KEMAL ÖZTÜRK

...

“KARAYILAN YAKALANDI” HABERİ BİZİM HATAMIZ

Kemal Öztürk, önce Bülent Arınç’ın, ardından Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın basın danışmanlığını üstlendi. Başbakanlıktan ayrıldıktan altı aylık sonra sürpriz bir şekilde Anadolu Ajansı’nın Genel Müdürlüğü’ne getirildi. Arınç’ın, “Siyasi irade ajansımızın başına Kemal Öztürk’ün getirilmesini arzu etti” dediği devir teslim töreninden bu yana ajansta görev değişiklikleri, emeklilikler, rahatsızlık açıklamaları birbirini izliyor.

ANADOLU AJANSI: GENEL MÜDÜRLÜĞÜ BÜLENT BEY TEBLİĞ ETTİ

Anadolu Ajansı ile ilgili de söylentiler çok oldu, kulis yaptım diye. İşin doğrusu şöyle, şubat ayında Sayın başbakanımızdan müsaade isteyip ayrıldık. Ve İstanbul’a taşınmak, uzun soluklu çalışmalar yapmak istiyorum artık diye basın açıklamasında yazdım bunları. Evimi İstanbul’a taşıdım. Parlamentodaki kadromu İstanbul’a aldırdım. Hayatımın en güzel altı ayıdır, kitaplar, entelektüel insanlarla görüşüyorum. Türkiye’nin en saygın hattatlarından Hüseyin Kutlu beyden hat kursuna başlayacağız. Benim bir de dalgıçlık, trekking merakım vardır. Meşhur Likya yolunda yürürken bir telefon geldi, Bülent Arınç sizinle İstanbul’da şu tarihte görüşmek istiyor diye. Sonra Bülent Bey ile görüştük, “Sayın Başbakan ile beraber AA’da bir değişiklik düşünüyoruz. Senin isminde karar verdik” dedi. Zaten ne diyebilirim? Büyük bir onurla görevi kabul ettik. Hilmi Bengi’nin emekliye ayrılmasında TRT ile yaşanan sorununun etkisi yok. Neticede bir görev değişikliği. Sekiz yıl görev yaptı. Kendisi de ifade etti, hükümet ile ilişkileri son derece iyiydi. TRT’nin aboneliği kesilmişti bir süre sonra yeniden abone oldu. Ben göreve gelmeden önce sorun çözülmüştü. TRT Genel Müdürü’nün o fotoğrafını çeken foto muhabiri ile ilgili bir şey de olmadı.

ÖZERKLİK: BİZ DEVLETİN RESMİ AJANSIYIZ

Biz devletin resmi ajansıyız. Kimse bizden başka bir ülkenin ajansı gibi davranmamızı beklemesin. Ama biz bu devlet ajanslığımızı bir siyasi parti ile siyasi organizasyon ile ilişkilendiren bir mantıkta değiliz. Biz habercilik yarışına girdik. Günde 17 özel haber üretirken, bu sayı 100’e çıktı. Yeni ürünler çıkarıyoruz biz. Şirket haberleri bülteni ve özel haber bülteni yeni ürünler. 16 bölgemizi bağımsız birer ajansa dönüştüreceğiz, oradaki haberi orası okuyacak, yayınlayacak. En büyük hedefimiz yurt dışına açılmak, İngilizce ve Arapça bülten çıkarmak. İngilizce bülteni önümüzdeki yıl hayata geçireceğiz inşallah. Hedefimizi hükümete anlattık, çünkü desteği orası verecek. Hükümet olumlu karşıladı. AA, büyük değişim geçirecek, çok büyüyecek, kalifiye eleman sayımız daha da artacak. Bizim bir hayalimiz var. O da dünyanın en etkin beş ajansından biri olmak.

HAKARET ETMEDİK: EMEKLİ OLSUNLAR DİYE KORKUTMADIK

Evet, ajansımız 2010 yılında 65 milyon lira zarar etti. 2011 yılında 71 milyon olacak bu zarar. Bu sübvanse ediliyor hükümet tarafından. Harcamalarımızın yüzde 85’i personel giderleri. Böyle bir kurum gelişemez. 115 arkadaşımız var emekliliği hak etmiş. Bu arkadaşlarımızın kuruma yıllık maliyeti 20 milyon 450 bin lira. Emeklilik meselesi yıllardan beri hep problemiymiş ajansın. Biz geldik bu arkadaşlarımızla konuştuk. Bu 115 kişiden 85’i emeklilik dilekçesi verdi. Hiçbirini sürmemişiz, hakaret etmemişizdir. İş tanımlarında değişiklikler yaptık tabii. Sendikanın basın açıklamasında baskı yaptığımdan tutun insanları korkuttuğumdan, sözlü ve yazılı savunma taleplerinin arttığından söz ediyorlar. Ben de diyorum ki, bakın göreceksiniz bu ajans koşacak. Geride kalanların mazeretleri bir süre sonra duyulmayacak. 85 arkadaşımız emekli oldu haber sayımız yüzde 140 arttı. Bu insanların haber için heyecanlandığını gösteriyor.

SORUŞTURMA AÇILDI: HATAMIZ KARAYILAN ADINI EKLEMEK

Brucerdi, bir açıklama yaptı, “PKK’nın ikinci adamı yakalandı” diye. Bu haberin tercümesini gönderdi oradaki temsilcimiz. Bu haberi birkaç yerden kontrol ettik. Orada var mı, gerçekten yayınlamış mı İRNA? Yayınlamış. Gazetecilik olarak tek hatamız şu, Brucerdi, Karayılan dememiş, tırnak içindeki ifade “İkinci adam.” Hatamız “ikinci adam” lafının yanına (Murat) Karayılan kelimesini eklemektir. Ama Farsça olduğu için çifte kontrol yapamadık. Bunu fark edince düzeltmeyi hemen yayınladık. Kabul ediyoruz biz o hatayı. Karayılan’ın adını neden tırnak içinde yazıyorsun? Ya bu bir manipülasyon ise ya bir sabotaj ile karşı karşıyaysa Türkiye? Şimdi bununla ilgili soruşturma açmayayım mı? Tahran temsilcimiz ve redaktörüne kınama cezası verilmesi disiplin kurulunda. Soruşturma açılan öbür konu Genelkurmay Başkanı (Koşaner) meselesi. O da bizim hatamız. Haberi önce istifa etti diye geçtik, sonra emekliye ayrıldı oldu. Muhabir öyle yazıyor, redaktör geçiyor, müdür müdahale etmiyor. O silsilenin hepsi savunma veriyor. Yılda 600 düzeltme yayınlıyoruz. Şunu dedim idareci arkadaşlara, neden düzeltme yapıyoruz, hiç sordunuz mu muhabire? Hiç sorulmamış. Ben sordum.

BORÇLUYUM: OĞLUMA ONUN İSMİNİ VERDİM

Babam Azeri göçmeni, annem Kürt. Babamız erken yaşta vefat ettiğinde Sevim ablam, yedi kardeşini alarak aileyi Taşlıçay’dan Ağrı’ya taşıyor; oradan da Sakarya’ya amcamın yanına. Ailenin liderliğini yapıyor 17 yaşında. Sakarya’ya geldiğimizde ben dokuz yaşındaydım. Çok yüksek bir fakirlik yaşadık Ağrı’da. Sakarya’da şartlarımız biraz düzeldi. Fakirlik derin bir izdir, çok kolay silinmez. Çocukluğumda bir kahramanım vardır benim. Ortaokuldan itibaren bütün hayatımla ilgilendi. Buna modern tabirle yaşam koçluğu deniyor. Sakarya üniversitesinde okuyan bir mühendisti Asım Akıncı. Abimin arkadaşıydı. Okuma, soru sorma alışkanlığımı ona borçluyum. Asım abinin toplantılarında Weber’i, Marks’ın felsefesini ama aynı zamanda Abdullah Cevdet ve Seyyid Kutup’u tartışmışızdır. Necip Fazıl’dan tutun Seyyid Kutup’a, Cemil Meriç’e ve Hasan El Benna’ya kadar İslam dünyasının tercüme edilen bütün kitaplarını okuduk. Edip Yüksel gençlik yıllarımızın büyük fenemoniydi. Batı klasiklerini de okudum. Özellikle Sefiller hayatıma çok etki eden bir kitaptır. Paramız olmadığı için nöbetleşe okurduk kitapları. Maalesef Asım abi, 32 yaşında bir trafik kazasında vefat etti. Kazada eşi öldü, bir çocuğu öldü. Oğlu kazadan kurtulan tek çocuk. Kazadan sonra dedesi onu alıp Malatya’ya köyüne götürdü. 15 sene sonra çocuğa ulaşabildim. Şimdi babasının bana yaptığını ben oğluna yapmaya çalışıyorum. Bursa’da Tıp okuyor. Oğluma onun ismini verdim. Oğlumun ismini zikrettikçe küçük de olsa vefa borcumu ödemeye çalışıyorum.

ÖĞRETMENLER: ATÖLYE ŞEFİMİZ DAYAK ATTI

Ortaokuldan sonra Meslek Lisesi elektrik bölümüne gittim. Aslında elektriğe çok büyük ilgim vardı. Atölye şefimiz dayak attı bana. Beni nefret ettirdi elektrikten. İngilizce hocam da beni İngilizceden uzaklaştırdı. Kurşun kalemlerin üzerinde John Faber yazıyor biliyorsunuz. Ben de orta 1’de ilk defa İngilizce ile tanışıyorum. Çok meraklı bir çocuğum. Hemen zıpladım hocam hocam. “Bu John Faber ne demek?” dedim. “Bu da soru mu?” şudur budur. Zaten beden eğitimi öğretmenimizdi İngilizce dersimize geliyordu. O hocanın negatif etkisini ancak 30 yaşımda kırabildim. İngilizcesiz gazetecilik yapamayacağıma kanaat getirince 1999’da arabamı sattım; iki çocuğumu, eşimi annesine bıraktım çekip gittim. Kanada ve Amerika’da kaldım bir yıl. İngilizceyi orada çözebildim. Döndüğümde beş kuruş param yoktu.

ESKİCİ DÜKKÂNI: BEN BURAYA AİT DEĞİLİM DEDİM

1990 yılında liseyi bitirdikten sonra üniversiteye gitmedim. Çalışmak zorunda kaldım. Gemi söküm şirketlerinde çalıştım; çaycılık, pazarcılık, aklınıza gelebilecek bütün o işleri yaptım. Ama okuma isteğim hiç bitmedi benim. Hayatımın dönüm noktalarından biri, Sakarya’da bir eskici dükkânında işe başlamam olmuştur benim. Abim işletiyordu ben de onun yanında çalışıyordum. Eski eşya alıp satıyorduk. Arka tarafı duvarı yerine tahtalarla kapatılmış, içinde böcekler dolaşan metruk bir yerdi. Film gibi ama bir gün dükkânda otururken “Ben buraya ait değilim” dedim kendi kendime. Liseyi bitirdikten beş yıl sonraydı bu. Yalvar yakar abimden yarım dershane parası buldum. Dükkândaki boş vakitlerimde ders çalışıyordum. Üniversite imtihanına girdim ve kazanamadım. Ertesi sene bir daha girdim, bu sefer kazandım. Yıl 1991.

DERGİLERE YAZDIM: DİNİ DUYGULARI YÜKSEK İNSANLARIZ

Üniversitede okurken evliydim, çocuğum da vardı, çalışıyordum bir yandan da. Ev kirasını ödeyememeye kadar bir sürü sıkıntının arasında okudum. Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesine girmem bilinçli bir seçimdi. Yazıya çok merakım vardı. 14-15 yaşından beri günlük tutarım. 1990’da dergilerde yazı yazmaya başlamıştım. Milletvekili Mehmet Metiner’in yayın yönetmenliğini yaptığı Girişim dergisine yazdım. Girişim, bizim muhafazakâr camianın önemli bir dergisiydi. Çok kaliteli, çok elitti yani. Orada yazmak büyük olaydı. Mizah ve din sosyolojisiyle ilgili yazılar yazıyordum. O alışkanlık 95’e kadar sürdü. Selam, Meydan, İmza, Nehir ve Yeni Zemin dergilerinde yazdım. Kitap dergisi vardı. O derginin Yayın Kurulu’ndaki isimler bugün siyasetin aktif isimleridir. Yalçın Akdoğan, İhsan Arslan, Zeynep Karahan Uslu, Ömer Çelik de vardır. Çok okuyan, çok sorgulayan hiçbir yere bağımlı olmayan müthiş entelektüel bir ekiptir. Biz bağımsız muhafazakâr, dini duyguları yüksek insanlarız. Ne bileyim, İran gibi, solcular gibi olmasa da biz de kendimizi devrimci hissediyorduk. Yeşil parkalar giymeler, Filistin poşusu takmalar. O etki sürmüştür. Siyaset ile hiç ilgilenmedim desem yeridir. Kendimize ait bir dünyamız vardı.

GAZETECİLİK: BANA FIRSAT VERİN DEDİM

Çok istekliydim gazetecilikte. Yeni Şafak’ın bir yayın yönetmeni vardı, şimdi milletvekili olan Nabi Avcı. Gittim dedim ki, “Ben gazeteci olmak istiyorum lütfen bana bir fırsat verin.” Beni bir özel haber editörünün yanına gönderdi. O editör bir haber yazdırdı bana. Tabii olmadı. Filmlerdeki gibi suratıma fırlattı kâğıdı. “Git haber yap, sana köşe yazısı yaz demedim.” Direttim, gitmedim oradan. Anadolu Ajansı’nı, gazeteleri okuyorum, başlıkları nasıl, dil nasıl? Bir ay sonra Nabi beyin karşısına çıkana kadar iki manşet, bir sürü birinci sayfa haberi çıkarmışım. “İstediğin bölümde çalışabilirsin. Senden özel haber istiyorum” dedi. Gazeteciliğe böyle başladım 95’te. O günden beri hep özel haber yaptım. Çok hızlıydım. Başladıktan dört ay sonra Bosna’da savaş muhabirliği yaptım. Meşhur NATO bombardımanını gördüm, Saraybosna’ya dağdan girdim. Arabamız tarandı. Bosna’da kaldığım süreci “Bir göç felsefesi” ile ilgili kitap yaptım. Belgesellerim “İlk Meclis” ve Pera Palas”ı kitaplaştırdım.

BELGESEL: RTÜK BELGESELİMİN YAYININI DURDURDU

Kanal 7’de Haber merkezinde editördüm. Doğrusu çok zevkli, keyifli habercilik yaptık. Sonra büyük bir belgesel tutkusu başladı. 1997’de Sarıkamış dramını anlatan bir belgesel yaptım. “İlk Meclis belgeselinin üç bölümü yayınladıktan sonra Kanal 7’ye RTÜK’ten bir yazı geldi; “Halide Edip ve İsmet İnönü’nün anılarından yapılan alıntılar resmi tarih tezine uygun görülmemiştir. Dördüncü bölümü yayınlamayın.” Onlar da yayınlamadılar tabii. 1998’di. Kadın hareketi tarihi ve Halide Edip konulu belgesel yaptım. 2001 krizinde ilk biz belgeselcileri işten çıkardılar. Ama o gün ödül aldım Yazarlar Birliği’nden. Sonra bağımsız belgeseller yaptım. İtalya’ya RAI televizyonuna, El Cezire’ye yaptım.

KİTAP: MAHKÛM OLDUĞUM KİTAP HEP KARŞIMA ÇIKARILIYOR

Girişim dergisinde “Mir Mahmut Rıza” diye mahlas isimle mizah yazıları yazıyoruz. Mizah kitabı yayınlayalım diye kendi kendimi zorluyorum. Kitap matbaada basıldı, büyük bir heyecanla bekliyorum. Yayıncı aradı, dedi ki savcılık el koydu kitaplara. Nükte Yayınevi, Rahmetli: Bir Garip Oğlanın Hikâyesi” diye internette var ama o kapağı. Kitap yayınlanamadı. Sonra Cumhurbaşkanı Demirel’e hakaretten 1 yıl hapse mahkûm oldum, ceza ertelendi. Kitaptaki hikâyelerin hayali kahramanlarının birbirleriyle kavga ederken sarf ettikleri sözler bana ait sözlermiş gibi her yeni göreve başladığımda karşıma çıkarıldı. Bu internette dolaşan meşhur “Laikleri şişe geçireceğiz” meselesinin kitaptan alıntı olduğu, benim söylediğim söyleniyor. Hiçbir zaman `laikleri şişe geçirmek’ gibi saçma fikirlere sahip olmadım. Öyle olsa mahkeme, Atatürk ve laiklik ile ilgili konulardan dava açardı. Bu kitap her yerde karşıma çıkıyor. Basın kartı başvuruma ret cevabı aldım. Mahkûmiyet kararımı yanlış okumuşlar. Sonradan dava açtım, aldım basın kartımı.

DANIŞMANLIK: ARINÇ HATALARINI SABIRLA DİNLERDİ

İktidar değişikliği olunca Ankara’da danışman arayanlar çoğaldı. Bir aracı oldu, düşünür müsünüz diye. Bülent Arınç aradı, “Gelin bakalım konuşalım” dedi. Gittik ilk görüşmede bir elektrik oluştu işin doğrusu. Bir konuşma metni istedi. 23 Nisan’da ilk mecliste konuşma yapacaktı. O konuşmayı dört kişiye daha yazdırmış. “İlk Meclis” belgeselini yapmasaydım o konuşmayı öyle yazamazdım. Bülent Bey beni üç ay denedi azizim. Konuşma metni yazdırıyor, politik sorular soruyordu. Danışman olduğumda her hafta rapor verirdim kendisine. Bu hafta yaptığınız iletişim hataları. “Bunları benim yüzüme oku” dedi. “Hadi canım sen de” demeden sabırla dinlerdi. Muhteşem bir zekâsı vardır tabii. Bir hatayı ikinci kere yapmadı. Danışmanı kullanma konusunda muhteşem bir yeteneği vardır. Onun ilk devlet deneyimi, benim ilk danışmanlık deneyimim. Böyle birbirimize, etrafa çarpa çarpa ben danışmanlığı öğrendim, o da devlet yönetimini öğrendi.

BAŞBAKAN DANIŞMANLIĞI: GAZETELERDEN RİCADA BULUNDUK

Meclis Başkanın bütün etkinliklerini ve iletişim politikasını tek merkezde topladık, adına “İletişim ofisi” dedik. Ankara basını da muhafazakâr. “Kim bu ukala kendine iletişim danışmanı dedirtiyor” dediler. Ankara’da İletişim Danışmanı kavramını ilk biz kullandık. Sonra yayıldı. Bülent Beyin meclis başkanlığı sona erince bizim kalmamız uygun olmazdı. Biz de Sayın Başbakanımızın yanına geçtik. Cezaevine girmeden önce hayatını belgesel yapmıştım Kanal 7’ye. Başbakanımızın danışmanı olduğum zaman o belgeseli izlettim. Tanıyamadı beni. Ben sakallıydım o zaman. Akif Beki’den sonra yakın ekibe yani uçakta seyahat eden ekibe dâhil oldum. Son üç yıl da Başbakan ile geçirdik. Ben gazeteciyi sınırlandırmaktan ziyade kaynağı kontrol etmekten yanayım. Yine de kontrol edilemediği de olur. Bu müdahale etmemiz gereken bir devlet politikası ise ricalarda bulunduk. Bizden de ricalarda bulunurlar. Bu ricayı genel yayın yönetmeni isterse karşılar, isterse karşılamaz. Hepimiz aynı geminin yolcusu isek bu gemiyle ilgili bir güvenlik sorunu oluşmuşsa bir görüşme olur, olmuştur da. Ama iddia ediyorum minimum düzeydedir. Belki benden önceki danışman arkadaşlar bu sıkıntıları daha çok yaşamışlardır. Benim dönemim başbakanımızın, onu izleyen muhabirlerin tecrübeli dönemleriydi.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 25 EYLÜL 2011

© 2019 Faruk Bildirici - Medya Ombudsmanı. Tüm Hakları Saklıdır.