik yerlerde bu ihtiyaçları giderebilecek bölümler var. Hastanelerle, spor hekimleriyle anlaşmalarımız var. Masörler zaten kamplarda hep beraber. Bizim zamanımızda doping kontrolü yapılıyordu tabii. Biz korkumuzdan asprin bile içmiyorduk. Hâlâ hasta olsam da hemen ilaç içmem. Sabahları pekmezle yoğurt yerdim enerji almak için. Ama çok da yararlı değilmiş sonra öğrendim. Doping kontrolünde 2004 yılı milattır. Uluslararası Olimpiyat Komitesi, dopinge sıfır tolerans ilkesini benimsedi. O günden beri bütün sporcularımız WADA’nın kontrolünde. Her ay gelir ikişer defa numune alırlar. 15 günde üç defa numune aldıkları sporcularımız var. Mesela Elvan’a geldiler. Zaten kızımız 40 kilo, hep kan veriyor. Tedirgin oluyorlar. Eskiden daha çok idrardan numuneler alınıyordu. Artık kan örnekleri alınıyor. Şimdi biyolojik pasaport var. Daha önce aldıkları kanları mukayese ediyorlar, kan değerlerindeki değişimleri tespit ediyorlar, ani yükselişler konusunda sporcunun savunmasını isteyebiliyorlar. Savunmanızı iyi yapamazsanız sizi dopingli kabul ediyorlar. O noktaya geldi.

FEDERASYON: DÜNYADAKİ BÜTÜN YENİLİKLERİ UYGULUYORUZ

Spor yaparken, Cüneyt Koryürek 1987 yılında Atletizm Federasyonu Başkanlığı’nda Yönetim Kurulu’na almıştı. Başkanlığa ise 2004’te başladım. Bu ikinci dönemim. Sloganımız Türk atletizmini dünya standartlarına getirmek! Bu seviye nedir? Olimpiyatlara en fazla sporcuyla katılmak, orada madalya almaktır. Bir de Türkiye’de atletizm konuşulsun istiyoruz. Süper Lige çıktık biz Avrupa’da. Daha önce ikinci ligdeydik. Sporcularımız şimdi dallarının en iyileriyle yarışıyorlar. Uluslararası seviyede çok önemli tecrübe kazanıyorlar. Dünyanın en iyi atletleri nerede çalışıyorsa oraya gönderiyoruz şimdi. Mesela Aslı (Çakır Alptekin) 2.5 ay Kenya’da kaldı; Nevin Yanıt’ın performans değerlendirmesini Belçika’da yaptık. 48 sporcuyu Londra Olimpiyatlarına hazırladık; 33’ü gidebildi. 154 sporcumuzu 2016 Rio’ya hazırlıyoruz. Oraya atletizmde 60-70 sporcu ile gitmek istiyoruz. 2020 Olimpiyatları ülkemizde yapılırsa 100 sporcu ile katılacağız. Hedefimiz bu. Dünyada ne varsa o artık Türkiye’de var. Yeni antrenman metodları çıkıyor, onları uyguluyoruz. Eksik branşlarımıza yurt dışından sözleşmeli antrenörler getiriyoruz. Spor bakanlığımız, genel müdürlüğümüz, Fenerbahçe ve Enka gibi kulüplerimiz de bize destek veriyor. 2004’te Atletizm Federasyonu Bakanlığı’na geldiğimden beri koyduğum hedeflere hep ulaşıyoruz. Bir hedefimiz de IAAF’ın bir projesi var; tüm okullarda atletizmi birinci dal yapmak. Bizde Türkiye’de üç yıldır uyguluyoruz bunu. Çocukları atletizme kaynaştırmak için Milli Eğitim Bakanlığı ile protokoller yaptık. 56 yılda 1 milyon öğrenciye ulaştık. Sadece atletizm değil sporu öğrencilerimize sevdirmeye çalışıyoruz. Bu hedefimizi başarırsak hem sporu sayısında hem de seyirci sayısında patlama olacak.

HEDEFİMDİ: ARTIK ÜST DÜZEY ANTRENÖRLERİMİZ VAR

Sporumuzun daha ileri gitmesin istiyorsak ülkemizde en büyük eksiklik, yüksek rakımlı yerlerde spor kompleksleri olmaması. Erzurum, Bolu gibi iki yerde yetenekli sporcuların çalışabileceği, tahlillerin yapılabileceği, okulların da olduğu kompleksler lazım. Çıkış noktamız bu. İzmir’de bir yerimiz var, orayı halledebilirsek performans antrenman merkezi yapacağız. Dünyanın en iyi atletleri oraya gelip bizim atletlerle birlikte çalışacak, kamp yapacak. Orada bilimsel sempozyumlar düzenlenecek, fikir teatileri yapılacak. Üst düzey olimpik aday kadromuzun gelişmesini ve olimpiyatlarda madalya almasını sağlayacak. Bu zamana kadar yapamadığım tek hedefim bu. Bir de göreve geldiğimde en büyük eksiğimiz üst düzey antrenör olmayışıydı. Artık üst düzey antrenörlerimiz var; Nevin Yanıt ve Burcu Ayhan’ın antrenörü Cüneyt Yüksel, Avrupa Şampiyonası ve Olimpiyatta final yarıştırıyor. Süleyman Altınoluk, İhsan Alptekin yine üst düzey antrenörler. Bu sayıyı artırmaya çalışıyoruz. Ne kadar çok antrenör olursa o kadar çok sporcumuz olur. Londra’ya bize tanınan kota nedeniyle 12 antrenör götürdük. Antrenörlere verilen ödül az. Yüzde beşini alıyorlar. Aslı, Başbakana kabul sırasında söyledi. Orada değişiklik olacak diye düşünüyorum. Onlara verilen ödül çok düşük. Başarı elbette sporcunundur ama antrenörlerin de büyük emekleri var.

DEVŞİRMELER: ÖDÜL ÇEKİCİ OLUYOR GELİYORLAR

Pekin’de 16 kişiyle gitmiştik. 22 branşta barajı aşarak 33 sporcuyla gittik Londra Olimpiyatlarına. Erkeklerde güllede, diskte, ciritte, çekiçte varız. Mesela 100 metrede bayanlarda ilk kez katıldık olimpiyatlarda. Yelpaze genişledi. Süreyya Ayhan’ın 2000 yılında Sidney olimpiyatlarında yarı final koşması ülkede büyük bir sevinç yaratmıştı. 2002’de Avrupa Şampiyonu, 2003’te dünya ikincisi olması, Türkiye’de özellikle de kızlarımızın atletizme olan ilgisini artırdı. Bir de Elvan’ımız var bizim. Elvan’ın gümüş madalyalar alması olimpiyatlarda son yıllardaki bu gelişmeyi çok etkiledi. Elvan küçük yaşta geldi Türkiye’ye. Burada yetişti. Ben devşirme lafına sıcak bakmıyorum. Biz federasyon olarak Türk vatandaşı yapmıyoruz. Kulüpler, Avrupa Şampiyonalarında gerekli olan branşlara getiriyorlar. Onların arasında başarılı olup da Türkiye adına yarışmak isteyenler oluyor. Biz de çok az sayıyla onları kabul ediyoruz. 18 sporcu daha var bize müracaatı olan. Bazı ülkelerde olimpiyat şampiyonlarına falan bu kadar ödül yok. Ödül yüksek olunca çekici hale geliyor. Ödül bizim sporcular için de özendirici oluyor tabii. 47 branş var atletizmde. Bir ülkenin her branşta başarılı olması mümkün değil. Eksik branşlarımıza dışarıdan sporcu sağlamak güzel. Mesela uzun atlamada Karin Melis Mey var. Hem başarıları hem erdemleriyle sporcularımıza örnek olabilecek sporcuları kabul ettik biz. 2000 yılında 11 kişiydi Türk vatandaşlığına geçen. Şu an beş kişiyle gittik olimpiyatlara. 33’te 5 yani. Zamanla her branşta bizim sporcularımızdan ikişer üçer kişi olduğu takdirde gerek kalmaz. Bir sporcunun önünde daha iyisi varsa o sporcu kendi derecesini de geliştirir. Daha önce gelen sporcuların bazıları Türkiye rekorlarını kırıp gittiler. Ama Elvan ve Alemitu, Türkiye’de yaşıyorlar.

LONDRA: ETİYOPYA VE KENYA’NIN HEGEMONYASINI KIRDIK

Diğer sporcuları bilemem ama bizim sporcularımızda madalya baskısı yoktu. Daha istikrarlı geldik biz buraya. Zaten Aslı ve Gamze’nin önceden büyük dereceleri, başarıları var. Onlar kendilerini biliyorlar zaten. Gamze ile Aslı çalıştıkları, performanslarını yükselttikleri zaman dünyada her yarışı kazanabilecek seviyedeler. Bizim hedefimiz öncelikle finale çıkmaktı. Finale çıktıktan sonra madalya şansın var demektir. Altı sporcumuz olimpiyatlarda ilk dokuza girdi. Bu da güzel bir başarı. Nevin Yanıt da yapabileceğinin en iyisini yaptı. Ben onu da madalya almış kabul ediyorum. Olimpiyat atmosferi farklıdır. Ben orada stresten hiç uyuyamadım zaten. Kazandık o gece de sevinçten uyuyamadık. Yatağa yatıyoruz gözlerimiz kapanmıyor. İhsan ve Süleyman hocalarla geceleri yürüyüşler yapıyorduk. Hem stres atıyorduk, hem de konuşuyorduk. Orada titriyordum heyecandan. İşte Gamze geliyor ona sarılıyoruz, Aslı’ya sarılıyoruz. Bir baktım bizim genel koordinatör heyecandan gitmiş Jamaikalı’ya sarılıyor. Hepimiz şaşkındık, ne yapacağımızı bilemiyorduk. 1500 metredeki başarımızın Süreyya Ayhan’ın o dalda başarısıyla da ilgisi var ama tabii önceden de bu dalda Servet Timurlenk, Mehmet Tümkan gibi çok başarılı atletlerimiz vardı. Bakın biz Tuğba Karakaya’dan bahsetmiyoruz. Tuğba, yine olimpiyatlara katılan 1500 metredeki kadın sporcumuz. Bir sene önce dünya sekizincisi oldu. Bu sene performansını tutabilseydi, Etiyopya ya da Kenyalılar’ın yaptığını biz yapacaktık burada. Hep onlar bir iki üç geliyorlardı, o hegemonyayı Türkiye kırdı. Londra’dan döndükten sonra yaşadığımız şehir Eskişehir bize sahip çıktı. Büyükşehir Belediye Başkanımız Yılmaz Büyükerşen, balmumu heykelimizi yapacak. Eylülde, Gamze ile birlikte kendisiyle buluşacağız, heykel için kalıp alacak. Tepebaşı Belediyesi, Gamze’ye bir araba hediye etti. Bir salona benim adımı verdi Odunpazarı Belediyesi.

Faruk BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 26 AĞUSTOS 2012