KENDİ BAHÇESİNE BAKMAYANLAR

...

KIRLANGIÇ YUVASI / 120

KENDİ BAHÇESİNE BAKMAYANLAR

Turgut Özal, "Federasyon dâhil her konuyu tartışmamız lazım bizim" dediği sırada Türkiye’de büyük gürültü kopmuştu.

Celal Talabani o sırada Almanya’daydı. Gazeteciler Özal’ın bu sözlerini anımsatıp, "Özal’ın federasyon düşüncesi hakkındaki görüşünüz nedir?" diye sordular. Talabani, gülümsedi:

- Harika bir fikir destekliyorum.

Talabani’nin bu sözlerine ilk tepki, Dışişleri Bakanlığı sözcüsünden geldi:

- Talabani, Özal’ın ne demek istediğini anlamamış.

Kısa bir süre sonra Talabani, Türkiye’ye geldiğinde Özal’a sözcünün açıklamasını anımsattı. Özal’ın sözleri, Talabani’yi ferahlattı:

- Sen ne demek istediğimi dışişleri bakanlığımdan daha iyi anladın.

Körfez savaşının hemen öncesinde yaşanan bu olay da gösteriyor ki, 10 yıl kadar önce Irak’ta yaşayan Kürtler için cazibe merkezi Bağdat değil Ankara’ydı! Irak yerine Türkiye içinde bir federasyona dâhil olma fikrinin konuşulması bile Irak Kürtleri’ni mutlu etmişti.

Kuşkusuz Türkiye’den bekledikleri ışığı görebilselerdi, bu yönde adım atmaktan da kaçınmayacaklardı. Hem Talabani, hem de Barzani’nin o döneme ilişkin değerlendirmelerinde bu durum açıkça dile getiriliyor. Özal’a sempatiyle bakmalarının altındaki temel etkenin bu nokta olduğunu gizlemiyorlar.

Özal’ın başlattığı federasyon tartışmalarının üzerinden 10 yılı aşkın bir süre geçti. Şimdi roller değişti. Irak Kürtleri, bırakın Türkiye’yi bir cazibe merkezi olarak görmeyi, artık Türkiye’ye karşı nefret besliyorlar.  Türkiye aleyhine mitingler yapıyor, bayrak yakıyorlar.

Elbette duygular karşılıklı. Türkiye’de de pusulalar artık Irak Kürtlerine sevgiyi göstermiyor. Devleti yönetenler ağızlarını her açtıklarında Barzani ve Talabani’ye kızgınlıklarını ifade edip, aba altından sopa gösteriyorlar. "Sakın Kürt devleti kurmaya kalkmayın."

Amerika’ya bağlılık ve ekonomik çaresizlik ne kadar gerçekse Kuzey Irak’ta bir Kürt devleti kurulması korkusu da o kadar gerçek. Türkiye Cumhuriyeti devletinin Irak politikasını yönlendiren temel etkenlerden biri maalesef bu.

Ne paradoks ama. O zaman korkulan, Irak’taki Kürt bölgesinin Türkiye’ye katılmasıydı! Şimdi tam tersi söz konusu. Türkiye’deki Kürtlerin Irak’taki Kürt bölgesine katılmak istemesinden korkuluyor.

Adı konmasa da kastedilen bu. Türk Silahlı Kuvvetleri’ne ait tankların, topların, binlerce askerin Kuzey Irak’a sokulmak istenmesinin nedeni işte bu yersiz ve de anlamsız korku.

İyi de insana sormazlar mı? Peki ne oldu da 10 yıl içerisinde korkular yön değiştirdi? Asker gönderip Kürt devletini engellemeye kalkmadan önce sorunu -en azından bir bölümünü- kendi bahçemizde aramak daha doğru olmaz mı?

Kuşkusuz Güneydoğu’ya baktığımız zaman göreceğimiz manzara pek de olumlu olmayacak. Körfez savaşından bu yana geçen sürede bölgede birçok açıdan geriye gidildi.

Özal’ın Kürt ulusal kimliğiyle ilgili demokratik engelleri ortadan kaldırma girişimi öylece bırakıldı. "Anayasal vatandaşlık" kavramı hayata geçirilemediği gibi, gündelik yaşam da demokratikleştirilemedi.

Daha önemlisi PKK terörü tahmin edilenden daha ağır sonuçlar doğurdu. Siyasi sonuçları bir yana bölgenin ekonomik dengeleri alt üst oldu, refah düzeyi geriledi.

Köyler yakılıp yıkılınca kırsal alan ekonomik açıdan çöle döndü. Zorunlu olarak kentlere göç eden köylüler, kentlerdeki sosyal yaşamı değiştirdiler.

Eskiden köyden kente göç nispeten daha yavaştı; kent gelen köylüleri sindirir kendine benzetirdi. Göç baş edilemez bir hal alınca kent köylüleri sindiremez oldu. Sonuçta kentler köyleşti.

Kentlerdeki bu değişimi, o kentte doğup büyüdükten sonra yıllarca kentten uzak kalanlar daha çarpıcı biçimde fark ediyorlar. İstanbul’da yaşayan işadamı Ertuğrul Yüzen de yıllar sonra memleketi Siirt’e döndüğünde kentteki değişimin acısını içinde hissetti:

- Ne olmuş benim Siirt’ime? Eskiden sosyal yaşam canlıydı, beş sinema vardı. Sokaklar pırıl pırıldı. Şimdi bir tek sinema kalmamış, köy gibi bir yer haline gelmiş.

Sadece Siirt de değil, Güneydoğu kentlerinin neredeyse tümü bu durumda. Ne yazık ki, bir an önce önlem alınmazsa daha da geriye gidecek bu kentler.

Durum böyleyken yapılması gereken komşunun bahçesini düzenlemeye kalkmak değil kendi bahçemizi toparlamak olsa gerek...

Faruk Bildirici / Tempo / 20-26 Mart 2003