EV ARABA TELEVİZYON ARASINA SIKIŞANLAR

...

KIRLANGIÇ YUVASI / 107

EV ARABA TELEVİZYON ARASINA SIKIŞANLAR

Türkiye, sosyologlar için cennet gibi bir ülke. Bu denli bol malzemeyi, araştırılacak konuyu, çözülecek sosyal problemi başka bir ülkede bulabileceklerini sanmıyorum.

Bayram haberlerinin satır aralarına sıkışmış muhteşem bir ayrıntı vardı. Boğaz’da araçlarıyla bayram gezmesine çıkanlar, sahil yolunda trafiğin tıkanmasına neden olmuşlar!

Bir yanıyla bakıldığında komik bir durum. Hemen her gün trafik işkencesi yaşayanlar, boş zamanlarını değerlendirmek için de aynı yönteme başvurup, trafik işkencesini bu kez "eğlenmek" adına yaşamışlar.

Arabaları olduğuna göre maddi imkânlarının da o kadar kötü olmadığı da ortada. Buna rağmen tatillerinde de günlük rutinlerinin dışına çıkamıyorlar. Elbette daha eğlenceli bir yöntem bilselerdi o yola başvururlardı.

Bu yanıyla da sosyologların el atması gereken üzücü bir durum. Trafiğin kilitlenmesine neden olacak kadar çok olduklarına göre, İstanbul’da günlük yaşamında çeşitlenmeyi sağlayamamış insan sayısı hiç de az değil.

İstanbul dışındaki kentlerde de çok farklı bir tabloyla karşılaşmayacağımız açık. Günlük yaşamında kalıplar arasına sıkışmış büyük bir kitle yaşıyor Türkiye’de.

Ev ve araba sahibi olmayı yaşamlarının en büyük hedefi olarak gören, iş dışındaki zamanlarında bu ikisinin dışına çıkamayan, birbirinin benzeri günlük alışkanlıklara sahip insanlar onlar.

Arabalarını, onları bir yerden başka bir yere taşıyan bir taşıt olarak görmezler. Statü göstergesi olarak büyük değer atfederler arabalarına. Onun için de otomobilleri ya evlerinin önünde durur, konu komşu görür ya da ilk fırsatta arabalarıyla piyasa yaparlar.

İş dışındaki yaşamın merkezinde de evleri vardır, işte ve arabada geçmeyen zaman çoğunlukla evlerindedirler. Akşam ya da sabah, ne zaman evde iseler mutlaka televizyon seyrederler.

Böylesi bir sıkışmışlık içinde yaşıyor olmaları, televizyonun üzerlerindeki etkisini daha da yoğunlaştırır, hem de farklı işlevler yüklenmesine neden olur. Bırakın televizyon programlarını, diziler, filmler, reklamlar bile günlük yaşamda farklı bir yer edinir kendine.

Bu sıkışmışlığın yansımalarını etrafta sık sık görmek mümkün. Bir televizyon reklamı vardı, tanıtılan ürünü satın alan kişi tercihinin nedenini açıklarken, başparmağı ve işaret parmağıyla para sayar gibi hareket ettiriyor, bir yandan da "Tamamen duygusal" deyip muzipçe gülümsüyordu.

Bir anda moda bir kavram haline geldi bu sözler. İnsanlar, orada burada konuşurken ellerini reklamdaki gibi hareket ettirerek "Tamamen duygusal" demeye başladılar. Tabii reklamdaki oyuncu gibi gülümsemeyi de unutmuyorlardı.

Reklamlar günlük dilimize neler katmadı ki? "Tık tık" diye ekrana vurmalar, "Döşeyelim abi"ler, "Özgür kız-Mecnun oğlan" tripleri derken, bugünlerde "İçinden mi?" sorusuna geldik. Kimi yerde espri, kimi yerde de sohbet olarak "İçinden mi?" diye sormak moda oldu şimdi de.

Televizyon dizileri de en az reklamlar kadar etkili. "Çocuklar duymasın" adlı televizyon dizisindeki jargon da günlük dilde kullanıma girdi. Baba rolündeki Tamer Karabağlı’nın "Ba ba ba...", "Ana !" şeklindeki tepkileri siyasilerimizin bile diline vuracak kadar yayıldı.

Sıkışmışlığın sonucu bu işte, hem yaşamı çeşitlendirememek, hem de kendin gibi olamamak...

Faruk Bildirici / Tempo / 19-26 Aralık 2002