FATİH ERBAKAN

...

ÖTEKİ TÜRKLER İLE BEYAZ TÜRKLER BÜYÜK ÖLÇÜDE YER DEĞİŞTİRDİ

Milli Görüş çizgisinin lideri Necmettin Erbakan’ın oğlu Fatih Erbakan, bugünlerde kız kardeşi Zeynep Erbakan’ın kardeşlerine açtığı miras davasıyla meşgul. Mali mirastaki tartışmalar her neyse ama babasının politik mirasını canla başla üstlenme çabasında Fatih Erbakan. Saadet Partisi’nin söylemini yenilemekten, partiyi gençleştirmekten, yeni projelerden söz ediyor.

ŞANSLIYIM: BABAMLA KIYASLIYORLAR BEKLENTİLER YÜKSEK

Bütün hayatını milletimize, İslam alemine, insanlığa hizmete vakfetmiş ve İslam alemindeki siyasi hareketlerin doğal lider olarak gördüğü bir kimsenin evladı olmak tabii ki çok büyük bir bahtiyarlık, büyük bir şeref. Bu açıdan çok şanslı görüyoruz kendimizi. Ama bir yandan da büyük bir manevi sorumluluk ve büyük bir yük. Çünkü insanların sizden beklentisi de çok yüksek oluyor, babanızla kıyaslıyorlar. Onun yerini doldurmanızı, onun gibi olmanızı bekliyorlar. İnşallah layıkıyla onun evladı olmayı Allah nasip etsin. Hangi yaşta olursanız olun böyle bir insanın evladı olduğunuz için çok dikkatli olmanız gerekiyor. Çocuklukta bazı yakınlarımız, arkadaşlarımız “Denetimli serbestlik” veya “Açık cezaevi hayatı yaşıyorsunuz” diyorlardı. Ama babamız yanımızda olamasa da, sağ olsun annemiz onun yokluğunu bize hissettirmedi. Hani içimde kaldı, çocukluğumu yaşayamadım dediğim bir durum yok. Necmettin Erbakan’ın evladı olmaktan ziyade annemiz evhamlı olduğu, üzerimize titrediği için bizi sokağa oynamaya bırakmazdı. Ayrancı’daki evimiz cadde üzerindeydi, caddeden, çeşitli tehlikelerden korkuyordu, dışarı bırakmaması bununla ilgiliydi. Siyasi hayattaki ciddi sıkıntılar ben doğmadan ve küçük yaştayken yaşanmış. Mesela babamızın 12 Eylül’de idamla yargılandığı, Uzunada’ya gönderildiği zamanlarda ben daha bebektim. Özellikle annem tabii o sıkıntıları çok yakından yaşamış. Allah rahmet eylesin.

UÇAKLAR: PİLOT OLMAK İSTEMİŞTİM

8-9 yaşlarından itibaren uçaklara çok ilgi duyardım. Büyüyünce uçak mühendisi veya pilot olmayı isterdim. Bütün uçak modellerini bu eski Sovyet yapımı olanlar da dahil ezbere bilirdim. Havayollarını amblemleriyle tanırdım. Rahmetlik babamı havaalanına uğurlamaya veya karşılamaya gitmek benim için çok zevkli bir olaydı. Uçak yolculuklarında birkaç kez rahmetlik babamın ricasıyla kokpite de gittim. Çok hoşlanmıştım oradaki ortamdan. Pilotlarla da sohbet etmiştim. Aslında halen daha özenirim pilotluğa. Bilgisayardaki uçuş similasyonlarını kullanmayı, öyle bir programım olmasını çok isterim. Hem seyahat etmek, hem uçağa hükmetmek çok güzel bir duygu olsa gerek. Elektronik mühendisliği okudum üniversitede. Zaten rahmetlik babam her zaman söylerdi, “Mühendislik, temel bazı özellikler kazandırır insana” derdi. Mühendislik eğitimi alınması şart diye düşünürdü babam. Ben de mühendislik istiyordum. Başkent Üniversitesi Elektronik Mühendisliği’nde okudum. Sonra da sosyal konuda doktora yapılmasının siyasette faydalı olacağını düşündük. Londra’ya gittim, Royal Holloway Koleji’nde İşletme alanında yönetim ve organizasyon doktorasına başladım. Fakat rahmetlik annemin rahatsızlığı nedeniyle Türkiye’ye döndük. Annem vefat edince rahmetlik babamı ve kardeşlerimi yalnız bırakmamak adına doktorayı, Başkent Üniversite’nde tamamladık. Akademik hayata devam için TOBB Üniversitesi ile görüştüm, babamın rahatsızlanması, vefatı ve seçimler gelince kaldı. Dediğim gibi, böyle bir babanın evladı olduğumuz için beklentiler yüksek. Herkes doçent ol, profesör ol diye istekte bulunuyor. Vakit bulabilir devam edebilirsek iyi olur.

SORUMLULUK: NAMAZA BAŞLAYINCA BABAMA MÜJDE VERDİK

Beş vakit namaz kılmaya ilkokul dördüncü sınıfta başladım. 10 yaşındaydım. Hatta babam geç saatte gelmişti, ona müjde vermiştik; “Bugün beş vakit namaz kıldım, bundan sonra da kılacağım” diye. O da çok memnun olmuştu, hatırlıyorum onu. Oruca 12 yaşında başladım. Ankara Merkez İmam Hatip’te ortaokulu okudum. İmam Hatip formasyonunu almış olduk. Liseyi Ayrancı Lisesinde okudum. Üniversiteye hazırlık açısından daha etkili olabilir diye o liseye geçtik. Bir de orada teyzem öğretmendi, onun da etkisi oldu. Derslerimde iyiydim. Annem babam dersine çalış, hazırlan demediği halde ben kendim sorumluluğumun bilincinde birisi olarak mutlaka çalışırdım. Öğrenim hayatım boyunca hiçbir dersten kalmamışımdır. Necmettin Erbakan’ın oğlu olmaktan dolayı okulda sıkıntı yaşamadım. Siyasi görüşümüze sahip arkadaşlar anlatırlardı, “Milli Görüşçü olduğum için hoca bana taktı, düşük not verdi.” Ben de içimden “Ben Fatih Erbakan olmama rağmen böyle bir şey yaşamadım. Siz nasıl yaşıyorsunuz” derdim. Başkent Üniversitesi’nde okurken, kampusun yakınında Bağlıca Köyünde bir cami vardı. Cuma namazlarına oraya giderdim. Gide gele oraya namaza giden öğrencilerle uzun süreli dostluklar kurulmuş oldu. Adnan Hoca grubuyla tanışıyorum. Rahmetlik babama da geliyorlardı. Onların yazdığı kitaplardan faydalanıyor, okuyoruz. Onun dışında bir ilişkim yok.

İSMİM DÖRT HALİFE: DOĞUM GÜNÜ KUTLAMAYIZ

İsmimde Fatih’in yanında Muhammed Ali de var. Aslında nüfus kâğıdımda yazmıyor ama kulağıma Ömer, Ebubekir ve Osman da okunmuş. Hepsi dört halifenin isimleri ve Fatih Sultan Mehmet Han hazretlerinin ismi. Tabii önemli olan ismi taşımak değil o isimlere layık olmak. İnşallah ismiyle müsemma olanlardan oluruz. Muhammet Ali ismi pek kullanılmıyor, uzun oluyor. Afişlerde, bilboardlarda bazen yazmak istiyorlar; yer kalmıyor. Hatta “Bir de profesör ol diyorsunuz. Profesör eklense hiç yer bulamayacaksınız” diyorum ben de. Doğum günüm 29 Aralık 1978 aslında ama iki günle bir yaş kaybedilmesin diye nüfusa 1 Ocak 1979 olarak kaydedilmiş. Doğum günlerini kutlama adetimiz yok ama annem, kardeşlerim “Hayırlı olsun”, “Allah uzun ömür versin” diye söylerler her zaman. Fakat özel bir kutlama hiç yapılmamıştır.

HOBİM YOK: ASKERLİK İÇİN SON YASADAN YARARLANDIM

1991senesinde 40 tane milletvekilimiz vardı. Çocuklarıyla arkadaştık. Milletvekili lojmanlarındaki halı saha maçlarına beni de davet ederlerdi. Açıkça söyleyeyim, pek iyi değildim futbolda. Metal ve rock dinlediğim, Ayrancı Lisesinde bazı arkadaşların okul yıllığına yazdıkları ama gerçekle ilgisi olmayan bir konu. Türk Sanat Müziğini severim, annem de severdi rahmetli. Gidip CD’sini alayım diye bir gayretim yok ama duyduğum zaman hoşuma gider. Enstrümantal müzikler dinleyebiliyorum. En az kullandığım arabaya dört-beş sene binmişimdir. Hiçbir zaman birden fazla arabam olmamıştır. Bunu bir araba merakı olarak görmek doğru olmaz. Hızlı araba kullanmak diye de bir merakım yok ama güvenli, sağlam olması bakımından Mercedes tercih edilmiştir. Hobi sahibi olmaya, eğlenmeye hiç vaktim olmadı aslında. En önemli eğlencem ikizlerimizle vakit geçirmek. Bazen ailemle birlikte seyahate gidiyoruz. Siyaset epey vaktimizi alıyor. İnternet, bilgisayar kullanırım tabii ama çok da fazla teknoloji delisi değilim. Twitter, Facebook’ta benim adıma açılan hesapların hiçbiriyle ilgim yok. Geçenlerde havaalanında karşılaştık biriyle. “Geçen hafta şöyle demiştiniz, ben de size söyle demiştim” diye anlatıyor. Ağzı olan konuşuyor dedikleri gibi, bilgisayarı olan yazıyor. Askerliğimi son çıkan yasadan faydalanarak hiç gitmeden bedelli olarak yaptım. 30 yaş ve üstü deyince beni de kapsamış oldu. Bu yaşa kadar nasıl durulmuş diyorsunuz ama zaman o kadar çabuk geçiyor ki.

EŞİM AİLEMİN TAVSİYESİ: BALAYINA DUBAİ’YE GİTTİK

Babam rahmetli, canlı, parlak renkleri severdi. Versace de o dönem sarı, parlak kravatlar yapıyordu. Babam bir açıklamasında söylemişti; “Versace’nin birçok motifi bizim Osmanlı, Selçuklu’daki motifleri andırıyor. Onun için de tercih ediyoruz” diye. Şimdi o renkli desenli modeller demode oldu. Ben de çok fazla tercih etmiyorum. Takım elbise ve kravatı hayat boyu giyeceksin, biraz daha genç giyin diyenler var etrafımızda. Özellikle eşim başta olmak üzere. Zaten siyasetçiler de eskisi kadar kravat takmıyor. Geçen bir haber vardı, 25-20 seneye kadar kalkacak diye. Başbakan da takmıyor bazen. Bu konuda bir öncülük yaptı. Eşimin dedesi Kayhan Molu, İskenderpaşa Cemaatinden. Taa 50 sene öncesinden babamla tanışıyorlar. İkisi de Mehmet Zahit Kotku Efendi’nin sohbetlerine gidip geliyorlar. Böyle bir tanışıklık var arada. Eşimin babası ve annesi ile de annemin tanışıklığı var. İstanbul’da görüştükleri insanlar. O şekilde annem, ailelerimiz uygun olabileceğini düşündü. Daha sonra tanıştık, görüştük ve anlaşabildiğimizi görünce evlilik oldu. 23 Şubat 2003’te evlendik. O gün babamın siyaset yasağı da bitmişti. Çifte düğün gibi oldu hakikaten. Allah böyle denk getirdi. Balayına Dubai’ye gittik. Uzak olmaması ve o soğuk şubat günlerinde ılıman bir yer olması hasebiyle seçtik orayı. Popüler bir yerdi.

SAADET PARTİSİ: GENEL BAŞKANLIK NİYETİYLE ÇIKAMAYIZ

Tabii babanızdan ve siyasi bir ortamda olmaktan insan etkileniyor. Böyle bir havanın içerisine giriyor. Ama rahmetlik babamın da dediği gibi “Siyaset iyi niyetle, hizmet bilinci ile yapılırsa insanlara faydalı olmanın en etkili yoludur.” Bizim dinimizde de en hayırlı olanınız insanlara faydası dokunandır buyuruluyor. Bütün dünyada ve Türkiye’de gözümüzün önünde çok büyük haksızlıklar, zulümler, çifte standartlar uygulanıyor. Bunları düzeltmenin en etkili yolu da siyasetten ve devlet yönetimine talip olmaktan geçiyor. Rahmetlik babam da bu amaçla bu işin içinde bulunmuştu. Hatta annem, “İçinden geleceğe dair en ufak bir beklenti geçer, ilerde ben de milletvekili olurum, başbakan olurum diye bir düşünce geçerse o vakit niyetin bozulmuş olur bu yaptığın işlerden bir sevap kazanamazsın” diye söylemiştir. Babamızın ve annemizin tavsiyelerine uyarak, bu niyetle siyaset yapmaya devam etmeyi düşünüyoruz. Gittiğimiz yerlerde Erbakan Hocanın büyük mirasının üzerinde bulunduğumuzu görüyoruz. Kendisi de ifade etmiştir; “Bugün Çankaya Köşkünde başörtülü bir cumhurbaşkanı eşi varsa bu Milli Görüş’ün eseridir”. 40 senedir yapılan fedakarane çalışmalarla önemli noktalara gelindi ama ötesine gidilmesi lazım. İnşallah önümüzdeki dönemde bu adımları da Erbakan hocanın yetiştirdiği öğrencileri, evlatları olarak, Milli Görüşçüler olarak bizler gerçekleştiririz. Partide Genel İdare Kurulu üyesiyim. Genel Başkan Başdanışmanlığı görevim de var. Babam, “Kapımızın üzerinde ne yazdığı önemli değil, önemli olan niyetimiz ve yaptığımız hizmettir” derdi. Biz de bu bilinçteyiz. Mutlaka genel başkan olmamız lazım diye bir niyetle ortaya çıkamayız. Ama hangi mevkide olursa olsun; bir görev bize düşüyorsa ondan da “Biz yapmayız” diye kaçmamız mümkün olmaz. Cenabı Allah her zaman en hayırlı hizmetleri nasip etsin.

AYRILIK: 85 YAŞINDA GENEL BAŞKANLIK FEDAKÂRLIKTI

Numan Kurtulmuş ile ayrılık yaşanmasında bizim tarafımızın etkisi olmadı, tamamen kendi kararları ve istekleriyle ayrılmak, ayrı bir yol çizmek istediler. Kongrede her iki listede de Numan Bey genel başkandı. İkinci listede Numan Beyin listeden çıkarttığı birtakım kişiler de vardı. Ama o ısrarla kendi listesinin olmasında diretince bu sıkıntılar meydana geldi. Kongreye giderken Numan Bey kendiliğinden istifa edip gitti. Keşke olmasaydı. Ne kadar haklı olsa da her iki taraf da ayrılıklardan zarar görebiliyor. “Babamın partisi” demedim o zaman. O röportajda “İsterse gitsin, kalacaksa bizim şartlarımıza uyacak” gibi tahrik edici ve sert ifadeler konulmuş. Bunlar tabii ki bizim kullanacağımız ifadeler değil. “Babamın partisi” de denilmemişti. Tabii oradan şöyle bir şey anlaşılması lazım; bu hareketi başlatan, 40 sene önce tek başına bu mücadeleyi veren bir insanı yok saymak, ona vefasızlık yapmak, dışlamak doğru bir durum değildir. Bunun göz önünde bulundurulması lazımdı. Ama tabii parti bizim malımızdır, şirketimizdir gibi anlaşılacak şekilde de söylemiyoruz bunu. Rahmetli babamın Genel Başkanlığa dönmesinde de yine tabandan ve yakın çalışma arkadaşlarından talep geldi. Yürümekte bile zorluk çeken, 85 yaşında ve hasta olan bir insanın böyle bir görevi alması büyük bir fedakârlık örneğidir. O yaştan sonra bir insanın kendi nefsi için bir şey istemesi mümkün değil.

MİRAS DAVASI: KIZKARDEŞİMİZİN PSİKOLOJİK SORUNLARI VAR

Kayıp trilyon davasında Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül, ev hapsi meselesini affetti. Sağ olsun onun katkısı oldu. Fakat mali cezanın faiziyle birlikte bizim üzerimize kalması söz konusu. Asıl para 800 milyar (bin lira) , faiziyle birlikte 14 trilyon (milyon lira) olmuş. Kamuoyunda bunun torba yasaya sokulduğu ve affedildiği yönünde yanlış bir algılama da var. Halbuki böyle bir şey kesinlikle olmadı. O torba yasayla naylon fatura düzenleyenler bile affedildi fakat maalesef Erbakan Hoca affedilmedi. Şu ana kadar yarısı, yedi trilyonu ödendi. Kalan yedi trilyonun da ödenmesi gerekiyor. Bu borçtan mirasçıları, evlatları olarak biz sorumluyuz. Sağ olsun eniştemiz, Mehmet Altınöz, eskiden beri Bursa’da ticari faaliyetleri olan bir insan. 7-8 Seneden beri birlikte ticaret yapıyoruz. Genelde inşaat üzerine işler yaptık. Hem eniştemiz, hem biz ticari faaliyetlerimizle bu borcu ödemeye çalışıyoruz. Sıkıntılı tabii. Kalan paranın ödenip ödenememesi muğlak durumda. Maalesef bundan bahsedilmiyor. Kalan mirasın, terekede görünenin hepsini satsanız dahi bu kalan yedi trilyonu ya ödeyecek ya ödemeyecek durumda. Büyük bir mirastan bahsediyorlar ama durum öyle değil. Kız kardeşimiz (Zeynep), hem sağlık sorunları, psikolojik bazı sıkıntıları nedeniyle hem de eşiyle yaşadığı sıkıntılar nedeniyle hassas bir dönemde bulunuyor. Maalesef bazı kesimler maksatlı olarak kendisini (dava açmaya) böyle bir yola sevk ettiler. Zaten yasalarla mirasın üçte biri kendisine ait. Bu konuları kendisine anlattık. Ama özel durumundan dolayı etkili olamadık. Bizim kendisinin hakkını yeme gibi bir durumumuz olamaz. Erbakan hocanın evlatları, dindar kimseler olarak değil kız kardeşimizin, bir Ateist veya bir Gayrimüslim bile olsa onun hakkını yemeyi haram olarak görürüz. Fakat borçtan dolayı miras üzerinde haciz var. Dolayısıyla biz de yani ablam Elif hanımla ben de bir şey almış değiliz. Borç kapanmadan mirastan pay almanız mümkün değil. O bahsedilen Konya’daki fabrikada ortaklığım yok, orası Mehmet Beyin başka ortaklarla birlikte sahibi olduğu bir fabrika. Ortakların Saadet Partili olmaları, orasının Erbakan hocanın olduğunu göstermez. O mantıkla gidersek SP’lilerin şirketlerinin Erbakan Hocanın olması lazım.

GÜNLÜK TUTMADI: BABAM ANILARINA BAŞLADI BİTİREMEDİ

Babama anılarını yazması için en çok ısrarda bulunan kişi bendim. Hayatının son döneminde kendisine ısrar ettim. Bunun çok önemli olduğunu, olmazsa büyük bir kayıp olacağını yüzüne ifade ettim. Fakat zaman bulamadığından yakınmıştı. En sonunda benim ve çevresindeki diğer kişilerin ısrarıyla yazmaya başladı. Fakat daha lise yıllarına gelmeden vefat etti ve yetişmedi. Gerçekten de hem milletimiz, hem de Milli Görüşçüler ve İslam alemi için çok büyük bir kayıp oldu. Aklıma geldikçe hâlâ çok üzülüyorum. Günlük tutmuyordu. Bazı önemli olaylarla ilgili sadece kendisinin anlattığı, çevresindeki insanların duyduğu anılar var. Kendisinin yazdığı bir şey yok maalesef. Herkes için bir kaynak eser olacaktı. Bu dava uğruna bütün hayatını vakfettiği için bu anılarını yazma konusunda bile mücadelesi dolayısıyla vakit bulamadı ve ömrü vefa etmedi. Bana “Kardeşlerine, ablalarına sahip ol. Onlara her konuda destek ol” diye söylemiştir. “İslami değerlere, dinimize bağlı olarak hayatına devam et” diye çeşitli vesilelerle ifade etmiş, her zaman nasihat etmiştir. Bir diğer vasiyeti de kendisinin yaptığı gibi bu dava içinde çalışmaya devam etmek olmuştur. İnşallah bu üç konuda hassasiyet içinde hayatımıza devam ederiz. Babam konuşurken benzetmeler yapardı. Ben de yapıyorum konuşmalarımda. Hem anlatımı güçlendiriyor, hem de dinleyiciler üzerinde hoş, olumlu etki bırakıyor.

BAŞKANLIK: ÖMÜR BOYU DA SEÇİLEBİLMELİ

Sistemler bir araçtır aslında. Bir aracın ne olduğundan ziyade nasıl kullanıldığı önemli. Amerika’ya, AB’ye bağımlı, maalesef onların kontrolünden çıkamayan, borç ve faiz ekonomisini sürdüren, dış güçlerin Ortadoğu’daki planlarına alet olan bir anlayış olduktan sonra ister başkanlık sistemi, ister başka bir sistem olsun fayda getirmeyecektir. Bu sistemle getirilmek istenen bir federe yapı, bir eyalet yapısıysa buna herkesten çok biz karşı çıkarız. Çünkü biz sadece milletimizin değil, bütün İslam ülkelerinin birliğini temel söylem olarak benimsemiş bir hareketiz. Sadece milletimiz değil, bütün İslam aleminin tek yürek, tek vücut halinde hareket etmesi lazımken, Türkiye Cumhuriyeti’ni federasyonlara, eyaletlere bölmek sakıncalı olur. Başkanlık sistemi ambalajı içerisinde böyle bir yapıya gidilmesi tehlikeli olur. Kendisi (Tayyip Erdoğan) başkan olmak istiyor olabilir. Yarın millet seçerse millet buna rıza göstermek durumundadır. Ayrıca bir kişi sadece bir kere seçilebilir demek bence uygun değil. Gene milletin iradesine, kararına bir ambargo koymuş oluyorsun. Eğer millet memnunsa o insan buna layıksa ömür boyu da başkan olabilmeli.

MAHALLE: ÖTEKİ TÜRKLER İLE BEYAZ TÜRKLER YER DEĞİŞTİRDİ

Mahalle baskısı olduğu düşüncesine katılmıyorum. Fakat gündelik yaşam muhafazakârlaşırken önemli olan İslamın şekilden ibaret bir din olmadığının göz önünde bulundurulması. Şimdi İslami kesimden insanlar ticarette ve siyasette çok önemi noktalara geldi; maddi olarak büyük güçlere sahip oldular. Öteki Türkler ile Beyaz Türkler büyük ölçüde yer değiştirdi hakikaten. Bunu gündelik yaşamda da görüyoruz. Ama “Öteki Türkler” dedikleri kimselerin, şuurundan, ideallerinden, değerlerinden de bir şey kaybetmemeleri önemli. Mesela ben artık bir villa, lüks bir jip aldım, çok para kazandım. Bakan, milletvekili, belediye başkanı oldum, artık Filistin’de olan sıkıntılar beni ilgilendirmez, Afrika’daki açların kurtarılması beni ilgilendirmez derse bu çok yanlış olur. Merkez değişti, çevre değişti diye bizim bir arkadaşın tanımı var. Hem siyasi, hem ekonomik olarak merkezde olanlar şimdi farklı insanlar. Bunlar merkeze geldiler ama birçok uygulamalarında maalesef eski dönemdeki uygulamaların benzerini görüyoruz. 10 senede götürüp 500 milyar doları faiz diye dış güçlere öderse onun namaz kılması, oruç tutması, hanımının mesture olması milletin derdine derman olmaz. İşte Malatya’da füze kalkanı kuralım, İran’a karşı tedbir alalım, İsrail’in güvenliğini sağlayalım şeklinde hareket ederseniz yeterli olmaz.

YANLIŞTAN DÖNÜN: MİLLİ GÖRÜŞ GÖMLEĞİNİ ÇIKARMAK ÜZÜCÜ

Yaptıkları olumlu hizmetler var. Katsayı adaletsizliği, başörtüsü problemi, İmam Hatipler’in önünün açılması çok önemli adımlar. Fakat çok önemli tahribatlara da alet olduklarını gördük. Mesela geldiklerinden beri yarım trilyon dolara yakın faiz ödemişler. Bu dış güçlere adeta bir haraç gibi ödenen para. Kıbrıs’ta Annan planının desteklenmesi, Irak konusunda Amerika’ya tam destek verilmesi, Batılı ülkeleri kardeş Müslüman ülke Suriye’ye askeri müdahaleye davet etmeleri. Rahmetlik babam, “Biz bu eleştirileri onları yanlışlardan döndürmek için, onları sevdiğimiz için yapıyoruz” demiştir her zaman. İkili ilişkilerde hiç sıkıntı olmadı. İnşallah siyasi konularda da Milli Görüş çizgisinde hareket ederler. “Dindar nesiller yetiştirmek istiyoruz” diyorlar; nesillerimizin dinine bağlı olmasını herkesten çok biz isteriz. Ama yanlışlardan dönmeleri lazım. Milli Görüş gömleği denilen gömlek, kelimelerle ifade edilemeyecek kadar önemli bir gömlektir. “Bu gömleği çıkarttım” demek çok üzücü bir durum. Biz de kendileri için tabii üzüldük o dönemde.

YAŞLILAR DIŞLANMAYACAK: GENÇLER DAHA AKTİF OLACAK

Babam için anıt mezar düşünmememiz İslami hassasiyetlerimizden dolayı. Dinimize göre çok gösterişli bir mezar olması uygun değil. Hatta mezarlığın kaybolması bile daha iyi. Milli Görüş’ün geleceğinin çok parlak olduğunu rahmetlik babamın cenazesindeki o muhteşem tablo gösterdi. Dünya tarihinde eşine rastlanmamış, 2-3 milyon kişinin katıldığı bir cenaze töreniydi. Birinci vefat yıldönümünde halkımızın gösterdiği o teveccüh de milletimizin Erbakan Hoca ortak paydasında buluşabileceğinin göstergesi. Saadet Partisi olarak milletimizin bu teveccühünün oya dönüşmesi için çok çalışmamız gerekiyor. Milli Görüş’ün çizgisini yeni söylemlerle halkın önüne koyarak ve mevcut problemlere, güncel olaylara somut çözümler, projeler ortaya koyarak, bu teveccühü oya dönüştürmemiz ve kendimizi ciddi bir alternatif olarak göstermemiz lazım. Sıkı çalışan, Milli Görüş çizgisinden sapmadan yeni söylemler geliştiren bir SP, başarılı olacaktır. Tabii gençlere büyük iş düşüyor. Yine rahmetlik babam, “Gençler bilebilse, yaşlılar yapabilse” derdi. Gençlerin dinamizmi çok önemli. İnşallah partimizde de gençler çok daha aktif olacak. Tabii yaşlıların bilgi ve tecrübesinden yararlanarak, onları dışlamadan.

28 ŞUBAT: ANNEM ÇOK ÜZÜLMÜŞTÜ

Rahmetli babam 28 Şubat sürecinde de sabrını, ciddiyetini, itidalli yapısını korudu. Her zaman olduğu gibi o dönemde de evin içerisine bu tip tartışmaları hiçbir zaman getirmedi. Evde ailevi meselelerle ilgilendi. Fakat tabii annem biraz da hanım olması dolayısıyla herhalde duygusal bir yapıya sahip olduğu için RP’nin kapatılmasından çok etkilenmiş, çok üzülmüştü. Gerçekten de bir evladı gibi baktığı, bir fidan gibi yetiştirilmesinde büyük emek sahibi olduğu, 4 milyondan fazla üyesi olan bir partinin böyle bir kalemde kapatılması kendisini yaraladı. Ama rahmetli babam, “Bunlar tarihin akışı içerisinde nokta kadar önem arz etmez, biz işimize bakalım” demişti. Devlet adamlığını ortaya koydu, çatışmacı, agresif bir üslup sergilemedi. MGK kararlarını imzalamadı, topu taca atarak gerçekleştirmiş oldu onu. Sadece “Bu tekliflerin Anayasaya uygun olup olmadığı değerlendirilecektir” yazılı belgenin altına imza atmıştır. Önerilen maddelerin altında sadece MGK Genel Sekreteri’nin imzası var. Bunun fotokopi olarak belgelerini geçen gün o dönemdeki Adalet Bakanımız Şevket Kazan Bey bir konferansında da gösterdi. Asker kanadının önerileri olan maddeleri diğerine zımba ile tutturmuşlar. Bütün dayatmalara rağmen o maddeler imzalanmamış, bir anlamda zaman kazanılmaya çalışılmış, top taca atılmıştır. Zaten orada imzalansa Erbakan hocanın hükümeti bozulmazdı, düşürülmezdi. Erbakan Hocaya siyaset yasağı getirilmez, RP kapatılmaz, kayıp trilyon davası ortaya konulmazdı. Erbakan Hoca cezalandırılma yoluna gidilmezdi.

FARUK BİLDİRİCİ / HÜRRİYET PAZAR / 27 MAYIS 2012

© 2019 Faruk Bildirici - Medya Ombudsmanı. Tüm Hakları Saklıdır.