GÜLDAL MUMCU

...

Güldal Mumcu, öldürülen gazeteci yazar Uğur Mumcu’nun eşi olarak tanındı. Kişiliği ve yaşamı hep bu “eş” kimliğinin ardında kaldı. CHP milletvekili ve TBMM Başkanvekili olduktan sonra bile kendisiyle ilgili konuşmadı. İşte bu söyleşi, oluşan o zırhın ardına geçiyor, Güldal Mumcu portresini aydınlatıyor.

TEHDİTLER: TARANIRSAK OĞLUMU NASIL KORURUM DİYORDUM

1974’te Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirdikten sonra şimdiki adı Eximbank olan Devlet Yatırım Bankası’na sınavla uzman yardımcısı olarak girdim. Uğur’la evlendikten sonra da çalışmaya devam ettim. Milliyetçi Cephe dönemiydi, Süleyman Demirel de başbakandı. Uğur, Demirel’in yeğeni Yahya Demirel’ın hayali sunta ihracatı dosyasını yayınlamıştı. Banka da Maliye Bakanlığına bağlı… Hak ettiğim resen tetkik yetkimi vermekte epey zorluk çıkardılar. Ama sonunda aldım ve uzman oldum. 1979’da terör iyice artmıştı. Uğur’un da hedef olduğu söyleniyordu. Hatta Ecevit, bir gece Uğur’la görüştükten sonra “Siz evinize nasıl gideceksiniz” diyor. Düşünün, o zaman Başbakandı. O bile tedirgin… Halbuki biz işe gitmek için her gün aynı saatte evden çıkıyoruz, aynı saatte dönüyoruz. Özgür de yanımızda… Kayınvalideme bırakıyoruz. Yakın koruma verilmişti, ama o dönem hep çapraz tarama yapılıyor, korumalar da arabada öldürülüyordu. Bende de ‘Bir çapraz tarama olursa oğlumu nasıl korurum’ duygusu gelişmişti. Sonunda, hepimiz aynı saatlerde girip çıkmamak için benim işten ayrılmama karar verdik; Uğur’un geliş gidiş saatleri daha serbestti. “Hepimiz birden değil, bari sadece birimiz hedef olsun” gibi bir durumdu bu. O dönemde yaşananlar, hani Amerikalı yetkililerin “Our Boys did it”, yani “Bizim çocuklar başardı” dediği 12 Eylül darbesinin hazırlığıydı. Aslında “Our Boys” ülkemizde çeşitli kılıklarda her zaman iş başındaydı. Hiçbir zaman uzaklaşmadılar.

İSMİM: BABAM GÜLDAL’I REFİK HALİD’İN ROMANINDAN ALMIŞ

Babam Süreyya Homan eczacı bir subay. Annem, Siirt’teyken bana hamile kalınca doğum için memleketi Denizli’ye gelmiş. Ben dördüncü ve son çocuğum. Babam, kızı olduğunu öğrenince, “Refik Halid Karay’ın ‘2000 Yılın Sevgilisi’ni okudum, kızım da 2000’lerde yaşayacak. Oradaki kızın adını koyalım, adı Güldal olsun” diye mektup yazıyor. Üç ablamın adı da “al”la biter. Zuhal, İclal, Nural… Belki babam Güldal’ın ses uyumunu da düşündü. Annem ise Şükran istiyormuş, Şükran Güldal ismini veriyorlar. Fakat hep Güldal diye çağırdılar, Şükran sadece ilkokulda bir ara kullanıldı.

İLKOKUL: SUBAYLARA LOJMAN 1960’TAN SONRA YAPILDI

1,5 yaşından itibaren Ankara’daydım. İlk üç yıl, Abidin Paşa İlkokulunda okudum. İlkokullar arasında düzenlenen bir şiir yarışmasında önce kendi okulumda, sonra tüm ilkokullar arasında birinci oldum ve o yıl Ankara Hipodromunda yapılan 23 Nisan töreninde de Atatürk’ü anlatan bu şiiri okudum. 60 ihtilali sonrasında Yenimahalle’de lojmanlar yapılınca Gaziosmanpaşa İlkokulu’na geçtim. O zamana kadar subayların lojmanı yoktu. İlkokulu bitirince TED kolejini kazandım. Çalışkan bir öğrenciydim. Hep teşekkürle, iftiharla geçerdim. Babam, her şeyi gayet güzel anlatır, sonra kararı bize bırakırdı. Liseden sonra basın yayın, hukuk, bir ara botanik okumak istedim. Sonunda SBF’ye karar verdim. Orada da işletme bölümünü seçtim.

MÜLKİYE: MÜMTAZ HOCAYI POLİSLER DERSTEN ALDI

Siyasal’a başladığım 1970’te siyasetin içinde değildim, ama okuyor ve takip ediyordum. O ilk yıl birdenbire kendimizi 12 Mart 1971 darbesinin içinde bulduk. Bir gün Anayasa dersi sırasında, polisler Mümtaz (Soysal) Hocayı sınıftan aldılar. Biz de fakülte kapısının önündeki merdivenlere dizildik. Hoca arabaya bindirilirken alkışlarla protesto ettik olayı. Çok iyi bir anayasacı, sevecen bir insan olan Soysal’ı çok seviyorduk. Mehmet Ağar sınıf arkadaşım olduğunu söylüyor ama hatırlamıyorum. CHP’den milletvekilimiz Akif Hamzaçebi sınıf arkadaşım. İlk parayı 1972’de, Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü’nden kazandım. Verdikleri bir makaleyi “Bir Elit Olarak İngiltere ve Almanya’da Devlet Memurları” başlığıyla çevirdim. O zamanki soyadımla, Güldal Homan imzasıyla TODAİ dergisinde yayınlandı.

EVLENMEMİZ: UĞUR İLE TANIŞTIRILDIK

Bir arkadaş vasıtasıyla tanıştık. Birbirimizden hoşlandık ve çıkmaya başladık. Bu şekilde tanıştırılmak âşık olunmayacağı anlamına gelmez. Objektif verilere bakınca mantık birlikteliği olacak bir durum da yoktu; askerliğini cezaen er olarak yapmış, hapis yatmış biriydi. 1975’te tanıştıktan bir yıl sonra 19 Temmuz 1976’da evlendik. Çocukların isimleri konusunda ben çok belirleyici olmadım. Oğlumuz olunca Uğur, “Özgür olabilir mi” diye sordu. Ben de olur dedim. Hapiste sıkıntılar yaşamış bir insanın Özgür ismini önermesi bana son derece doğal geldi. Özge’nin ismini de Uğur koydu.

NEŞELİYDİ: EN DRAMATİK OLAYDA BİLE GÜLÜMSETİRDİ

Neşeli bir insandı. Aslında televizyon konuşmalarına bakıldığı, yazıları okunduğu zaman, ne kadar esprili ve hayatı ne kadar hicveden bir yapıya sahip olduğu görülür. Zaten verimli ve güzel bir siyasi mücadele için özel hayatınızda sağlam, rahat, dengeli bir yapınız ve ilişkiniz olması lazım. Bizim ilişkimiz öyleydi. Ben de olayların komik yanlarını hicvetmeyi severim. O da, en dramatik bir olayda bile sizi gülümsetebilirdi. Daha çok evde çalışıyordu. “Sakıncalı Piyade”yi evde yazdı. Düzeltmeni, ilk okuru ve ilk eleştirmeni bendim. Olayları çok çabuk kavrardı. Hafızası taşa oyulmuş gibi güçlüydü, hiçbir şey silinmezdi. O yüzden de hızlı yazabiliyordu.

TEHDİTLER VARDI: MEZARINA YAZILACAK YAZIYI SÖYLEDİ

90’larda pek çok insan öldürülmüştü. Ona da tehditler de geliyordu. Hatta telgrafla bile tehdit edilmişti. Tehlikeyi biliyorduk ama konuşmazdık. Bunca tehdide, olumsuz gözleme rağmen o gerginliği evin içine, çocuklara hiç yansıtmadık. Zaten uzun konuşmaya gerek de yok böyle şeyleri. Bayramlarda annesinin babasının mezarını ziyaret ederdik. Son ziyaretlerimizden birinde Muammer Aksoy’un mezarına da gittik. O sırada, “Benim mezar taşıma, ‘Vurulduk ey halkım, unutma bizi’ diye yazın” dedi. Ben de “Aman, böyle bir şey ancak insan öldürüldüğü zaman yazılır, böyle bir şeyi telaffuz etme” dedim. Ama mezar taşına o sözleri yazdırdım.

KOLAY AĞLAMAM: O GÜNÜN KİTABINI YAZIYORUM

Uğur’un cenaze töreninde nasıl öyle metanetli olabildiğimi ben de bilmiyorum. Zaten bu kararla olmaz. Bağırmak çağırmaktan çok, çözüme kurgulu bir yapım var. Kolay ağlamam. 15 yıl, ‘çapraz tarama olursa çocuk ne yapılır, bir suikast olur mu’ diye yaşamanın psikolojik sonucu olabilir. Kolay değil, çok sevdiğiniz insanı kaybediyorsunuz, onun üstüne yeniden bir hayat ve mücadele azmi kurguluyorsunuz. Uğur, gerçekleri anlatabilmek için çok çaba harcadı; emeğini ve sevgisini hiç esirgemedi. Bu çaba, sevgi ve emeğin karşılıksız kalmayacağını, toplum onu anladığını, cenaze töreninde onu büyük kalabalıkların uğurlayacağını tahmin ettim. Hatta programı konuşurken arkadaşlarla ufak bir tartışmamız oldu. Onlar tabutun gazetenin önünden camiye kadar elde taşınmasını istedi. “Katiyetle olmaz. Onun tabutunun Humeyni’nin cenazesindeki gibi parçalanmasını istemiyorum. Arabayla götürülecek” dedim. Abarttığımı düşündüler. Kalabalığın bu kadar büyük olacağını tahmin edemediler. Gene de itirazımı kabul ettiler. Suikast anından itibaren olanların kitabını yazıyorum.

ERGENEKON: DERİN DEVLETİ AYDINLATMA NİYETİ YOK

Mehmet Ağar, Uğur’un öldürülmesinden sonra bana “Bir tuğla çekersek duvar yıkılır” derken, anladığım kadarıyla derin devleti kastediyordu. Öyle deyince ben de kendisine “Tuğlayı çekin o zaman” dedim. “Çekemem” dedi. “Çekin, kenara çekilin” dedim. “Onu da yapamam” dedi. Tuğlayı çekemediğine göre, tam içinde herhalde. “O zaman çekerler altında kalırsınız” dedim. İmkânsız bir şey söylemişim gibi baktı. Gerçekten Uğur’un öldürülmesi hâlâ aydınlanamadı. Ergenekon operasyonlarında ve davalarında kontrgerillayı aydınlatma niyeti görmüyorum. Öyle bir yöntem ve üslup kullanılmıyor. Derin devleti, kontrgerillayı aydınlatmak isteyen, iddianameye makarna tarifleri koymaz.

SİYASET: İHMAL EDİLMEMELİ

Neden siyasete girmeyi o zamanlar istemedim? Olay çok yeniydi, bu bir. İkincisi bir vakıf kurmak ve geliştirmek hedefini koymuştum önüme. Üçüncüsü, siyasetin ister istemez bazı şeyleri kullanmasından rahatsızdım. Amaçlarımın büyük kısmını gerçekleştirince siyasetin ihmal edilmemesi gerektiğine karar verdim. CHP’ye girme önerisini Önder (Sav) Bey’le konuştuk, Deniz (Baykal) Bey de bu konuyu daha önceki yıllarda dile getirmişti. İzmir’de seçim kampanyası sırasında insanlar beni görünce Uğur’a yönelik suikastı ve onun ölümünü bir daha yaşadılar. Onca yıl sonra hâlâ başsağlığı diliyorlardı. Bu Uğur’un kucaklanmasıydı. Onun adına büyük kıvanç duydum. Gaziemir’de bir kadıncağız elimi sıktı, sonra gözünden kocaman bir damla yaş aktı. Sadece dokundum, o da bana dokundu, o kadar.

KAVGALI OTURUM: MÜSAADE EDİN DİŞİ GİBİ BİTİREYİM

O kavgalı oturumdan sonra Meclis Başkanı Şahin, “Güldal hanım, siyasette olur böyle şeyler. Üzülmemek gerekir. Hadi şimdi gidin bunu erkekçe bitirin lütfen” dedi. Ben de döndüm, “Mehmet Ali Bey, müsaade ederseniz dişi gibi bitireyim” dedim. Erkeğe, “Kadın gibi davranıyorsun” denilince aşağılama oluyor da neden kadından erkek gibi davranmasının istenmesi hakaret olmuyor?! Siyasette erkek söylemi hâkim. Siyasette var olacaksan erkek gibi davranacaksın. Kadına dayatılan bu. Ne demekse o erkek gibi davranmak!!.. “Erkek gibi kadın” söylemi de kadını aşağılamanın farklı bir boyutu. Bu söylem o kadar kabullenilmiş ki, kadınlar bile “erkek gibi kadın” söyleminin bir aşağılama olabileceğini düşünmüyor. Sayın Meclis Başkanı da o sözleri beni kırmak için söylemiyordu muhakkak. Ama bunun bir aşağılama olabileceği de hiç düşünülmüyor. Kadın ve erkek kimliği, birbirini aşağılamak için kullanılmamalı.

BASKIN: ARINÇ MECLİSTEN ÖZÜR DİLEMELİ

Bülent Arınç, o olaydan sonra arayıp şahsen özür dilemedi. Medya üzerinden açıklamalar yaptı. Zaten o davranış benden özür dilemesiyle kapanacak bir olay değil. O Bakanlar Kurulu’nu, ben de Meclis’i temsil ediyorum. Yaptığı, yasamaya yönelik baskı. Özür dilemesi gereken yer Meclis. Erkek zihniyetiyle, bağırarak baskı altına alacağını düşündü. Ne yazık ki, dünyanın her yerinde siyasi iktidar gücünü erkek gücüyle eşit gören bir anlayış var.

KIYAFETİM: ABARTILI GİYİNMEYİ SEVMEM

Meclis’te renkli de giyinebilirsiniz. Ama ben oldum olası, olabildiğince sade, yalın giyinmeyi tercih ederim. Çok fazla abartılı giyimi sevmem. Takı kullanırım, ama daha çok inciyi severim.

HAYALLERİM: GEÇMİŞİNİZ GELECEĞİNİZİ OLUŞTURUR

Ben hiç “hayatımın bundan sonrası için şunu planlıyorum” demedim. Oluşan olanaklara, olaylara göre karar veririm. Sizin yaşadıklarınızla bir gelecek oluşur, önünüze gelir. Geçmişiniz, geleceğinizi oluşturur. İlkeleriniz, hedefleriniz ve tavrınıza göre çeşitli seçenekler vardır. “An”ı yaşayış biçiminiz; geçmişinizi belirler, geleceğinizi temellendirir.

VAKIF: POLİS BASKINI KARANLIKTA

Uğur Mumcu Araştırmacı Gazetecilik Vakfını, araştırmacı gazetecilik misyonunu devam ettirecek kuşaklar yetiştirmek için kurdum. Vakıf, Uğur’un kitaplarının satışıyla, yazma seminerleriyle ve bağışlarla ayakta duruyor. Özgür ve Özge, vakfın bütün aşamalarını öğrenerek bu yaşlarına geldiler. Vakfın yönetimini Özge’ye devrettim; doktora dersleri alıyordu; Şimdi tez yazmaya başladı, biraz daha rahat. 17. Adalet ve Demokrasi Haftası için demokratik kitle örgütleriyle vakıftaki toplantı sırasında Ankara Emniyeti ARGE şube müdürlüğünden geldiklerini söyleyen iki sivilin, polis kimliklerini de gösterdikten sonra, bir baskın havasında, “Burada niye toplandınız” diye sorgulamasıyla ilgili olarak, “savcılığa intikal etti” dediler, hâlâ sonuç yok. Polis, “Görüntüler net değil” diyor. Biz verirken netti. İçişleri Bakanı da “Bulunamayabilirler; o zaman ne olacak” dedi. “Emniyet kimliğini kullananların bulunamaması, bulununcaya kadar polis olarak kalmaları demektir” dedim.

NEDEN: AİLELER SORGULAMAKTAN VAZGEÇMEYECEK

Uğur’un öldürülmesinden on yıl sonra, evin önündeki parka “faili meçhuller” anıtı dikildi. Sonra ailelerle temasa geçerek “Neden öldürüldüler?” dizisine başladık. 4 cilt yayınlandı. Buna “Kahramanmaraş Olayları”nı ekledik. Geçen sene, yine bir faili meçhul cinayetin kurbanı olan Ümit Kaftancıoğlu’nun gelini Canan Kaftancıoğlu’nun öncülüğüyle “Benim Babam Bir Kahramandı” adıyla bir gece düzenlendi. Oradan yeni bir platform doğdu. Aileler, “Faili meçhullerin araştırılması için Meclis araştırması açılması” için geldiler, dilekçelerini bıraktılar ve partilerle görüştüler. Onları karşılarken ağlayıp gereğini yapacaklarını söyleyen AKP grubu, içtüzükteki süreyi, önceki komisyonlardan sonuç alınamadığını gerekçe gösterip CHP’nin komisyon önerisini reddetti. Bu iki yüzlülük... Aileler sorgulamaya devam edecek. Hrant Dink davasını izleyecekler. Ailemizi Özgür ve Özge temsil ediyor.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 25 NİSAN 2010