MEDYA VE CEBERRUT DEVLET

...

Unutulmaz bir yıl oldu 2014. Kanlı, travmatik, siyasi kırılmalar ve sosyal dönüşümlerin yaşandığı, bitmesine üzülmediğimiz bir yıl.

Medya tarihinde de derin bir iz bıraktı 2014. Hiçbir eleştiriye, itiraza, protesto gösterisine izin vermeyen siyasi iktidar, aynı hoşgörüsüzlüğü medyaya da uyguladı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, manşetleri, haberleri ve yazarları kürsüden ağır dille (eleştirmeye diyemeyeceğim maalesef) azarlamaya devam etti. Eh, bunun sonucu olarak bu yıl da köşesinden olan yazarlar gördük. Ama alt yazılara bile doğrudan müdahale eden Erdoğan’ın bu tavrına alışmıştık.

2014’te asıl yenilik (!) yayın yasakları ve internetteki erişim yasaklarının ulaştığı boyut oldu. Sosyal medyayı “düşman” ilan etti iktidar. Tıpkı Kore, Çin gibi... Türkiye, o ülkelerle aynı kategoriye geldi. Twitter ve Youtube’a getirilen erişim yasakları, Anayasa Mahkemesi kararlarıyla kaldırılabildi. İnternet ortamındaki suçlarla ilgili yasanın yeni hali sayesinde de internette binlerce sayfa doğrudan engellendi. Özgürlüğün kanatları, sanal ortamda

Ve yayın yasakları! Mahkemeler, siyasi otoritenin her istediği yayın yasağına onay vermekten geri durmadı. Roboski katliamında uygulanan yayın yasağı, 2014’te, Adana’da durdurulan MİT’e ait silah yüklü TIR’lardan, Musul’da IŞİD’in konsolosluk personelini rehin alması olayına, Dışişleri Bakanlığı’ndaki güvenlik toplantısının ses kaydına, dört eski bakan ve oğullarının adları karışan rüşvet ve yolsuzluk iddialarına kadar uzandı. Daha onlarca dosyada yayın yasağı verildi.

Yayın yasakları o kadar çoğaldı, haberciliği ve ifade özgürlüğünü o kadar sınırlamaya başladı ki, sonunda bir kısım medyadan onurlu bir ses yükseldi. Rüşvet ve yolsuzluk iddialarıyla ilgili yayın yasağına rağmen TBMM’deki komisyondaki gelişmeler haberleştirildi. Oysa Musul’daki rehineler başta olmak üzere onlarca olayla ilgili yayın yasaklarını titizlikle uygulamıştı medya.

Altının çizilmesi gereken bir gelişme de, iktidarı destekleyen medyadaki bölünmeydi. 17-25 Aralık operasyonlarına kadar, blok halinde AKP ve hükümet çizgisinde yayın yapan medya o tarihten itibaren ikiye bölündü. Cemaat medyası, iktidarın karşısına geçti, muhalif bir pozisyon aldı. Bu değişim önemliydi. İktidarın baskılarına rağmen bağımsız ya da muhalif yayıncılık yapan medya kuruluşları bloğu genişlemiş oldu.

Hükümet ise medya üzerindeki baskıyı artırmakla kalmadı; yılın sonunda cemaat medyasını da hedef alan operasyon başlatılmasını sağladı. Onlar da tıpkı daha önceki yıllarda gözaltına alınan, tutuklana gazeteciler gibi sadece gazetecilik faaliyetlerinden ötürü sorgulandılar; “O haberi neden yayınladın? Neden öyle bir yazı yazdın? O dizinin senaryosunu kim yazdı?” Biz gazetecilere düşen, gazetecilik faaliyetlerinden dolayı böyle bir muameleye maruz kalan meslektaşlarımızı savunmaktı. Öyle de yaptık…

Operasyonla birlikte, üç dört yıl önce gazeteciler cezaevlerine atılırken, “Hiçbiri gazetecilikten tutuklanmadı” gibi manşetler atan, hatta hapiste gazeteci olmadığını savunan Cemaat medyası, aniden Basın özgürlüğünün önemini hatırladı.

Halbuki Türkiye, AKP iktidarında basın özgürlüğü açısından sürekli geriliyordu. Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) Örgütü’nün hazırladığı indekse göre, Türkiye, 2014 Dünya Basın Özgürlüğü Sıralamasında 180 ülke içerisinde 154. sırada yer alıyordu. Son 10 yıl içerisinde tam 56 sıra gerilemişti. Bu 10 yıl içerisinde Türkiye’de basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğü açısından bir sorun görmeyen Cemaat medyası, sıra kendilerine gelince fark etmişti durumun vahametini. Keşke bir de geçmişte yazdıklarıyla ilgili olarak kurumsal bir özeleştiri yapsalardı, daha güven verici olacaktı tavırları...

Özetlersem medya için son 10 yılın en kötüsüydü 2014. Devlet, ceberrut yüzünü gösterdi yıl boyu. Özgürlüklere yönelik sınırlamalar, sansür ve otosansür, siyasi iktidarın baskıları tahammül edilemez bir noktaya ulaştı.

Elbette okurlar da farkındaydı bu sorunların. Bir yandan iktidara ya da cemaate taraf olmayan, bağımsız gazetecilik yapmaya çalışan kurumların içinde bulunduğu durumu anlayışla karşılıyorlardı. Ama bir yandan da medyaya eskisinden daha ağırlıklı görev düştüğüne inandıklarını dile getiriyor; okudukları gazeteyi olup bitenlerle ilgili daha cesur haber vermesi için teşvik ediyorlardı.

Zira artık “okur”, dediğimiz hedef kitle, eskisinden daha seçici, algıları açık, yorum gücü yüksek. Üstelik bilgi kaynakları da eskiye oranla çok daha fazla. Gazetesini, her gün yeni bir sınava sokmak için yeterli veriyi alabileceği yeni mecralar var gözünün önünde…

Hataları da çabucak fark ediyor; görmezden gelinen ya da özneleri belirsizleştirilen haberleri de… Uyarmak için artık öyle mektup göndermesine, günlerce beklemesine de gerek yok. Mail gönderebiliyor, sosyal medyayı kullanabiliyor, anında tepkisini yerine ulaştırabiliyor. Bu da medya kuruluşları üzerinde ciddi bir baskı oluşturuyor.

Kısacası, bağımsız medya kuruluşları bir cendereye sıkışmış durumda. Bir yanda siyasi iktidarın yasak baskısı, öbür yanda okurun daha çok haber, daha çok bilgi isteği. Korkarım bu ikili baskı 2015’te daha çok hissedilecek...

Faruk Bildirici / 31 Aralık 2014 / Medya Günlüğü