KİRPİLERE YAKLAŞMA MESAFESİ

...

KIRLANGIÇ YUVASI / 102 KİRPİLERE YAKLAŞMA MESAFESİ AKP iktidarına hazırlandığımız şu günlerde yaşananlar, modası geçmiş Yeşilçam filmlerinin nasıl olup da hâlâ izleyici bulabildiğini de açıklıyor. Aynı senaryolar ne kadar çok sahneye konursa konsun, bunları her defasında ilk andaki gibi zevk ve heyecanla karşılayabiliyoruz. Heyecanımızı hiç kaybetmememizden midir, yoksa saflığımızdan mı o ayrı bir araştırma konusu. Lütfen biraz hatırlayalım. Necmettin Erbakan, malvarlığı soruşturmalarında köşeye sıkışan Tansu Çiller ile koalisyon kurduğunda da "sevinç" (!) dalgası yayılmıştı ortalığa. Başta Sakıp Sabancı ve işadamları olmak üzere pembe gözlük takmaya her daim teşne kimi önde gelenlerimiz "Aman ne iyi oldu!", "Canım ne var korkacak?" "RP de legal bir parti" diye demeçler vermişlerdi. Aynı insanların filmin kötü biten sonunda söyledikleri ise farklıydı. Refahyol’dan sonra daha yakın tarihte de benzer bir örnek yaşandı. 18 Nisan 1999 seçimlerinde MHP birinci parti olarak çıktığında, MHP ve lideri Devlet Bahçeli’nin değiştiğini öne sürenler kaplamıştı gazete sayfalarını ve televizyon ekranlarını. Bahçeli’nin kendisi "Değişmedim geliştim" demesine rağmen "Yok yok Bahçeli değişti" demeye devam ettiler. Garip bir manzaraydı. Kurt, "Ben kurdum" demesine rağmen, bazıları illa da onu kuzu göstermeye çalışıyordu. "Hayır hayır siz değiştiniz" diye onları da kuzu olduklarına ikna etmeye çalışıyorlardı. Hatta Fransa’da Le Pen’in seçim başarısından sonra çıkan tartışmalarda "Le Pen’in Türkiye’deki muadilinin MHP olmadığı"nı savunanlar bile çıktı. Ancak bu insanlar, Bahçeli ve MHP’nin AB ile ilgili uyum yasalarındaki tutumunu görünce pişman oldular. 3.5 yıl boyunca değiştiğini ilan ettikleri MHP, seçim kampanyası sırasında gösterdi vahşi yüzünü. Üzücü ama Bahçeli’nin değiştiğini sanıp da sonradan üzülenlerin bir kısmı, bugün de Tayyip Erdoğan’ın değiştiği savını ortaya atıyor. Erdoğan’ın şeriatçı olmadığını hatta "İslamcı" olarak bile anmamak gerektiğini savunuyorlar. Refahyol ve MHP örneklerinden ders almamış olsalar gerek ki, yine pembe gözlüklerle bakıyorlar etrafa. Halbuki Tayyip Erdoğan’ın kişiliğini ve görüşlerini öğrenmek için öyle uzağa gitmeye gerek yok. İstanbul Belediye Başkanlığı sırasındaki uygulamalarını hatırlamak yeterli. Plaj yasaklarını savunan, yılbaşını Hıristiyan geleneği olarak gören, makyaj yapan kadınları kaportası bozuk arabalara benzeten, belediyeye bağlı yerlerde alkol yasağı uygulatan, Sultan Abdülhamit’e layık olmaya çalıştığını söyleyen, imamlara nikâh kıyma yetkisi verilmesini isteyen, şeriatçı olduğunu ve demokrasiyi araç olarak gördüğünü söylemekten geri durmayan bir siyasetçi o. Aslında Tayyip Erdoğan, Erbakan’dan daha "şahin", daha "hızlı" bir Milli Görüşçü". 28 Şubat sırasında Erbakan, MGK kararlarının altına imza atarken, Erdoğan, askere kafa tutulmasından yanaydı. Turan Yılmaz’ın, "Tayyip/Kasımpaşa’dan siyasetin ön saflarına" adlı kitabında Erdoğan’ın, 28 Şubat döneminde RP’nin TBMM grup toplantısındaki çıkışı anlatılıyor: "Toplantıya, Abdullah Gül ile birlikte gelerek o gün için ciddi sayılabilecek bir gövde gösterisinde bulunan Erdoğan, Erbakan’ın kürsüde 8 yıllık kesintisiz eğitimi anlattığı sırada ayağa fırlayıp şöyle dedi: - Tabanımızı, imam hatipleri kendi elimizle boğamayız. Erdoğan’ın bu çıkışı salonda buz gibi bir hava estirirken, Erbakan sert bir tonda karşılık verdi: - Daha benim sözüm bitmedi. Kabadayılığın lüzumu yok, otur yerine. Salonda hava bir kez daha buz kesti. Erdoğan, sinirli biçimde yerine otururken, ’Bunu kabul edersek toplum bizi perişan eder. Tabanımız bunu hazmetmez’ dedi." Erdoğan, bu davranışı çocukluğunda ya da gençliğinde sergilemiş değil ki, şimdi değişmiş, ehlileşmiş olsun. Erdoğan’daki tek değişim, şiir mahkûmiyetinin ardından yaşandı ve AKP’yi kurarken fikirlerini yeni bir ambalaj içinde sunmaya karar verdi o kadar. Şimdi Cumhuriyet ve demokrasi yanlılarının Erdoğan ve AKP’ye karşı "kirpilerin ısınma mesafesi"nde durması gerek. Ne fazla yakın olup asıl kimlikleri unutulmalı; ne de fazla uzak durup düşmanlıklar büyütülmeli. Kirpiler, ısınmak için birbirlerine her yaklaştıklarında dikenleri birbirine batarmış. Acıyla uzaklaşır, ancak üşüdüklerinde yeniden birbirlerine sokulurlarmış. Yine dikenleri batar, yine kaçarlarmış. Ta ki hem ısınacak, hem de diken batmayacak uygun bir mesafeyi bulana kadar. Kuşkusuz biz de İslamcı politikacılarla barış içinde yaşamamıza uygun bir mesafeyi eninde sonunda bulacağız. Ama o mesafeyi tespit edene kadar, acılar içinde kıvranmamak için kirpilerden farklı olarak aklımızı kullanmalıyız. Deneme yanılma yolunda ısrar edersek kirpilerden farkımız kalmaz. Faruk Bildirici / Tempo / 14-20 Kasım 2002