HÜSEYİN ANGOLEMLİ

...

Hüseyin Angolemli, Kıbrıs’ta TMT saflarında Rumlara karşı çatışmalara katılmış, yıllarca matematik öğretmenliği yaptıktan sonra da siyasete girmiş bir sosyal demokrat. 25 yılı aşkın milletvekilliği sırasında bir süre de TKP Genel Başkanlığı yaptı. Geçen yılki ara seçimde Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’nun kızıyla giriştiği yarışı kazanıp yine Meclise döndü. Ve Türkiye’de büyük yankı uyandıran Toplumsal Varoluş mitinglerinin destekçilerinden biri Angolemli.

YAŞASIN KRALİÇE: RUMLAR OKULUN ADINI DEĞİŞTİRDİ

1944’te doğdum, İngilizlerin sömürgesiydik. Sabahları okulumuzda İngiliz bayrağı çeker, “Yaşasın kraliçe” derdik. Benim köyümde Rum yoktu, tamamen Türk köyüydü. Önce Rumların direnmeleri başladı. İngiltere, yüksek maaşlar vererek Türklerden bazılarını İngiliz polisine aldı. Böylece Türkler ile Rumları karşı karşıya getirdi. Kıvılcım orada çaktı. Biz de başladık “Ya Taksim ya ölüm” diye direniş örnekleri vermeye. Lefkoşa’da ortaokulda öğrenciyim o zaman. Ben de katıldım o eylemlere. Menderes döneminde bizimle ilgilendiler. 1959’da Londra’da anlaşma imzalandı ve Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu. Bu anlaşma yapıldığında bizi Lefkoşa sokaklarında yine yürüttüler. Elimize bir yafta verilmişti üzerinde terazi vardı, bir tarafta para. Sattı bizi Türkiye anlamında. Sonra bizimkiler, kendilerini affettirmek için benim gittiğim lisenin ismini Celal Bayar Erkek Lisesi koydular. Kız lisesinin adı Victoria idi onu da Adnan Menderes Kız Lisesi yaptılar. Menderes idam olup, Bayar hapse atılınca bu isimleri hemen kaldırdılar.

İNÖNÜ’NÜN ÖNGÖRÜSÜ: PAŞAM ÇİZMELERİNİ GİY

Matematiği çok sevdiğim için o bölüme girdim. Yoksa bize bütün okullar açıktı. İstesem mühendis. Doktor da olurdum. Hem babam maden işçisiydi, yedi kardeştik. Bir an önce okuyup geleyim de aileme katkıda bulunayım dedim. İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nde matematik bölümüne girdim. İkinci senemde Kıbrıs’ta olaylar başladı. Ankara, İstanbul’da okuyan Kıbrıslı öğrenciler canlandı. “Türkiye, Kıbrıs’a” diye mitingler yapmaya başladık. Bir gün askerden bir cop yedim hâlâ elimi dokundurduğumda orası ağrır. Bir akşam açlık grevi yaptık. İnönü’ye telgraf çektik, “Paşam çizmeleri giy Kıbrıs’ı al”. O da hemen cevap verdi; “Sevgili çocuklarım çizmelerimi giyerim, Kıbrıs’ı alırım ama unutmayın biz inat bir ulusuz girdiğimiz yerden çıkmayız. Ambargolara hazır değiliz. En az on sene bekleyeceksiniz”. Yıl 64’tü, hakikaten on sene sonra 74’te çıkarma oldu. Demek, İnönü’nün bir öngörüsü vardı.

KIBRIS’A ÇIKARTMA: ZİR VADİSİNDE ASKERİ EĞİTİM GÖRDÜK

Olaylar arttıkça artıyordu. “Siz çıkmazsanız bizi çıkarın Kıbrıs’a” diyorduk. Sonra 500 kadar Kıbrıslı öğrenci, 20 otobüse doluşup, Antalya’ya gittik. Bir dükkânın camlarını kırıp av tüfeklerini aldık. Limandaki bekçinin tabancasına el koyduk. Denizde kömür yüklü bir gemi vardı, sandallarla çıktık. Ama gemiyi Kıbrıs’a götürecek kimse yok aramızda! Gece, yarımız gemide yarısı karada bekledik. Sabah Antalya valisi geldi, bizi otobüslere bindirip geri gönderdi. Biz böyle yapınca önce bizi İstanbul’da eğittiler. Sonra Ankara’da Zir köyü var, hani Ergenekon’un mühimmatlarının bulunduğu yer. O haberleri okuyunca o günlerimi hatırladım. Kore’de bulunmuş emekli subaylar bizi eğitti orada. Bizi Antalya’ya götürdüler. “Kıbrıs’a çıkarma yapacağız” dediler, bizi bir gemiye bindirdiler. Fakat baktık tekrar Antalya’dayız. Tahsin binbaşı, “Geri döneceğiz çıkarma olmayacak” deyince moralimiz bozuldu. İstanbul’a döndük, o zaman Türkiye’de taciz yapanların saçlarını dipten keserlerdi. Bizim de asker tıraşıydı. Beyoğlu’nda falan yürürken tacizci şeklinde muamele gördük. Sokağa çıkamaz olduk. 15 gün geçmeden tekrar çağırdılar. Bu defa bir hücumbotla Erenköy’e çıkardılar bizi. Hücumbota binmeden önce üzerimizde bizi tanıttıracak evrakları denize attırdılar. Ben orada hata yaptım, günlüğümü de çöpe attım.

YARALANDIM: EYVAH RUMLAR İZMİR’İN RÖVANŞINI ALACAK

Geceleyin Erenköy’e çıktık. Bizi köylere, araziye dağıttılar. Nöbet tutarken mevziden mevziye çatışma olurdu. İlk çatışmalarda hepimiz korkuyorduk. Barış zamanında kabadayı, güreşçi olanlar korkak çıktı. Okuyan, sanatla ilgilenen bazı çelimsiz tipler de çok cesurlardı. Mesele cüsse ile ilgili değilmiş. Tabii zamanla İstanbul’u, Ankara’yı özlemeye başladık. Genç insanlar yokluğa sıkıntıya dayanamaz tabii. Çatışmalar giderek yoğunlaştı ve Rumlar büyük bir saldırıya geçtiler. Erenköy’de iki Türk subayın emriyle geri çekildik. Sabaha yakın bir tepeye çıkarken yorulmuştuk. Baktık bir mevzi, otomatik tüfeğe de uygun. Çok geçmeden kendimi havada buldum. Rumlar bizi görünce bubi tuzağı bırakıp çekilmiş. Arkadaşımız Fevait, oradaki taşı o kıpırdatmıştı, bubi tuzağı da ona bağlıymış. O şehit düştü, benim de bileğimden kan fışkırıyordu. Bir baktım o masmavi denize. “Yazık 19’umda gidiyom.” Sonra arkadaş bize yardım etti dağları aşarak köye indik. Doktor köyde ilk müdahaleyi yaptı. Bir yandan havan topları yağdırıyordu Rumlar. Moralimiz bozuldu. Artık inandık ki Rumlar bizi denize dökecek. Hep gökyüzüne bakıyoruz, nerede kaldı uçaklar diye. “Vallahi Yunanistan, İzmir’in rövanşını burada alacak” diyorduk. Tam Rumlar, artık mevzilerimizi yarıp köye girecekken uçaklar geldi! Hepsini bombalayıp dağıttı uçaklar. Tabii sevindik biz. Ertesi gün bizim uçaklar bombalamaya devam etti.

BARIŞI ÖĞRENDİM: RUM YARALILARLA DAYANIŞMA ÖYKÜSÜ

Bana sen Lefkoşa’ya gidersin dediler. Elimde şarapnel parçası kalmıştı, onu çıkaracak doktor yoktu orada. Ben bırakın burada yaşayacağımız kadar yaşayalım dedim. Dinlemediler beni. Geldi İsveçli askerler, onların Reoya bindirdiler. Yapmayın etmeyin gitmek istemeyik. İki yaralı daha getirdiler. Çıkar çıkmaz girdik Pirgo denen büyük Rum köyüne. Hemen Rum askeri durdurdu bizi. Mavi bayrak sallanır tabii barış gücünün. Ne yapacağız? Ben ağır yaralı pozu yapayım belki öldürmez beni. Yine de dinlemediler. Bir Rum, tuttu beni iki ayağımdan torba gibi çekti çekti. Tam geldi kamyonun ucuna. Alıp kurşuna dizecek. Allahtan uçaklarımız geldi yine. İsveç askerine “Hadi kaçalım” diyorum. “Olmaz” diyor. Neyse uçaklar birkaç sorti yaptı. Bu sefer onlar getirdi yaralılarını attılar kamyona bizim yanımıza. Ben de sevindim karışacağız şimdi diye. İki silahlı Rum’u da yanımıza koydular. Yola çıktık mı hep beraber. Geldik Türk köyüne. İnin aşağı dediler Rumlara. Halledecekler hepsini. O Rumlar korkularından bize bakarlar. Önümüzde bir Rum köyü daha var; sonra yine Lefke var Türk köyü. Dedik arkadaşlar, almayın bunları. Alırsanız biz ne olacağık Rum köyünden geçemeyiz? Kurtardık bunları yine yol aldık. Sarıldılar bize. Çıkarttılar bize sigara verdiler. Başladık yarı Rumca yarı İngilizce sohbete. Sonra geldik Rum köyüne. Onlar indi pat pat aşağı. “Bunlar kim” dedi bir Rum asker. Eyvah yandık derken arabadan inen Rum, “Onlar da bizden” dedi. Tabii sevindik. Lefke’ye geldik ama ben artık isyanlardayım. Lefkoşa’ya gitmem, burada kalacağım. “Olmaz burada doktor yok” diyorlar. Neyse ertesi gün barış gücü helikopteri aldı bizi götürdü Lefkoşa’ya. Orada tedavi gördüm. Fakat o savaşı görünce anladım barış nedir? Dünyaya bakışım çok değişti.

SOYADIM: SEÇİMDEN ÖNCE ANGOLEMLİ OLDUM

Demirel, oturdu Yunanistan ile anlaşma yaptı bizi Erenköy’den çekmek için. Barış gücünün gözetiminde gemiye binerken Rumlar “Eee korkaklar kaçıyorsunuz. Yuh size” gibi dalga geçiyorlardı bizimle. İstanbul’a döndüğümde artık Kıbrıs’a dönme fikrim yoktu. Üniversite bitince orada asistanlık yaptım. Fakat sonra hocanın beni Londra’ya gönderme sözünü tutmamasına kızarak istifa ettim. Burada öğretmene ihtiyaç vardı. 68-69 ders yılında döndüm. Mağusa’da Namık Kemal Okulunda öğretmendim, üç ayda bir de seferberliğe giderdik. İlkokul Öğretmenler Sendikası vardı, sonra lise öğretmenleri sendika kurdu. Liselilerin kurucularından biri benim. Sosyal demokrat bir parti olan TKP’yi kuranlardan biri komşumdu, beni gelip buldular. Ben öğretmenliği seviyordum, 12 yıllık öğretmenliğim vardı. Ben aday oldum o zaman. Soyadım Bostancıoğlu idi. Fakat herkes “Angolemli” olarak tanıyordu. Aday olurken nüfusa gittik, soyismimizi değiştirdik. Bostancıoğlu diye girsek kazanamazdık. Angolem, bizim Taşpınar köyünün eski adı. Fransa’da da Angolem diye bir kasaba var. Bizim köyün bir tekerlemesi vardır, “Angolem hava yolları” diye. Bizim köyden biri, evinin balkonundan kendi yaptığı uçakla uçmaya çalışmış. 81’den 2005’e kadar milletvekili seçildim. 30 seneyi bulacak yani. Siyasete girdikten sonra kendimi daha çok çiftçi hayvancı kesimin sorunlarına verdim. Uzmanlaştıkça tadını da aldım. Seviliyorsunuz yav.

KKTC’NİN İLANI: DEVLET İLAN ETMEYE HAZIR DEĞİLDİK

Kıbrıs Türkleri hazır değiliz, elektriğimizi bile Rumlar’dan alıyorduk, nasıl bağımsız devlet kuracağız diyorduk. Derken aniden bir akşam çağırdılar bizi Denktaş beyin sarayına. Bütün milletvekillerine bir ziyafet çektiler. Denktaş Bey telefona gitti heyecanla. O da senaryoydu yüzde yüz. Geldi, “Evet arkadaşlar, Ankara’dan beklediğim haber geldi. Yarın KKTC’yi kuruyoruz. Herhalde buna karşı çıkmanlar olursa yeni mecliste yeri olmaz” dedi. Daha Evren, Özal’a devretmemişti yönetimi. Türkiye’deki sivil hükümet asla buna izin vermezdi. Ertesi gün gittik meclise. Hâlâ daha kararsızdık. Denktaş Bey yaş dala basmaz diye bir söz var. Oylamadan önce imza sirküleri çıkardı, önce UBP’ye imzalattı. Kabul ediyorum falan. Pencereden bir baktım partimin örgüt başkanları belediye başkanları hepsi orada. Dedik biz nasıl itiraz edeceğik? Bir baktık herkes imzalamış, solcular da imzalamış. Yapacak bir şey kalmadı. Dedik tamam, imzaladık. O zaman hazır değildik, erken ilan edildi. Nitekim hâlâ daha çekiyoruz. Alt yapısı olmadan devlet kuruldu. Devletin ismine Türk konulmaması da konuşuldu. Denktaş Bey, “Kolordu, içine Türk komazsanız ne Mehmet savaşır ne de Anadolu kabul eder. Türk koyacaksınız’ demiş” diye anlattı. Öyle KKTC oldu tabii.

12 EYLÜL: BİZİ GENELKURMAY’A ÇAĞIRDILAR

Nasıl askeri idare Türkiye’de sol hareketi biçtiyse TKP’ye de zararı oldu. Elçilikten bize mesaj geldi. “40 milletvekili birden Ankara’ya gidecekmişiz!” Bu daveti reddettik, dünyaya karşı ayıptır yav! İkinci davet geldi, “O zaman yarısı gelsin.” İyi dedik, gittik. Önce bir başbakan yardımcısı, İskan bakanımızı azarladı. Sonra bizi Genelkurmay’a götürdüler. Bir subay çıktı, “Biz terörü böyle ezdik” diye slaytlarla anlatıyor. “Siz de bizim gibi yapacaksınız.” Kıbrıs’ta nerede terör var yav? “Ekonomiyi mahvettiniz” diye de bizi haşladı. Işıklar yanınca Fuat Bey söz aldı, “Bizde terör merör yok. Bizde terör bir şekilde olur sizden ithal olursa” dedi. 74’te Ecevit, dedi ki, “Ey Kıbrıslılar, kooperatif kurun, KİT’lerle kalkının.” Anavatanı dinledik, KİT’leri kurduk. Derken Demirel geldi, “Böyle olmaz özelleştireceksiniz”. Onu dinledik, KİT’leri sattık fabrikaları söktük. Şimdi asker geldi, ikisi de yanlış diyor. Peki suçlu kim? Siz mi, biz mi? Güzel özetlemişti durumu. 86’da biz hükümet ortağı olduk. Özal geldi, dedi ki “Siz bankacılık ve turizmle uğraşın. Bizde her şey var.” Ortağımız kabul etti ama biz karşı çıkıp koalisyondan ayrıldık. Ne oldu sonra? Türkiye para bakımından kendine bağladı bizi. Yardımı kestiği an maaş ödeyemez hükümet. Bu toplumda maaş çekerek yaşayan 70 bin civarında. Mesela ben on yıllıktan emekli oldum. Bunu bize Türkiye tavsiye etti. İstihdama yardımcı olur dedi. Bir öğretmen emeklisi 3 bin lira civarı alır. Müsteşar emeklisi 6 bin lira alır. Erdoğan Beyin dediği gibi 10 bin alan yoktur. İşe yeni başlayan bir kamu görevlisi, 1500 lira alır. Erdoğan o besleme sözüyle Kıbrıs Türkünün tepkisini aldı. Öyle söylemeseydi ikinci miting o kadar kalabalık olmazdı.

VAROLUŞ MİTİNGLERİ: POLİSİMİZ YOK İTFAİYEMİZ BİLE YOK

Ben TKP’nin Genel Başkanı iken Tayyip Erdoğan ile görüştük. Annan planının hemen öncesiydi. “Sayın başkan, bu kimlikle girmeye çok eleştiri getiriyorsun” dedi bana. “Getireceğim Sayın başbakan. Onlar gelir yerliler işsiz kalır, sirkatler (hırsızlık) başladı. Pasaport olsa bir denetimden geçerler” dedim. “Olabilir gelecekler” dedi. Burada nüfusunu bilmeyen, kapıları ardına kadar açık bir ülke var. 1986’daki koalisyonda Çalışma Bakanlığı’nı biz almıştık. Kaçak işçileri tespit ederdi bakanımız. Polis de yakalar, gemilere kor geri gönderirdi kaçakları. Beşincisinden sonra durdu bu iş. Polis amirini çağırdık niye yapmıyorsun görevini? “Komutanımız, ‘Burası Almanya mı’ diye bize kızdı.” Sonra hoş olmayan olaylar başladı. Sirkat, taciz yoktu bizde. Türkiye’den gelip buraya yerleşenler de şikâyet eder bundan. Artık anavatan yavru vatan duygusallığından vazgeçiyoruz. Kıbrıs, Türkiye’den 1 milyar 200 milyon civarında mal alır. Türkiye’ ye sattığı 40 milyonu bulmaz. Kimdir burada karlı? Evet bize yardım eder ama alır onun karşılığını yav. O mitinge katılanların ortak paydası kendi evinin efendisi olmaktı. Merkez Bankamız yok. Bizim polisimiz yok, itfaiyemiz gene yok. Bize değil Türk askerine bağlıdır. Bu bize güvensizliktir. Polissiz hükümet olur mu? O mitinge katılanlar, dayatma ekonomik pakete de tepkiliydi. Türk askerinin çekilmesi, TC defol, hastir pankartları bizim düşüncemiz değil. Bir mitinge her düşünceden insan gelir. Hem o bayrak, Rum bayrağı değil ki. O bayrağı benim hocam yaptı. Bizim ortak olduğumuz devletin bayrağıdır. Keşke o bayrağı ilk günden assaydık Türk bayrağının yanına. Ama bizi yönetenlerin kafasında var olan taksimdi. Hiç anlaşmak istemediler.

YENİ PARTİMİZ: ÖNCE BÖLÜNDÜK SONRA BİRLEŞTİK

2001’de Hükümette yıpranan bir partiydik. Mustafa Akıncı ayrılınca kimse genel başkanlığı almak istemedi. Ben kendimi borçlu hissettim. Annan planı ortaya çıktığında TKP Genel Başkanlığını yeni almıştım. Tabii tam hazırlıklı değildim. Seçimler de geliyordu. Derken CTP şekil değişti, birleşik güçler halini aldılar. Sağdan da aldı. Biz de solu toplamak için bir umbrella (şemsiye) partisi kurduk. Akıncı, “Yeni döneme yeni partiyle girelim” dedi. Neden yeni dönem? “Rumlar da evet diyecek!” Dedim, “Öyle bir durum görmedim ben. Bekle referandum bitsin, ondan sonra gerekirse TKP’yi kapatırız.” Burada anlaşamadık. Akıncı kurucuları topladı, BDH’yi klasik yapıya kavuşturma kararı aldırdı. Böylece kopma oldu. Ben TKP’de kaldım. Fakat seçimde toplumdan tokatı yedik. Yine birleşip, “toplumcu” bizden “demokrasi” onlardan Toplumcu Demokrasi Partisi (TDP) olduk. Genel Başkanımız Mehmet Çakıcı.

ARA SEÇİM: KIZINA DEĞİL DERVİŞ’E TEPKİYDİ

Annan planı, Kıbrıs için milattır. Dünya gördü ki, çözüm isteyen taraf biziz. Güney, şimdi o kara bulutları dağıtmaya çalışıyor. Hiristofyas, Talat’ın değil Derviş Eroğlu’nun kazanmasını isterdi. Çünkü imajı Denktaş’ın imajı ile aynı. Tabii Derviş Beyin kazanması büyük oranda Avrupa’ya tepkidir. Geçen yıl yapılan ara seçim ise toplumun bir isyanıydı. “Derviş Bey başbakanlık yaptın, aldık seni Cumhurbaşkanı sarayına götürdük. Boşalan milletvekilliği yerini niye başka bir insana bırakman da kendi evladını aday gösterin? Sandıklar kapandı, sekiz on puan öndeydim. Yayın durunca baktık ki bizi sekiz oy geçmiş. Tabii itiraz ettik. Derken bir köyden haber geldi. Orada rakibime on fazla yazmışlar. Bunu gören bir görevlinin vicdanı sızladı, o aradı bizi. Sonunda iki oyla ben kazandım. 2005’te milletvekilliğine ara vermiştim, yine döndüm Meclis’e.

ENTERESANLIK: MEĞER RUMLARA KONUŞMUŞUM

İlk yerel seçim çalışmasında bir baktım bir gazino insan dolu. Aldım mikrofonu konuşmaya başladım. Ne saygılı insanlar ne güzel dinliyorlar! Ama hiç alkış yok. Moralim bozuldu. Bu kadar mı başarısızım yav? O konu bu konu derken hiç tepki yok. Öbür arkadaşlar geldiler hadi bitir de gidelim. Tamam dedim, “Hadi arkadaşlar teşekkür ederik, allahaısmarladık.” Adios demezler mi? Meğer hepsi Rummuş. Anlamazlarmış da korkularından dinlerlermiş. Çok enteresan olaylar var başımdan geçen. Kumyalı köyü var çoğu Türkiyeli göçmen. O köyde bir cenaze merasimi varmış, oraya gittim. Baktım terk ediyorlar mezarlığı. İki öğrencim geldi, “Hocam hoşgeldin” dedi. Öğrencim önde ben arkada mezara gittim. Ellerimi açtım Fatiha okuyam. Arkadan biri dürttü, “Hocaefendi yanlış yerde duruyorsun”! Bir baktım arkama saf tutmuşlar. Eyvah yandık şimdi. İmamları yok, beni imam zannettiler! Hadi namaz kıldır deseler ne yapacagim?

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 15 MAYIS 2011