KENDİ KENTİNDE KAYBOLMAK

...

KIRLANGIÇ YUVASI / 81

KENDİ KENTİNDE KAYBOLMAK

Doğup büyüdüğüm kentin sokaklarında kaybolacağım hiç aklıma gelmezdi. Caddelerini, sokaklarını, hatta çıkmazlarını bile avucumun içindeki kıvrımlar kadar iyi biliyordum. Gözlerimi kapatsam bile yolumu bulabilirdim. Ne de olsa benim kentim, benim evimdi.

Yanıldığımı dört yıl kadar önce bizzat yaşayarak anladım, olabiliyormuş. İnsan, kendi kentinde kaybolabiliyormuş.

Kaybolduğumu kendime itiraf etmekte zorlandım. Nafile bir çabayla çırpındım, oradan oraya koşturdum. Olmadı, yolumu bulamadım. Ne yana gitsem bilmediğim bir caddeyle karşı karşıya kalıyordum. Aşina olduğum en küçük bir nirengi noktası bile bulamıyordum.

En ağır darbeyi, kaybolduğumu kabullenmekle değil, oradan geçen birine yol sormakla aldım. Okuldan dönen bir lise öğrencisiydi. "Bu da kim?" dercesine süzdükten sonra soruma soruyla yanıt verdi:

- Yabancı mısın?

Midemde bir acı duydum. "Yabancı", kendi kentimde yabancı! Ona anlatmak istedim. "Ben bu kentte doğdum. Sonra başka kentlerde yaşadım. Kimi yıl hiç uğrayamadım, kimi yıl bir iki günlüğüne gelip geçtim. Ancak şimdi gezip dolaşacak zamanım oldu. Gördüm ki, bu kent çok değişmiş, çok büyümüş. Benim tanıyıp bildiğim bir yer olmaktan çıkmış."

Kendimi engelledim. Henüz bir kente yıllar sonra dönmenin ne demek olduğunu anlayacak yaşta değildi. "Yabancıyım" dedim kestirmeden. Yolu tarif etti, uzaklaştı. Gösterdiği yoldan ilerlerken "Yabancı mısın" sorusu kulaklarımda çınlıyordu. Dehşet içindeydim. Tam anlamıyla dehşet.

Hani olur ya, dostlarınız vardır; her zaman bir köşede var olduğuna, her gittiğinizde azalmayan bir sıcaklıkla sizi kucaklayacağına eminsinizdir. Bir el uzatımı mesafededir, canınız istediğinde uzanırsınız, yerinde bulduğunuzda içinizi mutluluk kaplar. Güven duyar, kaldığınız yerden devam edersiniz.

Ben işte o kadim dostumu yerinde bulamamıştım. Gerçi yerindeydi, ama çok değişmişti. Ne ben onu tanıyabilmiştim, ne de o beni.

O akşam yerel bir televizyon kanalında canlı yayına çıktığımda sıkıntıyı hâlâ üzerimden atamamıştım. Kendi kentimde kaybolduğumu, buna çok üzüldüğümü anlattım. Kentimle yeniden tanışıp, kaynaşmam gerektiği dersini çıkardığımı söyledim. "Burada büyüyüp, kentten kopup gitmiş çok insan olsa gerek" deyip, bir öneride bulundum:

- Türkiye’de her kent, karpuzuyla, kirazıyla, fıstığıyla övünür, yetiştirdiği meyvelerin adına festival düzenler. Gaziantep, yetiştirdiği insanlarla festival düzenlese, bu kentten doğup büyüyen sanatçılar, ressamlar, yazarlar ve diğer ünlüler gelseler nasıl olur? Böylece hem onlar kentleriyle yeniden buluşmuş olur, kent de kendi evlatlarıyla...

Ertesi gün, Gaziantep’in Şahinbey Belediye Başkanı Yaşar Ağyüz, destek verdi projeye. Hayata geçireceğini söyledi. Doğrusu o an inanamamıştım. Fakat Ağyüz, bu yıl söylediğini gerçekleştirip beni şaşırttı.

"Gaziantep değerleriyle buluşuyor" adlı bir hafta düzenledi. Kendi adıma, "Gaziantep evlatlarıyla buluşuyor" denmesini tercih ederdim. Ağyüz, basın müşaviri Nesrin Gözükızıl ile böyle karar kılmış.

Öyle güzel, öyle farklı bir hafta yaşadı ki, Gaziantep, anlatmak zor. Bu kentte doğmuş, sonra kentten ayrılmış bir demet insandık bir araya gelen. Edip Akbayram, Ülkü Tamer, Zeynep Göğüş, Ahmet Ümit, Arif Erkin, Lütfiye Aydın, Suat Suna, M. Adil Yalçın, Akif Dai, Yağmur Dai ve ben.

Söyleşiler, konserler, resitaller, paneller, sergiler, belgesel gösterimleri, farklı bir atmosferde geçti. Gaziantep’in evlatları, ürettiklerini kendi topraklarında sergilediler. Kent de evlatlar da mutluydu bu buluşmadan.

Edip Akbayram’ı hiç bu kadar keyifli görmemiştim. Türküleri, meydanda toplanan insanların üzerine ak güvercinler misali salarken yüzüne eşsiz bir gülümseme yerleşmişti...

Faruk Bildirici / Tempo / 20-26 Haziran 2002