EVLAT, DEVLET ÜZMÜŞ SENİ

...

KIRLANGIÇ YUVASI / 124

EVLAT, DEVLET ÜZMÜŞ SENİ

Şiirlerle başlayan gece anılarla devam ediyordu. Sözcüklerin havada donduğu bir anı yakalayan beyaz saçlı adam ayağa kalktı. Sıra ona gelmişti. "1943’te Amerika’da yaşıyormuşum da farkında değilmişim" diyerek söze girdi.

Öyküleri anlatmanın en kolay yolu başından başlamaktır ama o sondan başlamıştı anlatmaya. "Benim de bir anım var, her fırsatta anlatırım. Bir gün anlatırken Amerika’da uzun yıllar yaşamış birisi, ’Amca şimdiki Amerika bu senin anlattığın gibi’ dedi. Ben de ona ’Demek ki ben 1943’te Amerika’da yaşıyormuşum da farkında değilmişim’ cevabını verdim."

Uzun masanın etrafındaki insanları meraklandırdığının farkındaydı. "1925 doğumlu olduğuma göre 18 yaşındaydım o zaman" deyip öykünün başına döndü. Ağırdan, tadını çıkararak, yeniden yaşıyormuşçasına zevkle anlatmaya koyuldu:

"Yıldız Üniversitesi’nin adı o zaman Yıldız Teknik Okuluydu. Ben de orada inşaat mühendisliği tahsili yapıyordum.

Sömestri tatili için Malatya’ya gelmiştim. O zaman tabii otobüs yoktu, trenle gidip geliyorduk. Geri dönüşümde babam, ikinci mevki Malatya-İstanbul bileti aldı. Pasom olduğu için yarım bilet parası almıştı.

Babam 2.5 lira harçlık verdi. Annem yolda yemem için bir bohçanın içerisine iki üç gün yetecek kadar yiyecek koydu. Çünkü tahmin ediyorum yolculuk iki üç gün sürüyor. Yoksa iki gece bir gündüz müydü, bir gece iki gündüz müydü? Uzun sürüyordu yol.

Tren çok ağır, zor gidiyordu. Lokomotifler kömürlüydü. Tünellerden geçiyordu. İstanbul’a indiğinizde simsiyah oluyordunuz, Arap gibi.

Annem babam Malatya’dan yolcu etti. Tren, Çetinkaya istasyonunda biraz fazla duruyor, su alıyordu. Çetinkaya istasyonuna yaklaşırken kondüktör geldi, biletleri kontrol ediyordu.

Ben de biletimi çıkarıp verdim. Yarım bilet olduğunu görünce ’Pasonu görebilir miyim?’ dedi. Eline alınca dikkatle incelemeye başladı. Meğer pasomun sonundaki üç rakamı silinmiş kullana kullana. Üç mü, iki mi, beş mi olduğu belli değil. Dedi ki, ’Bu tarih iyi okunmuyor. Belki pasonun müddeti geçti öyle kullanıyorsun. Bu pasoyla yarım bilet alamazsın. Al valizini in.’

Çetinkaya istasyonunda beni indirdi. Beraber istasyon şefine gittik. İstasyon şefi pasoya baktı, "Evet bu pasoyu kullanamazsın. Bu pasoyu bir daha kullanmaman için alıyorum. Sonra okul adresine göndeririz" dedi. "Paran var mı?" diye sordu. "2.5 liram var" dedim.

170 Kuruşa üçüncü mevki bilet kestiler. Yarım bilet için babamın ödediği 80 kuruşu da verdiler. İstanbul’a geldim, okula gittim.

Başıma gelen hadiseyi okul arkadaşlarıma anlatıyorum. Oradan bir arkadaş dedi ki, ’Senin hakkın yenmiş arkadaş.’ Peki ne yapacağız diye konuştuk. ’Münakalat Bakanlığı’na -o zamanki Ulaştırma Bakanlığı- dilekçe yazıp şikâyet edelim’ dedi. Oturduk bir dilekçe yazdık, hadiseyi yazdık. Adresimizi verdik, bakana postaladık.

Bir ay geçti veya geçmedi. Sarı bir zarf geldi, zarfın ağzı da yapıştırılmamış, ağzı açıktı. "Sirkeci garında -şimdi hatırlamıyorum- bilmem ne şefliğine uğrayınız." Okuldan izin aldım, Sirkeci garına gittim.

Şefi buldum. Çok yaşlı bir adam, gözlüklü. Eski de bir masaya oturmuş. Devlet Demiryolları hep öyle galiba. Şimdi de öyle ya.

Bir şey söylemedi, yazıya baktı. Şöyle oturduğu yerden bana bir baktı, çekmecesini açtı. ’Evlat bu senin pason. Al bakalım’ deyip pasomu uzattı. Önceden hazırlamış olacak ki, iki de makbuz uzattı, imzalamamı istedi. ’Bu da senin’ dedi, 170 kuruş verdi.

Sonra gözlüğünün üzerinden şöyle bir baktı bana. ’Evlat devlet üzmüş seni. Devlet adına özür dilerim.’ dedi. Bu kadarını beklemiyordum. Şaşkınlıkla teşekkür ettim. Oradan çıktım geldim."

Aradan 60 yıl geçmiş, Ankara’ya yerleşmiş, işadamı Nurettin Soykan olarak ünlenmiş ama hâlâ unutamamıştı devletin kendisinden özür dilediği günü...

Başka bir ülkede olsa, 1943 yılında pasosunu elinden aldığı 18 yaşındaki gençten özür dileyen devletin 21.yüzyılda daha da gelişmesi beklenir. Oysa Türkiye’de tersi oldu.

Manisa’da yaşları 16-17 arasında değişen 14 gence işkence yapıldığının ortaya çıkmasından sonra devlet, özür dilemeyi aklına bile getirmedi. Hatta işkencecileri korumayı görev bildi.

Cesur gazeteciler, bıkmadan usanmadan olayı gündemde tutmasa, CHP eski milletvekili ve avukat Sabri Ergül yılmadan işkencecilerin üzerine gitmese bu dosya da sümenaltı edilecekti.

Buna rağmen sekiz yıl boyunca oyaladılar. Az daha zaman aşımına uğratacaklardı. Medyanın ısrarlı takibi nedeniyle başarıya ulaşamadılar. Yargıtay, zaman aşımı süresinin dolmasına sadece üç ay kala işkenceci polislerin cezalarını onaylamak durumunda kaldı.

Nurettin Soykan, 1943’te yaşadıklarını her gün anlatsa yeridir...

Faruk Bildirici / Tempo / 17-23 Nisan 2003