HAYAT BİZDEN İLERDEYSE

...

HDP kongresiyle ilgili haber, Hürriyet’te "HDP’den PKK şov" başlığıyla yayımlandı. Kongredeki gelişmeler, 23 Haziran’da çıkan haberin ikinci cümlesinde özetleniyordu:

"Terör örgütü PKK’nın elebaşı Abdullah Öcalan resimli flamalar taşıyan PKK giysili HDP’liler dikkati çekti."

Kongrede yaşanan bayrak krizi de haberin altına konulan "Bayrağa saygısızlık" başlıklı bir kutuda aktarılıyordu. Bu haberi okuyunca 18 yıl önce HADEP kongresinde yaşanan bayrak indirme olayını hatırladım. Acaba Hürriyet o haberi nasıl vermişti? Arşivi açıp baktım.

24 Haziran 1996 tarihli Hürriyet’in manşetindeydi kongre. "Şok eden sahne" manşetinin spotlarında "HADEP kongresinin PKK gösterisine dönüştüğü" yazılmıştı. Kongredeki gelişmeler, haberin girişinde şöyle anlatılmıştı:

"HADEP ikinci olağan kongresi PKK gösterisine dönüştü. PKK militanları kongre salonundaki Türk bayrağını indirip yerine PKK pankartı ve terör örgütünün lideri Abdullah Öcalan’ın posterini astılar."

Aradan 18 yıl geçmesine rağmen bayrak indirme krizlerinin yaşandığı HADEP ve HDP kongrelerine ilişkin iki haberin yaklaşımı, sunumu ve dili arasında bir fark var mı? Ben göremedim doğrusu…

Muhabirin yazdığı HDP haberinin, editörler tarafından değiştirilerek yayımlandığı haline dönüştürüldüğünün de altını çizmek durumundayım. Halbuki bu 18 yılda büyük bir değişim yaşandı. Hem gazetecilik açısından hem de siyasi açıdan. Her şey bir yana "çözüm süreci" başladı, devam ediyor. Hükümet, Hürriyet’in bu haberlerinde "elebaşı" olarak nitelendirilen Abdullah Öcalan ile görüşmeler sürdürüyor. Haberlerde "terör örgütü" olarak tanımlanan PKK da bu görüşmelerin tarafı durumunda. Hatta hükümet, İmralı görüşmelerini yasal zemine kavuşturmayı öngören bir yasa tasarını TBMM’ye sundu.

Öcalan, hem siyasi iktidarın muhatabı konumunda, hem de yazdığı mektup yine hükümet aracılığıyla yüz binlerce kişinin bulunduğu Diyarbakır meydanında okunan ve o insanların lider olarak gördüğü bir siyasi figür.

Akıp giden hayatın yıllar içinde getirdiği muazzam değişimi yok saymak, haberleri hala eski çatışmacı dille sunmak doğru değil. Günümüz gerçeklerine tekabül eden "barış gazeteciliği" ilkeleri. Muhabirinden, Yazı İşleri’ne kadar tüm editoryal kadro bu ilkeleri dikkate almak durumunda.

Hatırlatayım, Doğan Holding Onursal Başkanı Aydın Doğan, Doğan Grubu medya kuruluşlarının genel yayın yönetmenlerine geçen yıl gönderdiği mektupta "barış süreci"nin gazetecilere yüklediği sorumluluğu vurgulamıştı:

"Ülkemizde, son günlerde, terör sorununun çözümü ve Kürt sorunu ile ilgili önemli bazı gelişmeler yaşanıyor. Sürecin seyrini objektif biçimde izlemek ve özgürce yorumlamak temel işlevimiz olmakla birlikte, ülkemizin menfaatleri açısından yüksek derecede sorumlu bir yayıncılık çizgisi izlemek de görevimizdir. Bu bakımdan, bu süreç boyunca, barış dilini korumaya, süreci, olumsuz etkileyebilecek çatışmacı yaklaşımlardan kaçınmaya özen göstermeliyiz. Söylemimizi, sözcüklerimizi seçerken, yaratacağı algıyı göz önüne alarak hareket etmeliyiz."

Bu mektubu "gazetecilikte bir dönemin kapanışının ilanı" olarak gördüğümü ve çok önemli bulduğumu o günlerde yazmıştım Okur Temsilcisi köşesinde. 21 Ocak 2013’te yayımlanan o yazımda bir de değerlendirmede bulunmuştum:

"30 yılı aşan kanlı sürece dönüp bakınca ana akım medyanın bugüne kadar ‘barış dili’ kullandığını, barış gazeteciliği yaptığını söylemek maalesef mümkün değil. Çatışmacı dil ve resmi görüşün sözcülüğü, barışa hizmet etmedi, edemezdi."

Anlaşılan yinelemekte yarar var; çatışmacı dil barışa hizmet etmez. Bu topraklarda kavgaların bitmesi için biz gazetecilere düşen, barış gazeteciliğini içselleştirmek…