MAĞDURU BİR KEZ DAHA MAĞDUR ETMEK

...

"Veliahtı kurtaran tahliye kararı" başlıklı haber, 7 Mart’ta sürmanşetten yayımlandı. Bir tecavüz davasını konu alan haberde, hem suçlanan "holding veliahtı"nın, hem de mağdurun fotoğrafları mozaiklenerek kullanılmıştı. Fakat mozaiklenmesi, yüzleri kapatmaya yetmemişti. Özellikle de mağdur durumdaki kadının yüzü rahatlıkla seçilebiliyordu. Bu durum, okurlarımızdan Deniz Durmaz’ın dikkatini çekmişti, tepkisini dile getirdi:

"Haberde, mağdur D.D.’nin fotoğrafının, kimliğini belli edecek şekilde yayınlanması ne basın ahlakına sığar, ne de vicdana. Tecavüz mağduru olan kadını, teşhir ederek bir de siz mağdur ettiniz. Kadına şiddete karşı kampanyanın öncüsü olan gazetenize yakışmayan bu tavrınızı kınıyorum.

Fotoğrafı, mağdurun kimliğini belli etmeyecek şekilde belirsizleştirmemenin hiçbir geçerli gerekçesi olamaz. Çünkü kimliğinin deşifre olması durumunda, mağdura bir darbe de siz vurmuş oluyorsunuz. Bu tavrınızın, telafisi mümkün olmayan zararlar yarattığının ne zaman farkına varacaksınız? Yazık, çok yazık."

Okurumuz endişesinde son derece haklı. Nitekim haberi yazan Nurettin Kurt da haberin çıktığı sabah D.D.’nin kendisini aradığını, ağlayarak "Ben şimdi nasıl avukatlık yapacağım? İnsanlar, beni tanıdı" dediğini anlattı.

Türkiye Gazetecileri Hak ve Sorumluluk Bildirgesi’nde "Cinsel saldırı mağdurlarının fotoğrafları, görüntüleri veya kimlikleri, açık kamu yararı olmadıkça yayınlanmamalıdır" deniyor.

Aslında cinsel saldırı haberlerinde hiç fotoğraf kullanmamak daha doğru. Mozaiklenmiş de olsa fotoğraf kullanılması, hem mağdurun kimliğiyle ilgili ipuçları veriyor, hem de o kadını "şehvet nesnesi" olarak sunmak gibi bir sonuç doğuruyor. Kötü mozaiklenmiş bir fotoğraf eşliğinde tecavüz haberi vermenin de sonuçları ağır oluyor. Saldırıya uğramış kadını deşifre ederek, bir kez daha mağdur etmiş oluyoruz. Oysa hiç fotoğraf kullanılmasa da haberin unsurları eksilmez.

ERMENİ MEMUR İLK Mİ?

Ermeni Patrikhanesi’nin seçiminde yardımcı olacağı Ermeni kökenli bir kişinin AB Genel Sekreterliği’ne uzman olarak alınacağı haberi, Hürriyet’te iki yıl kadar önce çıkmıştı. Bu atamayla ilgili gelişmeler, daha sonra çeşitli haberlere konu oldu. Uzmanlık sınavlarının iptali gibi engeller aşıldıktan sonra geçtiğimiz günlerde bu atama nihayet gerçekleşti.

Devlet Bakanı Egemen Bağış, Lizbon’a giderken uçakta gazetecilere atamayla ilgili bilgi verirken, "Evet Ermeni asıllı bir vatandaşımızın devlet memuru olarak atanması tarihte bir ilktir" dedi. Ancak Leo Halepli adlı Ermeni vatandaşın "Cumhuriyet tarihinde ilk Ermeni kökenli devlet memuru" olduğu haberinin 3 Mart’ta Hürriyet’te çıkmasının ardından itirazlar geldi.

Sevim Koyunoğlu adlı okurumuz, "Bu kesinlikle doğru değil" diyor ve 1961-2003 tarihleri arasında görev yaparken "devlet memuru statüsünde Ermeni asıllı arkadaşları" olduğunu vurguluyordu.

Tuncer Şenses adlı okurumuz da Bağış’ın sözlerinin doğruluğunun araştırılması gerektiğini savunuyordu. Şenses, "Şimdi kendisine sorun lütfen Arman Talay kimdir ve nerede görev yapmıştır! Bu benim bildiğim bir örnek, bunlar çoğaltılabilir" diyordu.

Gerçi Arman Talay, uzun yıllar TRT’de çalışmış bir spor yazarıydı. Ama ben de Halepli’nin "Ermeni kökenli ilk devlet memuru" olduğundan şüphelendim. Azınlıklar ile ilgili araştırmalarıyla tanınan yazar Rıfat Bali’ye sordum. Bali de Halepli’nin ilk olmadığı kanısındaydı:

"Benim bir kuzenim Ankaralı. Onun büyükbabası Yusuf Tezman uzun yıllar boyunca PTT Genel Müdürlüğü’nde çalıştı. Yanılmıyorsam Daire Başkanı olarak emekli oldu. Yıllar önce Hasan Pulur bir yazısında da benzeri bir vakadan bahsetmişti. Böyle başlıklar atmadan önce iyice incelemek gerekir."  "Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslim Nizamnameleri" ve "Tanzimat’tan II. Meşrutiyet’e Ermeni Nizamnameleri" adlı kitapların yazarı, Ermeni Cemaatinin önemli isimlerinden Murat Bebiroğlu da şunları söyledi:

"Kısa bir süre öncesine kadar ’Eğitim Müfettişi’ olarak sürdürdüğü memuriyetinden emekli olan bir arkadaşımız vardı. Ya da üniversitelerde akademisyen, hastanelerde doktor olarak çalışan onlarca Ermeni vatandaşımız var. Bu haberin önemi bence uzun süre sonra ilk defa bu kadar üst düzeyde ve Dışişleri ile ilgili bir alanda bu kadronun açılmış olması. Ordu ya da emniyette böyle bir kadro tahsisi söz konusu olsaydı sanırım çok daha önemli olurdu."

Bali ve Bebiroğlu’nun verdiği bilgiler böyle. Bu bilgiler, Ermeni kökenli devlet memurlarının geçmişiyle ilgili yeterli fikir veriyor sanırım...

HAKARET MAİLLERİ

Her yazı, okuyanlar için farklı bir penceredir. O pencereden kimi zaman hoşlandığınız bir manzarayı görürsünüz, kimi zaman da hiç görmek istemediğiniz bir görüntüyle karşılaşırsınız.

Yazan insan açısından ise okurdan gelen yankı çok önemlidir. Övgüler de onu besler, yergiler de. Ancak yergilerin nezaket ölçülerini aşmaması, tehdit, küfür ve hakaret gibi sözler içermemesi gerekir. Böylesi bir tepki, o yazarın da yararlanacağı bir eleştiri olmaktan çıkıp, ilkel bir davranışa dönüşmüş olur. Hem fikrine güvenen bir kişi neden hakarete başvursun ki? Kendi fikrini savunmak için birikimi olmayan insanlar hakaret eder.

Özdemir İnce, bu tarz mesajların saldırısına maruz kalan yazarlarımızdan biri. İnce, bir yazar ve de bir şair olarak bu mesajlara üzülüyor haklı olarak. Bilgisayarında beş klasör oluşturmuş; 1- Ölüm tehditleri, 2- Hakaretler, 3- Olumsuz görüşler, 4- Olumlu görüşler, 5- Özel mesajlar ve övgüler.

İşin kötüsü, internet ortamı, kimi kötü niyetli insanların sahte isimlerle mail adresi üretip, çirkin tehditler, hakaretler yazmalarına olanak sağlıyor. Nitekim İnce’ye gönderilen ve galiz küfürlerle dolu bir mailin sahibine ben de yazdım, anında geri döndü. Çünkü sahte bir adresten yazmıştı.

Gerçi İnce, bu tarz elektronik posta gönderenlerle ilgili olarak hukuksal yollara başvuracak. Bu kişiler, IP adreslerinden bulunacak muhtemelen. Ama sanal dünyanın gerçek küfürler ve hakaretlere böyle imkân sağlamaması için de yasal düzenlemeler gerekiyor. Yazarlar, işi gücü bırakıp suçlu peşine düşemezler, düşmemeliler.